Bilindiği gibi bu üçleme, Sovyet yazar İlya Ehrenburg’un Nazi işgali altındaki Fransa üzerinden 1939-1950 yılları arası döneme dair, toplumsal gerçekçi perspektifle ürettiği harika roman serisinin adlarıdır.
Bugün Fransa’da yaşananlara, tarihsel bir ironi üzerinden bu üçlemenin başlıkları deyim yerindeyse “cuk” diye oturmaktadır.
Bilindiği üzere, Fransa’da 27 Haziran 2023’te Paris’in Nanterre banliyölerinde yaşayan 17 yaşındaki Cezayirli Nahel M. polis kurşunuyla katledildi. Ardından başta Paris olmak üzere, Lyon, Marsilya, Lille gibi Fransa’nın birçok şehrinde Mağripli ve siyahi Fransız vatandaşının öldürülmesiyle birlikte öfke, protesto ve tepkiler sokaklarda belirdi.
Paris, Fransız polisi tarafından Nahel’in katledilmesinin ateşlediği birikmiş öfkenin sokak sokak, şehir şehir patlamasıyla adeta “düştü”.
Sarı Yelekliler’in “fırtına”sını, emeklilik reform yasa tasarısına karşı başlayan protesto ve grevler takip etti. Onun sönümlenmeye başladığı anda, Nahel’in katledilmesiyle “dipten gelen dalga” doruğa çıkarak, bütün alışılagelen sürdürülebilinir protesto sürecini, sürdürülemez bir zirveye çıkartıp, Macron Hükümetine “olağanüstü hal uygulaması”nı, “askeri sokağa indirmeyi” dayatıp, “45 bin güvenlik gücünü” sürekli teyakkuz durumunda tutmayı dayatarak, uykusunu kaçırdı.
Ortaya çıkan bu “isyan” onun haklı ve meşru yanını gölgeleyen “yağma”, “hedef gözetmeyen kör şiddet” vs. gibi tanımlamalar üzerinden “suçlu” gösterilip, toplumsal destekten yoksun bırakılması amacıyla, “başı boş”, “yabancı”, “göçmen”, “islamcı banliyö gençliği”nin “marjinal”, kriminal suçu olarak, yazılı ve sözlü Fransız basını tarafından gece gündüz teşhir edilip, “şeytan duvarı” gibi taşa tutuldu.
Egemen Fransız burjuva ideolojik aklının kiraladığı, basında “iş tutan” sözcü ve kalemşörleri dün Sarı Yelekliler, Emeklilik Reformu Yasa Tasarısı’na karşı yükselen protestolara karşı yaptıkları demagojik/manipülatif tetikçiliği, bugün yaşanan son “isyan” şahsında “eteklerinde” biriktirdikleri taşları atarak yapmaya devam ediyor. Onlar için bundan daha doğal ne olabilir?
Oysa Sarı Yelekliler “göçmen”, “müslüman”, “Arap” ya da “siyahi” karakterli değildi. Ama aynı tetikçiler, gece gündüz onlarıda demagojinin sağanak kurşun yağmuruna tuttular. “İsyan”dan isyan, “protesto”dan protesto, “öfke”den öfke beğen diyen, seçmece karpuz gibi iyi ve kötü tercih sunan aklı evvel elitist “düşün” insanları, protestoları kategorize ederek, son fırtına öfkesini “tezgahlar”ından kaldırdılar.
Neden mi? “Vandal”dı göstericiler. “Yağmacılar”dı. “Çocuk yaşta cahil gençler”di. “Başı bozuklar”dı.
Hayatı her geçen gün göçmenlere zehir eden, onları gettolara toplayıp, işsizlikleriyle, eğitim ve entegrasyon süreçlerinde yaşadıkları sorunlarla ilgilenmeyen, onları potansiyel suçlu görüp, pandemi sonrası tekellerin karları için zam üstüne zam yapıp, bunun sosyal maliyetini yine emekçi göçmenlere ödeten Fransız mali oligarşisi ve onun devletinin hiçbir suçu yoktu(!)
2. paylaşım savaşından sonra Sosyalist Blok’a karşı açılan “soğuk savaş” dönemi içinde, burjuvaziyle “işbirliği” içinde, artı-değerden tattığı bir parmak bal rüşveti üzerinden, mali oligarşinin muhalefet görevini üstlenen “Avro- Sol”un Fransız acentası olan eşitleri, böyle bir isyanla “lekelenip” onların günahlarını üstlenemezdi(!)
Tüm Fransız “sol”u katliam sonrası uzatılan mikrofonlara burun ucuyla mırın kırın ettikten sonra, sokaklardaki öfke ile aralarına sınır çizgisi çekme telaşına düştüler.
Tarihine ihanet eden, kendisine revizyonist demenin dahi bir ödül kabul edileceği Fransa Komünist Partisi, onun etkili olduğu Genel İş Sendikası (CGT), 1 Mayıs’tan 1 Mayıs’a “karnaval” tarzı yaptığı “minareden at beni, in aşağı tut beni” danışıklı dövüş protestolarını aşan son isyan, kendileri için yanından geçilemeyecek kadar ezber bozan, “yasa dışı”, olağanüstü, aşırılıklarla uzak durulması gereken “yağmacı” ve “vandalist” göçmen karakterli, tahammül edilemeyecek nitelikte kriminal suçlar silsilesi durumundaydı. El yakıyordu, uzak durdular.
Sorunu, kapitalizmin kendi krizini yerli ve göçmen emekçilerin hak gaspları, hergün dayanılmaz hale gelen hayat pahalılığı, emeklilik yaşının uzatılması inadıyla ayan beyan ortada olan sömürünün derinleştirilmesi üzerinden görmeyen egemen sınıf aklı, ilk aklına gelen “günah keçisi” olarak “göçmenliği”, “entegre olmayan İslamcı banliyö gençliği”ni görüp, kronik hale gelen manipülatif haberlerle kendi önünü kesen bu son isyan dalgasından kurtulmaya çalışırken, “Sol” da bu sınıf işbirlikçisi rolüyle yardımına vakit geçirmeden yetişti.
Bu son isyan dalgasını sınıf mücadelesi perspektifinden kopuk ele alan, onu kriminalize eden her türden “anti-kapitalist”, “sol”, “sosyalist” vb. iddia sahibi anlayışda, ideolojik olarak burjuva kapitalist sistemden köklü kopmadığı/kopamadığı için, oportünist orta sınıf korkaklığı olarak bir kez daha hortlayıp boy gösterdi.
Oysa Fransız burjuva devrimi dünyayı salladığı o Jakoben devrimci günlerinde, bugün Concorde Meydanı olarak bilinen Devrim Meydanı’nda kendi harika buluşu olan GİYOTİN’le, yargısız, savunmasız(!) devrimin öfkeli “cellat” ellerinde, sabahtan akşama kadar soyluların ve ruhban sınıfının kafasını pırasa gibi doğruyordu. Son banliyö isyanı, Fransız mali oligarşisine verdiği 17 yaşındaki gencecik “başı”na karşılık, en abartılısından sokaktaki arabaları, lüks mağaza, banka ve sigortaların “binaları”nı hedef alıyordu. Giyotinin aldığı kellelerin yanında ne hükmü olabilirdi “dünya malı”nın(!)
Bundan korkan, buna şerh koyan bir sol, işci sınıfı ve ezilenlerin solu olabilir mi? Bu öfkeyle politik empati kurmadan, ondan uzak durarak, kapitalist mali oligarşinin itirazına paralel şerhler düşerek devrimci, Marksist, sol, sosyalist muhalif olunabilinir mi? Çok net ifade etmek gerekirse olunamaz!
17 yaşında bir gencin katledilmesine karşı çıkmak, “adalet yoksa barışta yok” demek, bunun için öfkesini sokağa, bankalara, sigorta şirketlerine, belediye binaları ve başkanlarına, komiserliklere yöneltmek sınıf mücadelesi açısından ne zamandan beri “suç” sayılıyor? Bilen varsa cevap versin?!
Her toplumsal isyan ve öfke patlamasının içinde kendi küçük çıkarları için yer alan soyguncu, başı bozuk, yağmacılar olabilir. Lekesiz, aşırılıklar tarafından gölgelenmeyen hiçbir isyan var mıdır tarihte bilinen, dahası tepeden tırnağa tertemiz, pırıl pırıl (?!)
Örneğin, Kızıl Ordu Hitler faşist ordusunu önüne katıp kovalarken “hırsızlığa” karışan, “tecavüz” suçu işleyen, verilen talimatlara uymayan tek bir Kızıl Ordu askerinin olmadığını kim iddia edebilir? Bu “suçlar” Kızıl Ordu’nun esasta temsil ettiği haklı ve meşru direniş ve zaferini geriye itip, tartışmalı hale getirebildi mi? Tarih bilinci, tıpkı en iyi ilacın bilinen zararlı “yan etkileri” gibi, toplumsal isyan ve devrimlerinde “zorunlu” esasın yerine geçmeyen “aşırı” yan etkilerinin olduğunu iyi bilir.
Durum bu iken, peki Fransız solunun ayağının değmediği, kafasını çevirip bakmadığı, gündemine almadığı banliyö direnişinde yer alan bu kuşakla kendini yormadığı, onları kendi kaderine terk ettiği koşullarda, “yağmasız”, lekesiz, herşeyin öngörülen teoriye uygun bir ölçüyle gerçekleştiği bir isyanı, küçük burjuva düşlerin dışında gerçek hayatın içinde görmek mümkün mü?
Hatırlayalım, Mao Zedung gibi bir devrim ustasının önderlik ettiği BPKD’de dahi, Kızıl Muhafızlar tarafından ne “aşırılıklar” yaşandı. Ama bunlar BPKD’nin tarihsel rolünü asla küçültmedi?
Lenin, “bir tarafta burjuvazi, diğer tarafta proletarya iki sınıf karşı karşıya gelecek, bu sosyal devrim olacak öyle mi” diye sorup “kakavanlık” olarak adlandırdığı bu küçük burjuva yaklaşımla ziyadesiyle dalga geçmişti. Bu hareketlere burjuva ve proleterlerin dışında da kalan, birçok toplumsal tabakadan “başı boş”, “serseri”, “çapulcu” ve “yağmacı”da katılıp yer alabilir. Bu sınıf mücadelesinin nesnel yasalarının zorunlu küsuratı olarak toplanır, sonucu değiştirmez. Sınıf mücadelesinin ders konusu olabilir ancak.
Marks’ın Gothe’den aldığı, “Teori Yeşil, Pratik Gridir” sözü tam da bu tür derslerin sonucunda bilince çıkartılmıştır.
Sonuç olarak, öncü devrimlerin ülkesi olan Fransa, AB emperyalist blokunun kalbinde ölümcül kriz durumunu kronik olarak sürdürüp, bu tarihsel rolünü güncellediğini birkez daha doğrulamış oldu. Paris’in hafızasında tüm canlılığını koruyan, binlerce soylu, kral yanlısı ve ruhban sınıfının giyotin öfkesiyle kellesini alan geçmiş burjuva devriminin oluk oluk akıttığı kan derslerinin yanında, yakılan arabaların, yağmalanan lüks mağazaların lafını etmek devrimcilerin işi olamaz. Dünkü krallığın yazılı görsel medyası yoktu. Bugün Macron hükümetinin memurluk yaptığı Fransız mali oligarşisinin çok güçlü basın ordusu var. Onun açtığı karşı-devrimci demagoji yaylım ateşi altında, bilincinde gerçek devrimlere uzanan ardışık isyanların çizdiği yolu görmeyen, bozuk pusulalara eli yapışmış her türden düzen “muhalefetiyle” yolları ayırmak, güncel yakıcı bir görevdir.
17 yaşında katledilen Nahel, Avrupa burjuva demokrasisinin son 20 yıldır budadığı “sosyal refah” devletinden “polis devletine”; katil polise 2 milyon euroya yakın yardım toplayan yükselen “aşırı sağa” karşı en diptekilerin öfkesinden yükselen rüzgarın fırtınaya dönmesine neden oldu. Bu fırtına, kendisinide besleyen öncülü Sarı Yelekliler ve Emeklilik Reform Yasa Tasarısı’na karşı açığa çıkan protestolar gibi göreceli sönecek olsa da, kopacak son büyük fırtınanın besleyeni rolünü çoktan oynamış durumda.
Gerçek MLM öncülerin görevi ise, halktan, sokağın isyancı ruhundan kopmuş, 50 yıllık ekonomist-“hak/alma” demokratik zeminde patinaj yaptıkça Avrupa’nın göbeğinde “yerelleşen”, konformist, ruhsuz, kendi kabuğunda kuruyan “kadavra” gerçekliğiyle yüzleşen, dinamik, devrimci, her isyanın ruhunu okuyan, enternasyonal komünist bir perspektifle yeni nesil direnişler kuşağını kucaklayan bir tarzda ısrar etmektir. Bunun dilini, tarzını, temposunu, örgüt ve kadrosunu yaratmaktır.
Kendini kitlelerden ayıran dernek “duvarları”nın kirasını ödeyebilmek için, yılların mesaisine prangalı, o duvarların emanetçiliğini yapan, yılların alışkanlığına yapışık, takvimsel protestolara kurulu bir politik “aktivistlik”le malul “pasifizm”den sıyrılıp, sokağın, ateşin, öfkenin ardarda gelen sarsıntılarıyla uyumlu, kapitalist haydut devlet ve devletlerin taçlarını yerlerde yuvarlayacak, son büyük depreme militan, her an harekete hazır/mobil, komünarların ruhunu entel gevezelikte şömine papazı gibi tekrar yerine, bilincin ve cesaretin birliğiyle mızrak ucu gibi eğilmeyen bir komünist örgütün yeniden inşası. İşte görev bu.
Kaybettiğini kabul etmeyenler, kazanmak için yeniden silkinip ayağa kalkamazlar..
Fransa’da başlayan tüm kıta Avrupası’nın birlik halinde olan emperyalist finans kapital oligarşisinin korkusunu büyüten isyan, sınıf işbirlikçisi Fransız “sol”unun bir kere daha “ihanetini” suç üstü yapmış, bir bütün olarak TKK solu’nun ve geleneğin tasfiyeci parçasının yurt dışı cephesinde kronik hale gelmiş “pasifist” tarzını yırtıp atan bir rolde oynamıştır.
Bu rolden öğrenecek, isyanın gücüyle buluşup kapitalist saraylara açılan savaşta mevzilenebilenleri, kelimenin gerçek anlamında güzel günler beklemektedir. Ne mutlu onlara…
Sercan Aydın