1. Haberler
  2. GÜNDEM
  3. “TANIMIYORUZ” VE “TANIMAYIN” RETORİKLİ “TECRİT ET KURTUL” ÇARPIK DEMOKRASİ ANLAYIŞINDA FİLİZLENEN TAHAMMÜLSÜZLÜK

“TANIMIYORUZ” VE “TANIMAYIN” RETORİKLİ “TECRİT ET KURTUL” ÇARPIK DEMOKRASİ ANLAYIŞINDA FİLİZLENEN TAHAMMÜLSÜZLÜK

featured
service

Demokrasi sınıf karakteridir. Sınıflar üstü ve demokrasi yoktur. Proleter demokrasi temsil ettiği sınıfların siyasi amacı, yönetim biçimi, kültürü bakımından burjuva demokrasisinden ayrılır. İnsanı köleleştirerek sömürenlerin dayandığı demokrasi ile sömürülenlerin sömürüye dayalı toplum düzenini ortadan kaldırarak kurdukları demokrasi yan yana konulamaz, aynılaştırılamaz. İki uzlaşmaz sınıfın yönetim biçimi özleşmez özüne uygun olarak farklı olacaktır. İşçi sınıfı ve tüm emekçi kitlelerin sınıf çıkarları doğrultusunda toplumun gelişmesine önderlik etmeyen eşit ve özgür bir toplumsal sistemin kurulmasını esas almayan bir demokrasi anlayışının ister iktidarda, ister ise iktidarı kazanma mücadelesi içinde henüz yönetime gelmemiş olsun fark etmez adı ne olursa olsun proletaryanın demokrasi anlayışıyla ilgisi yoktur. Komünistler kitlelerin yönetilen sürü olarak görülüp kullanılmasından çıkıp sistemin doğrudan katılımcısı olarak kendi kendisinin yöneticisi olmasını savunmakta, bu amaç için çalışmaktadırlar. Proletaryanın yöneten bir sınıf olarak toplumun devrimci dönüşümünde rolünü rolünü oynayabilmesinin tek bir çözümü: özel mülkiyete dayalı sömürücü düzeni ortadan kaldırmaktır. Eşitlik ve proleter demokrasi mülkiyet ilişkilerinden bağımsız ele alınamaz. Kapitalist mülkiyet ilişkileri ve diktatörlüğü duruyorken reformist akımların her bir yerde vaat ettikleri eşitlik ve demokrasinin proleter demokrasi anlayışı ile bir ilgisi yoktur. Bu sınıf savaşımını tatil edip sınıf barışına secde edenlerin demokrasi anlayışıdır. Rahatlıkla anlaşılabilir ki, toplumsal özgürlük, eşitlik için mücadeleye tutuşan ve sınıf savaşı bayrağını eline alan devrimci işçi sınıfının hiçbir örgütü hangi gelişme aşamasında olursa olsun kendisinin ittifak kuvvetleri olan ve aynı zamanda iktidarı kazanma gayesinde devrimin itici güçleri olan tüm emekçi halk kitlelerinin zararına olabilecek hiçbir karara imza atamaz. Bu yönlü hatalı pratiklere girilemez. Çünkü proleter sınıf mücadelesi ve demokrasi anlayışı halk kitlelerinin zararına olan her tutumu baskı türlerini vs. dışlar. Bugünün mücadele çizgisi, örgütlenme ve yönetme anlayışının yarın kurulacak iktidarın birer küçük örnekleri olduğu unutulmamalı.

Nasıl bir iktidar ve nasıl bir demokrasi kavrayışına sahip olunduğu sorusunun Türkiye-K. Kürdistan devrimci hareketi açısından netlikle yanıtlanabilmesinin birinci koşulu her bir parti ve örgütün bünyesindeki farklı görüşlere karşı nasıl bir yöntem izlediği, iç demokrasinin olup-olmadığı, farklı fikirler örgüt dışında ifade edildiğinde buna karşı nasıl yaklaşıldığı, en önemlisi de politik giderilebilir sorunlardan kaynaklı hatalı ayrılıklar olsun, yada kaçınılmaz ideolojik programsal farklılıklardan yaşanan ayrılıklar olsun temelde ayrılıklar meselesine nasıl yaklaşıldığı bu ayrılıklarda taraf olan halka nasıl bir tutumla gidildiği ve dostların, kitlelerin kendilerine yönelik eleştirileri nasıl ele alındığına bakılarak ister kendisini komünist, isterse devrimci olarak tanımlasın her örgütün farklı fikirlere karşı ve ayrılıklarda takındığı tutumla demokrasi kavrayışı rahatlıkla anlaşılabilir. Çünkü bu tür sorunlara yaklaşım aynı zamanda devrimin itici güçleri olan halk kitleleri arasındaki çelişmelerin ele alınması anlayışıyla doğrudan bağlıdır ve her politik gücün demokrasi ve iktidar kavrayışını gözler önüne serer.

Ne yazık ki halk kitleleri arasındaki çelişkilerin çözüm metodu konusunda Türkiye-K. Kürdistan’da küçük-burjuva akımların siyaset anlayışları ve politik tutumları oldukça sekter, yıkıcı ve devrimci amaca hizmet etmeyen içeriktedir. Örgüt içi çelişkileri çözme yöntemleri kitleler arasında sorunların ele alınışında başvurulan yıkıcı yöntemden hiçte farklı değildir. 1970’lerden itibaren kendini tekrar eden kısır döngü kırılmış değildir. Bu siyasetlerin monolitik (tekçi) örgüt anlayışlarının beslendiği küçük-burjuva oportünist ideolojik doğrultu proleter demokrasiyi dışlamaktadır. Ayrılık ve parti içi meselelerde yıkıcı ve gerici tutumlar sergileyen bu küçük-burjuva akımlara ve bunlarla birebir aynı olmasa da benzer bir biçimde sekter, yıkıcı tavırlar ve kararlar alabilen Maoistlere yönelikte Maoist Komünist Parti’nin eleştirileri bu konuda ciddi bir külliyat oluşturmaktadır. Ne yazık ki kendine Maoist diyenlerde öteden beri eleştirilen oportünist ve düpedüz gerici olan tutum ve tarzları halk içi ve parti içi çelişkilere yaklaşımda gösterebilmektedirler.

Oysa Marksist, Leninist, Maoistlerin kitle çizgisi anlayışında halk içi çelişkilerin çözümünde zor siyaseti yoktur. Zor’dan sadece kaba kuvvet, öldürme vb. anlaşılmamalı. Bunun içinde sindirme, karalama, tehdit ve tecrit etme vb. vs. gerici metotlarda dahildir. Maoistlerin halk içi ve parti içi çelişkilerde çözüm metodu zor, tehdit, engelleme, yasakçılık, karalama ve tecrit etme olamaz.

Maoistler arasında yaşanan son ayrılıklarda gösterilen anlayış ve tutumlara bakıldığında kendine Büyük Proleter Kültür Devriminin (BPKD) devamcısı iddiasında olan Maoistlerin farklı fikirlere ve ayrılık sorununa yaklaşımında pekte BPKD mirasından doğru sonuçlar çıkarmadıkları görülmektedir. Hadi diyelim Kültür Devrimi yeterince anlaşılmadı, ama proletarya partisinin kendi tecrübelerinden çıkardığı sonuçlar ve partimizin yaptığı eleştirilerden de mi hiçbir ders alınmadı. Ders alınmadığı çok açıktır. 2014 yılında MKP “3.Kongre”cilerin ayrılık meselesine yaklaşımı ile TKP/ML’de yaşanan son ayrılıkta tarafların – Özgür Gelecek ve Yeni Demokrasi’nin – birbirine yaklaşımının özde aynı olması dikkat çekicidir. TKP/ML’de olanlar sanki devrimci bir örgütte yaşanmış bir ayrılık – kimin çok hatalı olduğundan bağımsız – değil düşman kutupların karşı karşıya konumlanmış savaşı gibidir. Tehdit, karalama, hakaret, sindirme, tecrit etme, zor, yıpratma vd. vs. ne ararsan var. MKP “3.Kongre”cilerin benimsedikleri yöntemlerde hiç farklı olmamıştır.

Oysa Maoist partinin ayrılıkların devrimci metotla ele alınması yönünde yaptığı özeleştiriler yanında; “Uzun Yürüyüş”e, “Yeniden İnşa” çalışanlarına, “Devrimci Dönüşüm” çalışanlarına yönelik TKP/ML’nin sol sekter, devrimci amaca uygun düşmeyen anlayışını, karar ve tavrını eleştirmiştir. Gelinen aşamada parti içi çelişkilerin ele alınması meselesinde TKP/ML ile MKP “3.Kongre”ciler aynı sol sekter, yıkıcı anlayışta buluşmuşlardır. Ayrılık meselesinde gösterilen tutum ve ele alış biçimi ele alındığında bu her iki örgütte sınıfta kalmıştır. Hele Halkın Günlüğü çizgisinin Maoist hareketin bu meselede yaptığı bütün değerlendirmeleri bütünüyle çöpe atması bu çizginin nasıl bir siyasi rotaya girdiğini de göstermektedir.

Ayrılık meselesinde takınılan sol sekter yıkıcı tasfiyeci tutum halk ve parti içi çelişmelerin çözümünde Marksist, Leninist, Maoist bilimsel yöntemin kavranmadığının kanıtıdır. Ayrılıkların diyalektik olarak birlik içerdiğini, devrimci temelde ele alındığında birleşmenin mümkün, hatta gerekli olduğu siyasi, politik düşüncesinin bir kenara itilmesi ayrılan tarafların yada çoğunluğun azınlık olan tarafa düşmanmış muamelesi ile yaklaşımda bulunmak gafletine varmaktadır.

Oysa nicel olarak güçlü olmak doğru ve haklı olduğun anlamına gelmez. Ancak oportünistler, Marksist teori ve ilkelerden yoksun olanlar çoğunluğun her zaman haklı olduğunu söyleyebilir. “Ben partiyim”, “ben çoğunluğum”, “ben meşruyum” deyip karşı tarafa, ayrılana yada ayrılığın diğer tarafına “sen parti değilsin”, “sen azınlıksın”, “sen meşru değilsin” deyip istediği gibi teşhir eden, damgalayan ve düşman gibi gösteren bu sakat anlayış kendilerine yöneltilen eleştirilere tahammülsüzdür. Yani kendileri her şeyi söyleyecek ama kimse karşılarında kendisini savunmayacak. Burjuva demokratların bile bu kadar çarpık tartışma kültüründen yoksun tutumlara girmediklerini bu yaman Maoistler göremiyorlar.

Normal dönemlerde kültür devriminden, iki çizgi mücadelesinden, Maoist demokratik kitle çizgisinden tekrar tekrar söz edilir ama parti içi bir ayrılık durumunda hemen bilimsel dünya görüşü askıya alınır sol sekter, hotzotçu, yıkıcı tarz devreye sokulur. Örneğin “3.Kongre”cilerayrılıkta hareketimize “üç-beş kişi”, önemsiz grup”, “ne olduğu belli olmayanlar” gibi gerici, devrimci kültüre uygun olmayan ve Maoist kitle çizgisi ve demokrasi anlayışıyla bağdaşmayan yığınla tanımlamalarda bulunmuştu.

Tüm bunlar burjuva siyaset tarzının sınıf siyaseti içindeki etkileridir. Bugün “önemsiz grup”, “üç-beş kişi”, yada “azınlık” denilenlerin eleştirilerine devrimci muhalefetine tahammül etmeyenler nasıl gelecekte proleter demokrasiyi inşa etmeye önderlik edebilirler. Bu tür anlayışlar koşulları uygun olsa bugünde yarında muhalefetin kafasını koparır. Ayrılıklar sınıf mücadelesinin kaçınılmaz bir parçasıdır, ayrılılarda eleştirilere tahammülsüz olanlar, devrimci olmayan metotlarla ayrılığın diğer taraflarını yok etmeye, baskı altına almaya, sindirmeye ve tecrit etmeye kalkışanlar Maoist olamazlar. Tüm bunlar burjuvaziden devralınmış gerici siyaset tarzıdır. Muhalefet edenlerin her zaman haklı olduğunu, olabileceğini söylemiyoruz. Eleştiriler doğru yada yanlış haklı veya haksızda olabilir, önemli olan eleştirenlerin bu hakkına saygı gösterme olgunluğudur. Kendini komünist olarak tanımlayıp halk ve parti içi sorunların ele alınmasında ve demokrasi bilinci konusunda burjuva demokratların bile gerisine düşülmesi oldukça trajiktir. Ayrılıktan sonra bir tarafın nicel gücüne dayanarak devrimci bir yapıyı devrimci demokratik ortak çalışmalardan yasakçı zihniyete yaslanarak tecrit etme politikasına sarılması ve bir kısım küçük-burjuva örgütün de bu gerici politikaya ortak olması Türkiye’de devrimci hareketin iktidar ve demokrasi kavrayışını yansıtan dramatik bir örnektir. Bu durum aynı zamanda ideolojik çözülmenin boyutlandığını da göstermektedir.

Mevcut durumda yaşanan son ayrılıklarla birlikte iki MKP iki TKP/ML var. Henüz TKP/ML’de ayrılık olmadan “3.Kongre”cilerle hareket eden ve sadece onları muhatap alma tutumu takınan TKP/ML, ismimizi değiştirmediğimiz, MKP olmaya devam ettiğimiz için bizi muhatap almama politikası izledi. MKP “3.Kongre”ciler özellikle hapishanelerde “onlar varsa biz yokuz”, “muhatap almayın”, partimizin ismini kullanamazlar” vb. vs. gerici argümanlarla ortak etkinlik ve eylemliliklerde tecrit edilmemiz üzerine bir tarz izledi. Bu devrimci siyasetten uzak burjuvaziden devralınmış anlayışa en başta TKP/ML ortak oldu, onları MLKP, TKİP izledi. Böylece MKP “3.Kongre”ciler TKP/ML, MLKP, TKİP’li tutsakların birlikte hareket ettiği hapishanelerde MKP tutsakları tecrit edilmiş oldu. Son derece zaruri ve siyaseten kaçınılmaz ve en tabi hakkımız olan partimizin ismini kullanmamız bu dostlar açısından bir tecrit etme gerekçesi haline geldi.

“3.Kongre”cilerin bu gerici isteğine pirim vermeyen DHKP/C bu politikaya ortak olmadı. Keza PKK’de devrimci dostça ilişkilerini sürdürmeye devam etti. Ama küçük-burjuva ruh halinden, dar deneyciliğin döngüsünden, mücadeleyi kendisinden ibaret sanma yüzeyselliğinden kurtulamayan saydığımız örgütler tutsaklarımızı tecrit etme politikasını değiştirmediler. Devrimci bir örgütle “sosyal ilişki kesme”yi devrimci politika sananlar bugünde yanı başında devrimci tutumlarında, kültür ve anlayışlarında, taviz vermeden direnen partimizin komünist tutsaklarıyla siyasal, politik ilişki kurmayıp tecrit edenler bunu devrimci politika sanmaya devam etmekteler. Öyle bir kendinden geçme hali içindeler ki davet edilen anmalara katılmadıkları gibi, ölümsüzleşen devrimciler için yapılan anmaya yanı başındaki tutsakları davet etmiyorlar. Birlik ve dayanışmaya büyük önem veren bilinçli halk kitleleri içinde bir devrimci yapı böyle davransın halk ona sırtını döner. Bu dostlar izledikleri politikaya devrimci politika diyorlar. Siz mi karar vereceksiniz bizim hangi ismi kullanacağımıza?! Ayrılıklarda isim hakkının nicel olarak büyük parçada kalacağını söyleyen bir teorimi var?! Daha da ötesi izlediğiniz tecrit siyasetinin devrim hareketine faydası nedir?! Biraz düşünmenizde fayda vardır kanaatindeyiz.

Bizi geriletmesi olanaksız olan bu tecrit ve sindirme siyaseti uygulayanların demokrasi kavrayışının sınıf bilinçli kitleler tarafından değerlendirilmesi bakımından eleştiri görevimizi yerine getiriyoruz. Hiçbir parti ve örgütün başka bir partinin kendini ifade etmesi, tanımlaması ve kullandığı isim üzerinde tasarruf hakkı yoktur. İkiye bölünmüş bir partide aynı isim altında mücadeleye devam eden taraflardan biri için isim meşru ama diğeri için meşru değilmiş gibi bir tarafı nicel gücüne bakarak meşru görüp bir diğer tarafa isim yasakçılığına kalkışmak, tecrit etmek, devrimci platformların, etkinliklerin dışına itmek devrimci siyasetle bağdaşmaz.

Örneğin ikiye ayrılan TKP/ML’den hangisi muhatap alınacak?! Bu sakat oportünist sağ tasfiyeci anlayışla tutum belirlenmesi halinde iki taraftan birisinin meşru görülmesi gerekiyor?. Yeni demokrasi hizipçilik, iradeyi tanımama, darbecilikle suçladığı Özgür Gelecek benzer suçlamaları darbecilik, MK’nın gasp edilmesi, hizipçilik, bürokratik tasfiyecilik, ayak oyunları vb. vs. yığınla ifadeyle karşı suçlamada bulunuyor?. Sahiden hangisi meşru!! Bu gerçekten çocukça bir soru. Çünkü hiç kimsenin başka bir örgütün iradesi üzerinde tasarruf hakkı bulunmuyor. Lakin partimize yönelik ideolojik ve siyasi hesaplarla yaklaşım sergileyip dışarda-içerde tecrit etme siyaseti izleyen bu küçük-burjuva yapılar TKP/ML ayrılığında ayrılan tarafların aynı ismi kullanmasını hiç sorun etmediler. Yeni Demokrasi’den daha fazla Özgür Gelecek ile ilişkilerini sürdürdüler. Şu çelişki ortaya çıktı: “3.Kongre”cileri meşru görüp aynı ismi kullandığımız için partimizi muhatap almayan TKP/ML’nin (her iki kanadı içinde geçerli çünkü hepsi tecrit siyasetinin parçasıydılar) aynı ismi kullanmaktan dolayı her iki kanattan birisiyle ilişki kuran parti ve örgütlerle ilişki kurmamaları gerekirdi. Öyle ya her iki kanat tıpkı “3.Kongre”ciler gibi “partimizin ismini kullanıyorlar” demagojisinden vazgeçmiş değiller. TKP/ML’nin iki kanadı da bu konuda da son derece oportünist bir tutumla istemeye istemeye de olsa tıpış tıpış isim konusunu ilişkilenmenin ön şartı yapmadan ilişkilenmelerini sürdürdüler. Diğer küçük-burjuva oportünist örgütlerde ayrılan iki tarafta aynı ismi kullanıyor diye ikisinden birini tanımama tutumu göstermediler. Tam bir tutarsızlık ve ilkesizlik örneğidir. Teorik olarak demokrasi meselesinde mangalda kül bırakmayan söz konusu örgütlerin ayrılık meselesinde ne kendi içinde, nede kendisi dışında tutarlı ve ilkeli bir anlayışa sahip olmadıkları apaçıktır. Siyaset yasakçılığı, tecrit ve baskı oluşturmada kendi oportünist çizgilerine yakınlaşan “3.Kongre”cileri sevinçle karşılayan Hocacı yapıların – MLKP, TKİP ve diğerleri – ideolojik ve siyasi hesaplarla örülü ilkesiz tutumları bir yere kadar anlaşılırda, peki kendine Maoist diyen TKP/ML’nin bu tasfiyeci sindirme ve tecrit etme yönelimlerindeki gerici politikadaki ortaklığı niye?! Üstelik “3.Kongre” çizgisini revizyonist değerlendirmelerine rağmen!.

Yeri gelmişken Maoist partinin 1. Kongrede (2002) yaptığı değerlendirmeye bağlı olarak anlayışımızı özetleyelim: Kendi hukuku ve ideolojik bakışıyla kendisini parti yada örgüt olarak ortaya koyan hiçbir siyasal yapının parti yada örgüt olup olmadığını tartışma hakkına sahip değiliz. Dışımızdaki örgüt ve partilerde yaşanan ayrılıklarda kimin meşru, kimin meşru olmadığı, kimin isim kullanma hakkına sahip olduğu, kimin olmadığını tartışma hakkına da sahip değiliz. En fazla proletaryanın devrimci kitle çizgisi ve ittifak kavrayışı doğrultusunda kendi hukukumuz çerçevesinde bu siyasal yapılarla nerede nasıl beraber olacağımızı, yada birlikte çalışma durumumuz yoksa bunu açıklama hakkına sahibiz. Anlaşılması açısından örneklersek: Ayrılan her iki kanadın TKP/ML ismini kullanması bizim için bir tartışma konusu değildir, olamaz. Ama devrimci, dost, yoldaş parti değerlendirmelerimize uygun olarak ilişkilenmemizi belirleme hakkına sahibiz.

Daha önce 1990’lı yıllarda hapishane konseylerinde yer alan kimi siyasal yapıların örgüt olup olmadığı, dolayısıyla konseylerde yer alıp alamayacakları tartışmaları yaşanmıştır. 2000’li yılların başında da tutsak cephesinde benzer tartışmalar olmuştur. Maoist parti bu yönlü öznelci tartışmaları mahkum etmiştir. “Üç kişilik örgütlerin üç yüzlerin, üç binlerin kaderine yön verecek politikaya ortak oluyor” anlayışları o dönemde de hayli revaçtaydı. Nasıl bir ilişkilenme ve temsiliyet tartışması yürütülmüştü. Maoist parti demokrasi ve iktidar kavrayışımızdaki bu problemli yanları değerlendirip mahkum etmiştir. Tabi evro komünizm konseptinin mimarları bu anlayışları çoktan unuttular.

Özcesi her hangi bir siyasal yapının kendisini tanımlama biçimine ismine müdahale etmek, dayatmada bulunmak ve tüm bunların o siyasal yapıyı tecrit etme, yalnızlaştırma gerekçesi haline getirilmesi devrimci siyaset değildir.

Tecrit, sindirme, karalama, manipülasyon, dedikodu ile yıpratma, düşman gibi etiketleme kısır döngüsü ile nereye kadar gidilecek. Bu anlayışı sürdürenlerin içyapılarındaki demokrasi açığı diğer zaaflarıyla birlikte büyümeye devam edecektir.

Teoride her örgüt “sol içi şiddete karşı” gözüküyor ama bir ayrılık yaşanmaya görsün “sol içi şiddet” üzerine döktürülen tüm demokratik söylemler bir kenara atılır. Neredeyse tüm devrimci örgütler kendisi dışında uygulanan “şiddet”e eleştiri yöneltse de, kendi içindeki ayrılıklarda benzer biçimde ölüm kararları alanlardan tutalım da, siyaset yasakçılığına, dövme ve tecritten tutalım da, kullanılan yer ve malzemelere el koymaya varan bir dizi pratik söz konusu olmaktadır. Özcesi ideolojik eleştiri dışında her şey var. Keza ayrılıklardaki sol sekter tasfiyeci anlayış döngüsüne hapsolmuş devrimci hareket bu konularda bir uzlaşma noktasına da sahiptir. Diyelim ki bir örgütte ayrılık oldu ayrışan küçük parçaya karşı bir uzlaşma sağlanabiliyor, ayrılanlara şiddet uygulansa bile görmezden geliniyor ve böylece nicel olarak küçük olan ayrılan kesime karşı topyekun anti-demokratik bir tutum ortaya çıkıyor. Karşılıklı çıkarlar düşünülüyor. “Ben ayrılıkta seni tutup diğer tarafı tanımadım sende bana böyle yaklaş” mutabakatıdır bu. Fiili anlaşma siyasetinin dışına çıkıldığı da oluyor, çünkü meseleye yaklaşım bilimsel ve ilkesel temelde gerçekleşmiyor koşullara göre ve pragmatist hesaplarla yaklaşılıyor. Örneğin, partimizin son yaşadığı ayrılıkta TKP/ML pratik sahada kraldan çok kralcı kesilerek “3.Kongre”cileri memnun eden bir tutumla bize yönelik tecrit, sindirme ve yasakçılık siyasetinin ortağı oldu. Ama TKP/ML’deki ayrılıkta “3.Kongre”ciler Özgür Gelecek tarafıyla ilişkilendiklerinde Yeni Demokrasi tarafı adeta hayal kırıklığına uğramış bir biçimde “biz sizden ayrılanları dikkate almadık, siz niye bizden ayrılanları dikkate alıyorsunuz” diyebilmiştir. Tüm bunların proletaryanın sınıf demokrasisine uygun olmayan özü gerici burjuva tarz ve tutumlar olduğunu belirtmek durumundayız.

Devrim amacı ve sınıf mücadelesi bütünlüğünden kopan anlayış ve pratiklerle barışık olmak kabul edilemez. Ayrılıklarda esas alınması gerekli ideolojik mücadele yerine iki taraftan birinin diğerine yönelik ağır ithamlar ve adeta düşmanmış gibi bir etiketlemeyle algı yaratılarak devrimci örgütler arasında bir tavır örgütlemeye kalkışmak düpe düz gerici bir faaliyettir. Kim tarafından yapılırsa yapılsın kabul edilemez.

İster grup, ister çevre, isterse tek tek kopuşan devrimci insanlara olsun çeşitli demagojik argümanlar eşliğinde baskı kurulamaz, tehdit siyaseti izlenemez. Bu tür anlayışlar devrim hareketine büyük zarar vermektedir. Kendi hukuku içinde sisteme karşı mücadele eden her güç büyük-küçük fark etmez komünist proletarya hareketine yakın dost güçlerdir. Çeşitli gerekçelerle devrimci her hangi bir yapının dışlanması, tecrit edilmesi veyahut da siyaset yasakçılığına maruz bırakılması proleter sınıf devrimciliğine, duruşuna ve proleter kültür ve demokrasi anlayışına yapılmış bir saldırıdır ve kabulü asla mümkün değildir. Proletarya partisi dost ve ittifak güçleriyle ilişki ve demokrasi konusunda çok net ve açık fikirlere sahiptir. Eleştirilerimizde proletaryanın bu demokrasi ve iktidar anlayışı doğrultusunda yapılmaktadır.

Bir devrimci parti kitle çizgisinde dost güçlerle ilkeli ilişki kurma anlayışından yoksun ise o partinin devrim iddiası sadece söze dayanır. Başka bir parti ve örgütün tutum ve tavrına göre bir devrimci yapıya yaklaşımını belirleyenlerin kurma hedefi koydukları demokrasiye önderlik etme iradeleri ilk adımda sakatlanmış demektir. “Muhalifler tecrit edilip bastırıldığı” için Sovyetleri “parti diktatörlüğü” Stalin’i ise “muhalifleri tecrit eden diktatör” olarak tanımlayıp “tecrit insanlık suçudur” şiarını eklemeyi unutmayan “3.Kongre”cilerin 2014 ayrılığında ayrılığında Maoist komünistlere yönelik geliştirdiği tecrit etme, baskılama, itibarsızlaştırma siyasetinin ortağı olan devrimci örgütler şimdiden kurmayı ilan ettikleri iktidarın demokratikliğine dair iddialarından vaz geçmeliler. Partimize yönelik olumsuz ve itibarsızlaştırıcı tanımlamalarla yaratılmış baskılanma doğrultusunda “3.Kongre”cilerle tecrit ve tasfiye siyasetinde mutabakat halinde hareket etmeleri, tutsaklar cephesinde “3.Kongre”ciler, TKP/ML, MLKP, TKİP ortak oportünist tutumuyla Maoist komünist tutsakların tecrit edilmesi pratiğinde somutlaşmış uç örnek olmuştur.

Hapishanelerin özgün koşullarında büyükten en küçüğüne çeşitli parti ve örgütlerin tek tek devrimcilerin, devrimci grupların, hatta hiçbir örgütle bağı olmamasına rağmen pozisyonunu koruyan devrimcilerin saldırılara karşı ortak tutumla hareket etmesi geleneğini bu örgütler bir kenara atmıştır. Ki bu ortak mücadele geleneği büyük kahramanca bir direniş tarihinin ürünüdür. Peki bu örgütler ne yapıyor. Direnen, hücrelere atılan, sürgün edilen, saldırılara uğrayan bir komünist örgütün tutsaklarına karşı üç maymunu – görmedim, duymadım, bilmiyorum – oynuyor. Değerli dostlar bu tutum ve tarzların devrimcilikle ilgisi yoktur. Ayrıca kraldan çok kralcı olmanızın da bir anlamı yoktur.

Bir tarafın ayrılık meselesinde yaydığı sübjektif bilgilere dayalı doğruları ters yüz eden öznelci değerlendirmelerden uzak durulmalı. Pragmatist, ucuz hesaplarla bir tarafın tutulup diğer tarafın yok sayılması özü itibarıyla devrimciliğin tasfiyesi anlayışıdır. Eleştiriler, tanımlamalar ancak kitlelere açıklanmış anlayışlar üzerinden yapılabilir. Başkalarının dedikleri üzerinden değil, bir parti, örgüt, çevre yada grup deklere edilmiş bildirimler ve pratiği içinde değerlendirilebilir.

Tecrit siyaseti Maoist komünistler açısından politik çalışmalarında ve savunularında bir zaafiyet oluşturmaz. Ama devrimci örgütleri tutarlılığa davet eden eleştirilerimizi sürdüreceğiz. Ürkek davranmaktan ziyade, çıplak biçimde kitlelere açıklama görevimizi yerine getireceğiz. Devrimci hareketin muzdarip olduğu tahammülsüzlük pratiğinin bilinmesi ve bu konuda eleştirilerin sürdürülmesini önemsiyoruz. Meseleyi sadece kendi sürecimizle sınırlı ele almadığımızı da yeniden belirtelim. Nihayet bir politik güce “yok” deseniz de o güç yok olmuyor. Devrimci hareketin taşıdığı zafiyetlerini aşmasını istiyoruz. Değerlendirmelerimizde bu isteğimizin ifadesidir. Yeni bir kültür, yeni bir yaşam ve yeni bilimsel güçle proleter demokrasinin inşa edilmesi mücadelesi toplumsal olgular ve onların yakın ifadeleri olan politik güçlere çıplak gözle olduğu gibi bakmak ve gerçeklerden sapmama doğrultusuna sıkı sıkıya bağlıdır. Sınıf hareketinin çok çeşitli bileşenlerinin gerçeklere bağlı kalması gerektiğini hatırlatıyoruz.

“TANIMIYORUZ” VE “TANIMAYIN” RETORİKLİ “TECRİT ET KURTUL” ÇARPIK DEMOKRASİ ANLAYIŞINDA FİLİZLENEN TAHAMMÜLSÜZLÜK
Yorum Yap

Yorumlar kapalı.

Giriş Yap

Devrimci Demokrasi ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin