1. Haberler
  2. KOLEKTİF
  3. Toplumsal Siyasi, Politik Durum Üzerine (1)

Toplumsal Siyasi, Politik Durum Üzerine (1)

featured
service

Emperyalist-kapitalist dünya ekonomisi ve siyasi yapıda süre gelen krizler, kaos ve kargaşa ivmesi ağırlaşarak ilerliyor. Tekelci rekabet dünya savaşına giden yolun çukurlarını bölgesel ve tek tek ülkelerde savaşlarla düzlüyor. Sınırlı kaynaklar ve pazarlar paylaşılamıyor. Barış içinde bir arada yaşamanın kapitalist dünya sistemi var oldukça mümkün olmadığını tarih ispatlamıştır. Genel olarak kapitalist ekonominin düzeleceğine dair veri yok, ama sorunların daha da ağırlaşıp yaygınlaşacağına dair veriler hayli fazla. ABD başta emperyalist ülkelerde de burjuvazi arasında rekabet keskinleşmiştir ve siyasi krizlere yol açmaktadır. ABD’de kongre başkanı D. Trump ile J. Biden üzerinden, cumhuriyetçiler, demokratlar arasında açığa çıkanlar bunun sonucudur. Avrupa’da çeşitli ülkelerde hükümetler kurulamıyor oluşu koalisyon hükümetlerinin büyüyen sorunlar karşısında uyumlu çalışma noktasında kriz yaşaması; yönetmekte zorlanma, ırkçılık, milliyetçilik, göçmen karşıtlığına sarılan kesimi sınıf mücadelesinin gelişme dinamiklerine karşı faşist önlemlere zemin hazırlayarak yerini sağlamlaştırma hesabındadır. ABD, AB, Japonya, Rusya, Çin gibi ülkelerde dahil dünyada kapitalistler sınıfının servetleri katlanırken, işçi sınıfı yoksullaşmakta, ücretleri düşmekte ve yaşam standardı düşmektedir. Sosyal haklarda kısıtlamalara gidilmektedir. Sağlık, eğitim, barınma, doğayla uyumlu yaşam, iletişim ulaşım hakkına gün geçtikçe işçi sınıfının önemli bir kesimi erişemiyor. Sokaklarda yaşayan insan sayısı artıyor. Açlık görünmüyor ama büyüyor. Bilim muazzam ilerliyor, ama emekçilerin hizmetinde değil, sermayenin emrinde. Son teknoloji ürünü kıtalararası füzeler, kimyasal, biyolojik ve akıllı silahlarla donatılmış emperyalist ordular dünya savaşı için silahlanma yarışını hızlandırmıştır. Ve de işsizlik, yoksulluğun yaygınlaştığı kapitalist toplumlarda kültürel yozlaşma ve çürüme daha da derinleşiyor. Askeri, siyasal, ekonomik, sanat her alandaki gelişmelerde sınıfsallık vardır ve bir sınıfa hizmet ediyordur. Devletler ve demokrasiler sınıflar üstü değildir. İnsanlığın gözü önünde dünya işçi sınıfı, mazlum halkları ve ezilen uluslarına karşı kötülük üreten kapitalizm çarkı burjuvazinin çıkarına dönüyor.

Komünizm ise karşıtı olduğu bu kapitalist sistemi ortadan kaldırmak istiyor. Evet her yanından kan ve ölüm akan bir dünya var, ama esas mesele onu değiştirmektir. Ve dünyayı değiştirmenin tayin edici kuvveti işçi sınıfıdır. Kapitalistlerin proletaryanın geleceği kazanma mücadelesini durdurması mümkün değildir. Bir çokları kapitalizmin yıkıcı sonuçlarını sıralayabilir, belli ölçülerde muhalefette edebilir, komünistlerin farkı ise açıklamakla yetinmeyip kapitalist düzeni ortadan kaldırmak amacıyla savaşmalarıdır.

Türkiye Nasıl Bir Ülke?

Avrupa, Asya, Ortadoğu arasında önemli bir coğrafi kavşakta bulunan Türkiye-Kuzey Kürdistan, dikkat çektiğimiz kapitalist dünya tablosunun bir parçasıdır. Kapitalist üretim biçimi ve iktisadın kaçınılmaz sonuçlarının tümü ağır biçimde yaşanmaktadır. Bütün bunlar nesnel olarak özgül şartlar içinde olup bitmektedir. Servetlerine servet katan burjuvazi bir yanda, sefalet içinde tükenen işçi sınıfı, emekçi köylüler ve bütün halk kitleleri öbür tarafta. Sistemin olumsuzluklarına maruz kalan halktır. Yokluk, yoksulluk emekçi insanın kaderiymiş gibi burjuvazi tarafından olağanlaştırılıyor.

Türkiye nasıl bir ülke? Ekonomisi ve siyasetine yön veren etkenler nedir? Çeşitli emperyalist ülkelere bağımlı taşeronlaşmış komprador kapitalist üretim biçiminin hakim olduğu yarı-sömürge ülkede baskı sürekli ve sistemseldir. Göbekten bağımlılık iktisadi, siyasi, askeri yönden bağımlı olduğu güç ilişkileri ve dengeleri içinde tekelci sanayi-mali sermayenin çıkarlarına tabi olmak, kendi başına hareket özgürlüğüne sahip olmamak ve emperyalist efendilerin isteklerini yerine getirilmesi çerçevesine oturur. Emperyalizm varoldukça Türkiye benzeri ülkelerin bağımlılığı geçici değil sürekli bir olgudur. Keyfiyetten değil, ekonomik temele dayanmaktadır.

Kürdistan’a gelince: Birinci Emperyalist Dünya Savaşı süreci ve sonrasında İngiltere-Fransa emperyalistleri tarafından belirlenmiş sınırlarla Kürdistan dörde parçalanmıştır, Kuzey Kürdistan Türkiye’nin ilhakı, işgali ve ancak sömürgelerde uygulanabilecek siyasi ve politik biçimlerle şekillenen ulusal baskısı altındadır. Bu olgu hesaba katıldığında Türk işçileri ve halkı emperyalistler ve komprador burjuvazinin çifte boyunduruğu altında iken, Kürdistan işçi sınıfı, Kürt işçileri ve bütün Kürt halkının boynuna ulusal baskıdan ileri gelen üçüncü bir boyunduruk eklenir ve daha ağır şartlarda sömürülür. Ayrıca Türkiye 1920’lerin başında kurulmuş Ortadoğu siyasi düzeninin dışına çıktı ve Kürdistan’ın Rojava ve Başûrê Kürdistan parçalarını da önemli oranda işgal etti. Özellikle de Başur -Güney Kürdistan- yönetimi üzerinde denetim kurdu. Kürdistan’da savaş genişletiliyor ve şiddetlenmiş biçimiyle sürdürülüyor.

Kapitalist genişleme ve büyüme emperyalist ülkelere bağımlılığı azaltmadığı gibi daha da arttırır. Öyle de oldu. Bununla birlikte ulusal baskıyı da şiddetlendirir, hafifletmez; öyle de oldu. Kürtler üzerinde Türk milli baskısı azalmadığı gibi sınır dışına taştı ve şiddetlendi. Emperyalizmin uşağı taşeronlaşmış komprador burjuvazinin meta arzına dar gelen iç pazar sınırların dışına çıkma, Türk devlet sınırları Ortadoğu ve özellikle de Kürdistan’ın Rojava, Başur ve İran’ın olası bir ABD ve İsrail, NATO vurulmasıyla Rojhılat Kürdistan’ın -Doğu Kürdistan- mutlak denetim altına alınması stratejisiyle hareket edilerek Ortadoğu ve Kürdistan düzleminde iktisadi ve siyasi etkinliğini arttırmak peşindedir. Irak, Suriye’ye karşı tüm yöntemler kullanılıyor. Bu ülkeler Kürtlere karşı topyekün savaşta koordine edilmek isteniyor. Yaşam kaynağı su bir tehdit olarak kullanılıyor. İran, Irak, Suriye Kürt ulusunun bastırılmasında Türkiye ile ortak çıkarlara sahipler, fakat Kürtler için en büyük tehlike ve tehditi Türkiye oluşturuyor. Fakat toplumsal ve ekonomik çelişkiler kanla beslenen egemenlerin aleyhine şiddetleniyor. Bu ve daha fazlası sıralanacak olgular Türkiye ve Kuzey Kürdistan işçi sınıfı ve bütün emekçi halklar ile emperyalistler arasındaki karşıtlığı keskinleştiriyor. Sınırlar dışına taşan Türk milli zulmünün derinleşmesi bir avuç işbirlikçi dışında Kürt ulusu ve emekçi halkının Türkiye’nin-Türk burjuvazisinin milli-ulusal baskı politikasına karşı mücadelesini güçlendirecektir. Zayıf ve güçsüz görünen güçlenecek, egemen ve güçlü görünen ise Kürdistan’da gücünü yitirecek, zayıflayacak. Çünkü uykusundan uyanmış bir ulusu hiç bir güç yeniden uyutamaz.

31 Mart Sonrası Değişen Güç Dengeleri ve Burjuvazide Yeni Dizilimler

Modern her toplumda sınıflar siyasal, politik tutumlarını örgütlendikleri partiler üzerinden yürütürler. Sınıf iktidarı ise devlet ile korunur. Türkiye’de çeşitli emperyalist ülkelere bağımlı, yeterince gelişmemiş burjuvazisi parçalıdır. Çok çeşitli burjuva partiler var ve bu çeşitlilik sadece işçiler ve bütün halk kitleleri içinde karşılığı olan düşünce ve eğilimlere hitap ettikleri, işçi sınıfını etkileyip aldatma ve sınıf örgütlenmesi ve mücadelesi önünde engel olmak işlevini yerine getirmekle kalmıyor, aynı zamanda bu partiler burjuvazinin kendi içindeki rekabetin odaklarıdır ve siyasi hedefler onlar üzerinden dışa vurur. Burjuva partilerin çeşitli ideolojik farklar taşıyan çeşitliliği ve çokluğu kapitalist sınıfın parçalı yapısını ifade eder. Devlete egemen olan en güçlü sermeye kesimi devlet aracılığıyla burjuva partileri kontrol altında tutma politikası izler. Bu dağınık durum ihtiyaç olduğunda birleşmeleri önünde engel değildir. Parlamento da çoğunluğu kaybeden ve güçsüzleşen AKP ile daha önce her türlü suçlamayı yapan MHP ve aşırı milliyetçi Kemalist kanadın bir şey olmamış gibi ittifak kurmaları ve R.T. Erdoğan’ı “reis”leri olarak kabul etmeleri buna örnektir. “Cumhur” ve “Millet” ittifakları adı altında 14 Mayıs seçimlerine kadar iki büyük siyasi kutup şeklinde hareket eden burjuvazinin güç dengeleri değişince pozisyonlarda değişime uğradı. Seçim yenilgisiyle “millet ittifakı” dağıldı. “Cumhur” ise 31 Mart yerel yönetimler seçiminde aldığı ağır darbeyle sarsıldı. AKP-MHP hükümet bloğu seçmen desteğini ve yerelde rant gelirini kaybetti. Bununla birlikte kullanılagelinen ırkçı, milliyetçilik ve aşırı islami ideolojik, siyasi propaganda, KUH, komünistler, devrimci demokratik ileri olan ne varsa “düşman” gösteren anlayış ve uygulama etki gücünü yitirdi. Toplumsal demokratik istek ve değişimler arzusu milliyetçilikle örülen kabuğu çatlattı. Sosyal olarak nüfusun çoğunluğunu oluşturan işçi sınıfı, emekçi halk kitlelerinde gerçekleşen bu değişim ve yeni yönelimi gören burjuvazi yeni koşullara göre yeni bir dizilme girdi ve pozisyonlar tazelendi. 14 mayısta “AKP yeniden kazanırsa Türkiye’ye karanlık çöker” diyenler ve bir partiye ve C. Başkanına söylenebilecek ne kadar olumsuz tanım ve tespit varsa suralayanlar, seçimden sonra söylediklerini unutmaları ve 31 Mart yerel seçimlerde hezimete uğrayan AKP’nin genel merkezine koşan CHP genel başkanı Özgür Özel ile cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan ile görüşmesi “demokrasi için kilometre taşı” olarak değerlendirilmesi seçim sonrası burjuvazinin yeni dizilimini ifade eden gösterge oldu. Ve “normalleşme” olağan olmayan durumun resmî kabulün ifadesi iken egemen sınıf arasında yeni format atma iradesi beyan edildi. Şaşırtıcı değildi, çünkü burjuvazi çıkarlarını esas alarak politika yürütür.

Emperyalizmin uşağı egemen komprador Türk burjuvazisinin en etkin kesim ve odaklarının önderliğinde güçlerin birliğini -merkezileşmesini- ifade eden faşist yönetim modeliyle yola devam etme konusunda bir konsensüs oluşmuştur. “Parlamenter sisteme geçiş” vaatleri bir kenara atılarak CHP-AKP ilişkilerine yeni format atılarak MHP ile genişletilen müzakereler güncel sorunlara dikkatleri çeken çerçevesiyle sınırlanırken mevcut devlet sistemi ve yönetim biçimi esasta korunarak -biçimsel göz boyayan kimi aldatma adımlarıyla kimi siyasi kararlarla yapılan cezalandırmaların sonlandırılması yoluyla makyajleme hamleleriyle- yola devam edileceği konusunda burjuvazinin yönelimi açığa çıktı.

AKP-MHP-CHP uzlaşma arayışından demokrasi sağmaya çalışanlar oldu. Kendileri demokrat olmayan partilerin demokrasiye geçişe öncülük etmesi olanaksızdır. Çünkü komprador burjuvazinin rekabet halindeki iki büyük siyasi kutbuna liderlik eden bu partilerin demokratik niteliği yoktur. Her iki siyasi kamp gericidir, halk düşmanıdır, devrim ve toplumsal gelişmelerin önünde engeldir. Devrimci demokratik güçlere, halkımıza kan kusturan, savaş politikasından vazgeçmeyen AKP ve benzer partiler yerel seçimde hezimet yaşadı diye aniden demokratik yapıya dönüşmez. Keza iç-dış politikada Kürtlere karşı yürütülen savaşta daima AKP’nin koktuk değneği olan CHP ve benzeri partiler devletin demokratikleştirilmesi meselesinde öncülük edemez. Çünkü Türk burjuvazisi emperyalizme bağımlıdır, ancak baskı ve şiddetle iktidarını sürdürebilir, proleter devrimci sınıf mücadelesinin baş düşmanıdır. Dolaysız olarak demokrasinin gerçekleştirilmesi mücadelesinin önündeki en büyük engeldir. Sermaye demokrasi istemiyor, çünkü burjuva ölçüde demokratik bir Türkiye’de emperyalist tekeller ve uşakları işçi sınıfını böyle kölece, acımasızca sömüremez ve azami kârlar elde edemezler. Bu nedenle, ister “modern laik” milliyetçi Kemalist, ister islami, muhafazakar milliyetçi, ister pan Türkist kafatasçı milliyetçi, isterse liberal muhafazakar milliyetçi, ister liberal-demokrat vs. vb. iddialı olsun burjuvazinin çeşitli klikkerini temsil eden partilerin hiçbiri kelimenin gerçek anlamıyla demokrat değiller ve demokrasiye öncülük edemezler. İşçiler egemen sınıf partilerinin siyasi karakteri hakkında açık ve net sınıf bilincine sahip olmadan kendisi için sınıf olmanın parçası olamazlar, sürekli aldatılırlar.

Muhalefette olmanın tadını çıkaran toplumsal demokrasi, özgürlük, adalet taleplerini, hatta işçi sınıfının 1Mayıs’ı Taksim’de kutlama iradesine kendisini kayyum atayan CHP’ye gelince; CHP komprador burjuvazinin en köklü ve siyasi bilinci en gelişkin örgütüdür. Kemalist faşist devlet düzeninin en statükocu savunucusudur, ondan demokrasi beklemek nereden neyin beklenmesi gerektiğini bilmemektir. Kaldı ki, her yerde demokrasi sistemin içeriğidir ve sınıfsaldır. Egemenler halk için demokrasinin kurucusu olamazlar. Halk için demokrasi modern toplumda ancak sınıf bilinçli proletaryanın mücadelesi ile gerçekleştirilebilir. Türkiye’de de farklı ve istisna olmayacaktır. Demokrasi meselesi bu nedenle devrim mücadelesinden koparılmaz. Bu olgu kavranmadığı oranda kendini demokrat gösteren burjuva muhalefetin etkisine açık hale gelinir, arkasına takılınır. Son seçimlerde reformist, sosyalist partilerin CHP’ye yedeklenmeleri yanında kimi küçük burjuva devrimci yapılarında aynı etki altında kaldıkları bilenen gerçeklerdir.

Ayrıca AKP-CHP siyasi balayına bakılarak burjuvazinin kendi arasındaki rekabetin sönümlendiği sonucu çıkarılamaz. Aksine yakınlaşma, müzakere, yeni ilişki biçimi ve taktik manevralar rekabetin yeni koşullarda aldığı biçimdir. Her tarafından dökülen, onarılması pek mümkün olmayan devlet düzeninin korunması, sömürü çarkının dönmesi, büyüyen toplumsallaşmış özgürlük ve demokrasi isteklerinin kontrol altında tutulması ve statükonun devamı için burjuvazinin muhalefette yükselen gücüne sistemin bekası bakımından alan açılmaktadır. 

Kemalizm Yeniden Parlatılıyor

AKP’nin muhafazakar islami ağırlıklı ideolojik politik söylemleriyle kaynaşmış milliyetçi ideoloji görmezden gelinerek “Kemalizm, Kemalist ideoloji tasfiyesi edildi” tespitinde bulunanlar hatalıydı. Mustafa Kemal ismiyle özdeşleşmiş “Kemalizm” olarak ifade edilen Türk burjuva milliyetçilik ideoloji ve siyasi çizgisinin en bağnaz uygulayıcısının AKP hükümetleri olduğunu daima hatırlattık. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra Kemalizm yeniden parlatılması süreci hızlandı. İslami muhafazakar-milliyetçi AKP kitleler nezdinde yıprandıkça arka fonda daima siyasi çizgiye yön veren Kemalizm yeniden sahnenin önüne konuldu. İdeoloji sınıflara aittir. Kemalizm olarak ifade edilen düşünce Türk burjuvazisinin en bağnaz, faşist, fetihçi, Türk ırkının ayrıcalığı esasına dayanan milliyetçilik ideolojisidir. Kaypakkaya yoldaşın ifadesiyle, Kemalizm faşizmdir. En muhafazakar ve islamcı partiler bile aynı zamanda Türk milletine üstünlük ve ayrıcalık tanıyan Türk devlet düzeni statükosunun korunmasından yanadır ve dolaysız olarak milliyetçidirler. Aralarında nüans farkları vardır. Bu nedenle egemen burjuva sınıfı milliyetçilik ideolojisi siyasi çizgisi, burjuvazinin herhangi bir partisi tarafından tasfiye edilemez, ancak değişen toplumsal koşullara göre yeniden üretilir. Örneğin M. Kemal’in 1930’lardaki “tüm ırklar Türklerden türedi” gibi ırkçı tezi savunulamaz, ama AKP’nin yaptığı gibi “Kemalizm karşıtı” kimliği altında tek dil, tek din, tek bayrak, tek vatan, tek ırk” vs. Kemalizmin özü olan siyasi temel ve düzen caminin gölgesinde kutsanarak uygulanır.

Kitleler üzerinde etki gücü zayıflayan islami politik söylemin yerini muhalefet cephesinde CHP’nin yükselmesiyle birlikte farklı biçimleriyle Kemalist burjuva ideolojik söylem alacaktır. İslamiyet ise tıpkı M. Kemal döneminde olduğu gibi kitlelerin aldatılmasında devlet dini olarak kullanılmaya devam edilecek ve laiklik nutuklarıda hiç eksik olmayacak. Şu açıktır: hükümetler değişir, devrimci sınıf tarafından yıkılmadıkça kapitalist devlet sürer ve egemen kapitalistler sınıfının düşüncesi toplumda egemen düşünce olmaya devam eder ve her koşulda sermayenin programı uygulanır. AKP’nin yerini alacağı beklenen CHP kendisini nasıl tanımlarsa tanımlasın ait olduğu sınıf partisi, yani burjuvazinin partisi olarak sermayenin silahlarını kuşanarak işçi sınıfına karşı sermayenin programını uygular.

Devam edecek…

Toplumsal Siyasi, Politik Durum Üzerine (1)
Yorum Yap
Giriş Yap

Devrimci Demokrasi ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin