Devrimci mücadelenin gelişimine olanak tanıyacak nesnel şartlar içerisinde bulunuyoruz. Komprador burjuvazi uzun bir süredir çaresizce, çıkamadığı krizin içinde debelenirken, geniş halk kitleleri gün geçtikçe sömürü girdabında daha fazla yoksullaşmaktadır. Bu duruma karşılık olarak, faşist, gerici hakim sınıflar nesnel koşulların, halk kitlelerinde devrimci kabarışı tetiklememesi amacıyla, baskıcı ve gerici politikalarını da devreye sokmuş durumdadır.
Faşizm gündelik yaşam içerisinde olabildiğince sıradanlaşırken, halk kitleleri ve devrimci hareket en ağır saldırılarla boğuşurken, daha fazla mücadele etmekten başka seçenek yoktur. Bunun anlamı ise, dünün elde edilmiş kazanımları ve sorunlara karşı harcanan eforun ve emeğin daha fazlasını bugün sınıf mücadelesine akıtmalıyız. Bugün ortaya koyduğumuz taktik politikalarımız; düşmanın niteliğini silikleştirmemeli, daha belirgin olan gerici özünü, daha fazla emek harcayarak ortaya çıkarmalı. Bu ihtiyacı, gerici özü alenileşen, devletin özelliğinin, kitleler tarafından daha çabuk kavranacağını bilerek gidermeliyiz. Halk kitleleri sistemin gerici özünü bugün daha net görebilirken, ona karşı verilecek mücadele konusunda yetersizdir. Bu nedenle, en yakıcı şekilde devrimci öncüye ihtiyaç duymaktadır. Faşizmin artan saldırıları karşısında ‘’gizliliği, kendini kitlelerinden saklamak şeklinde anlamamaları’’ gerektiğini biz devrimci hareketin, bu süreçte daha fazla pratikle uyumlu ortaya koymamız gerekmektedir.
Devletin gerici, faşist karakteri daha aleni hâle geldikçe, bunu halka gösteren devrimci basın ve hükümeti hedef alan muhalif burjuva/sol ve burjuva basın daha fazla sansür ve yasaklara hedef olmaktadır. Her geçen gün daha da derinleşen yoksulluk ve sömürü cenderesine yönelik, işçi sınıfı vd emekçi sınıfların itirazları da daha sert biçimde baskı altına alınıyor. Halk kitlelerinin devletin karşısında daha uysal kullar olmalarının araçları egemen sunni din anlayışı ve egemen Türk milliyetçiliği ise daha görünür şekilde, gerici politikaların malzemesi olmaktadır. Bu gerici politikalar hakim sınıfların egemenlik araçlarıdır.
Halk kitleleriyle alay edercesine, gerici sistem içinde klikler arası rol paylaşımı söz konusudur. Gerici burjuva muhalif CHP-İYİP kliği, krizi sadece AKP-MHP hükümetine yamalayarak, işçi sınıfı ve emekçilere ‘’umut’’ vaat ederek peşinden sürüklerken, halk kitlelerinde cisimleşen tepki, talep ve öfkeyi sistem içine çekmeye çalışıyor. Yaşanan gelişmeler gayet net ve açıktır. Halk kitlelerinin nerede bir tepkisi, huzursuzluğu baş gösteriyorsa CHP-İYİP faşist gerici kliği orada bitmektedir. Bu iyi polis rolüne karşı duran halkın eylemleri ise baskıya maruz kalırken, CHP-İYİP kliğinin tepkiyi soğurmaya yönelik çalışmalarının da önü açılmaktadır. Elbette komprador burjuva sistem olması gerekeni yerine getiriyor. Devrimci hareketin zayıflığı, yaşanan gelişmelere yetersiz müdahalesi kitlelerin gerici kliklerden diğerinin peşine sürüklenmesine olanak sağlıyor. Komprador faşist istemin; devrimci, sosyalist mücadeleye yönelik saldırılarının yanı sıra, halk kitlelerine gerici kliklerden birinin yerine diğerinin alternatif gösterildiği siyaset sürgit devam etmektedir. Gerici burjuva hakim sınıflar bu kriz ortamını en az hasarla atlatarak, kitleleri, bir başka gerici kliğe yedeklemeye çabalayacaklardır. Nitekim toplumsal sahada gözlemlenen durum budur. Klikler arası rekabet daha aleni, ancak sertleşmeden sürerken, amaçlanan faşist diktatörlüğün sarsılmamasıdır. Ancak bu gerici çabalara rağmen ‘’Devletin tepesinde keman çalındığı zaman aşağıdakilerin dansa kalkmalarını nasıl bekleyebilirsiniz’’ diyen Marks’ı haklı çıkaran sistemin, kitlelerin sorunlarına karşı tahammülsüzlüğü de artmaktadır.
Bu süreçte faşist saldırıların ne kadar sert ve yoğun olduğunu görmezden gelemeyiz. Ancak bu gelişmeler sürecin getirdiği öngörülebilir, devletin gerici müdahaleleridir. Devrimci hareket için ise, bu süreçte anlaşılır olması gereken; ‘’Silahlı mücadele içinde gelişmeyen bir örgütlenme, bugün kof bir örgütlenme olur, birkaç gerici darbe ile yıkılmaya mahkumdur’’ tespitini yapan Kaypakkaya yoldaşı, bugünkü pratiğin doğrulamasıdır. Devrimci hareket yaşanan konjonktürel gelişmelere boyun eğmekten, beklemekten ziyade, sürece doğru şekilde müdahalede bulunabilmelidir. Mao’nun belirttiği üzere ‘’Bazen bazı olguların meydana gelmesi önlenemez; ama bunlar ortaya çıktıktan sonra onlarla başa çıkmak için bir yol bulunur’’ tespitinde işaret ettiği ‘’önlenemez’’ faşist saldırılara karşı, geçen zaman zarfında ‘’Bir yol’’ bulmada başarısız olduğumuz aşikârdır. Ancak bu duruma rağmen ‘’Önlenemez’’ bir diğer gelişme olan hakim sınıfların sürmekte olan krizi söz konusudur. Bu da bize politikalarımızı tekrar tekrar gözden geçirerek bir yol açacak dinamiğin zeminidir. Bunun aksine, sürece kendiliğindenci bir şekilde dahil olmak devrimci sorumluluk olmaz.
KENDİLİĞİNDEN MÜCADELEYİ AŞALIM
Diyalektik, ilgili toplumsal gelişmeyi, buna yönelik atılan çok yönlü değerlendirmeyi gerekli kılar. Bu değerlendirmede temel alınacak olan iç olgulardır. Dış olgular da bu temele göre ele alınmalıdır. Devrimci hareketi nesnel sürece müdahalesizlik noktasına getiren pek çok neden ortaya serilebilir. Tüm bu nedenlerde asıl olan, hareketin içinde yaşanan çelişkidir. Başarısızlığımızın kaynağını dışarıda aramak sorumluluğumuzu azaltır. Buna rağmen, düşmanın gücünü abartarak yönelim gerçekleştirmek, kendi gücüne güven ilkesini zedeler. Bu anlayışın derinleşmesi sonucunda, hareketi kendiliğinden gelişmelere medet umar hâle getirmek olasıdır. Genel anlamda bakıldığında hakim sınıfların yaşadığı kriz ve bu krizin emekçiler üzerindeki etkisi nedeniyle, önceki döneme nazaran, kendiliğinden mücadelelerde de bir artış getirir. Böylesi gelişmeler devrimci mücadelenin yayılarak kitleselleşmesine de olanak tanır. Ancak bu durumun, hareketin kendisi gibi kendiliğinden gerçekleşmesini beklemek yanıltıcı olur. Şüphesiz kendiliğinden hareketlerde bilinç uyanışının ifadesidir. Ancak, sınırları daraltılmış ve yönünü el yordamıyla arayan, günü birlik çıkarların peşinde gelişen bilincin ürünüdür. Bu özelliği kendiliğinden hareketi zamanla gerileterek sona ermesine neden olacaktır. Bununla birlikte, karşılarında duran gerici gücün karşı mücadelesi de gerilemede etkilidir. Lenin yoldaş bu durumu şöyle açıklar; ‘’Neden kendiliğinden hareket… burjuva ideolojisinin egemenliğine yol açar? Burjuva ideolojisi köken itibariyle sosyalist ideolojiden çok daha eskidir, çok yönlü gelişmiştir ve sosyalist ideoloji ile karşılaştırılamayacak kadar çok yaygınlaşma olanaklarına sahiptir.’’ Gerici burjuva sistem her ne kadar kendiliğinden hareketlerin karşısında güçlü olsa da; hareket, devrimci önderlik altında taktiksel çabalar sonucu en az hasarla, mücadeleyi daha bilinçli şekilde farklı alanlara taşımaya olanak sağlar. Hareketin tamamı olmasa da önemli bir kısmı tümüyle kapitalist sınıfa ve o sınıfı destekleyen hükümete karşı yönelmiş mücadeleye dahil olabilir’’
Kendiliğinden hareketin, devrimci sınıf mücadelesine kazanımları ancak proleter devrimci öncülükle sağlanır. Ancak bu öncülüğün getirebileceği başarıda abartılı beklentiler de olmamalıdır. Bu durum ona misyonundan fazla rol biçmek olur, kendiliğinden harekete tapmayı getirebilir. Bu hareketlerin getireceği kazanımı Lenin yoldaşın; ‘’ Devrimin gelişim ve sonucu ne olursa olsun, hatta kimi olaylar onu hızla durdursun, devrimim tüm gerçek kazanımları yalnızca proletaryanın örgütlendiği ölçüde sağlam ve güvenli olacaktır’’ ifadesiyle açıklayabiliriz. Bu öngörülebilir amaç çizgisinde kendiliğinden hareketleri ele aldığımızda, bu hareketlere katılan kitlelerin bir kısmını örgütlü mücadeleye kazandırabilecek önemli bir başarıdır. Ancak yeterli olmayacağı nihai hedefimiz açısından belirgindir. Bunu da ancak kararlı mücadele ile elde edebiliriz.
Devrimci hareketin nicelik olarak yetersizliği pratik-politikadan el çekmesinin aksine, olanaklarını sonuna kadar mücadeleye sevk etmesi gerektiğini gösterir. Önemli olan sosyalizm ideolojisine güvendir. Bu güvenin kitlelerde vücut bulmuş hâli, pratik politikada öncülük yeteneği sergilemekle yeşerir. Mücadelemiz bizden öncelikle kendi gücüne güvenmeyi ister. Kendi gücüne, ideolojik yönelimine güvenmeyen hareketin devrim iddiası da aldatıcı olduğu için, oraya buraya savrulmaya mahkumdur. Oportünist, revizyonist, darbeci, burjuva demokratizmi devrimcilikle karıştıran, kendisinin muhalifi olmuş ancak kendisinden kopuş yaşamış eski yoldaşlarını hangi tarih aralığı olursa olsun, akıl almaz, deli saçması, güven vermeyen, gayr-ı ciddi ifadelerle itham eden, sıkıştırılınca ithamlarının ardında duramayan ‘’3.Kongreciler’’ çizgisinin yönelimi de bu doğrultuda olmuştur. Hareketlerin bu savruluşlarının, içi boş devrim iddiasının temelinde Lenin yoldaşın belirttiği gerçeklik vardır; ‘’Her devrimin temel sorunu iktidar sorunudur. Bu konuda berrak olmadan, devrime bilinçli bir katılımdan ve ona önderlik etmekten söz edilemez.’’ (Nisan tezleri) Proletarya diktatörlüğünü dahi ağzına almak konusunda tereddüt yaşayanların, öncülüğü de sistem içine doğrudur. Hedef daraldıkça; devrimci hareketin sınıf mücadelesinde kendisini konumlandırdığı alan da daralır. Bunun ardından gelişmelere müdahalesizlik, kendiliğinden gelişen harekete gereğinden fazla misyon biçerek ardından sürüklenme yaşanır. Bu gerilemeye karşı durulmadığı takdirde daha niteliksel sorunlar yaşanması olasıdır.
Bu sorunlardan bazılarına dikkat çekmek gerekirse; gerici komprador sistemin gücünü gereğinden fazla abartarak, teknik gelişimi silahlı mücadelenin olmazsa olmazı şeklinde değerlendirerek, yetersizliğini sadece veya esasta buna dayandırmak silahlı mücadeleyi sorgular düzeye getirir. Bunun ardından gerici sistemi bir bütün değiştirmek yerine, sistemin arızalarını onarmakla sınırlı mücadeleye savruluşu getirir. Bir diğer anlamda reform mücadelesinin devrimin önünde görülmesidir. Bir diğer sorunlu yaklaşım, günümüz sorunlarında olduğu gibi işçi sınıfı hareketinin geçici olarak, dönemsel, küçük burjuva hareketlerle kurmuş olduğu ittifakın anlamını çarpıtarak, proleter öncülüğün aksine, küçük burjuva hareketin nicel gücünü abartarak, sosyalist hareketi kuyrukçu mücadeleye sevk etmektedir. Bu da sınıf işbirlikçiliğini ve oportünizmi besleyen doğrultuya savrulmaktır.
Daha açıklayıcı olması için kendiliğinden hareketler konusunda Stalin yoldaşın tespitlerine göz atmak gerekiyor ‘’Kendiliğindenciliğe tapma teorisi, kendiliğinde harekete bilinçli, planlı pratik verilmesine karşıdır; partinin, işçi sınıfının başında yürümesine, partinin kitlelerinin siyasi bilincini yükseltmesine, partinin harekete önderlik etmesine karşıdır; hareketin siyasi bilinçli unsurlarının, hareketin kendi yolundan gitmesini engellemesinden yanadır; partinin kendiliğinden hareketi sadece dinlemesinden ve onun kuyruğuna takılmasından yanadır. Kendiliğindencilik teorisi, hareket içinde bilinçli unsurun rolünü küçümsemenin teorisidir; ‘kuyrukçuluk’ ideolojisidir, her türlü oportünist mantıki temeldir’’ (Leninizmin sorunları- SYF:81)
Devrimci hareket içerisinde kendiliğindencilik anlayışının gelişiminde iki temel sorunun etkisi vardır. Birincisi, devrimci hareketin kitlelerle kurmuş olduğu bağın zayıflaması, hareketin kitlelerden soyutlanarak mücadeleyi daraltmasıdır. İkincisi ise, hareketin içerisinde gelişen nihai hedefe olan inançsızlık ve ondan uzaklaşarak, burjuva reformist mücadelenin kuyruğuna takılmaktır.
Daha önce de belirttiğimiz üzere, ülkemizde kitleler iki faşist kamp arasında sıkıştırılmıştır. Halkın yoksullaşması, yolsuzluklar ve her alanda yaşanan yıkım, faşist kliklerden birine fatura edilirken, bir diğeri de tüm sorunlar karşısında halka seçim sandığını göstererek, var olan sorunları düzeltme vaadiyle kitleleri peşinden sürüklemektedir. Bu durum ülkemiz gerici komprador sistemi içerisinde uygulanagelen danışıklı dövüşün tekrarıdır. Gerici kliklerden birinin emekçilerin gözünde gerilemesi, diğerinin cilalanarak servis edilmesini sağlıyor. Bugünkü durumun aksine devrimci hareketin, siyasal mücadelede etkili olduğu şartlarda, bu aldatmaca kitlelerde daha az karşılık bulmuştur. Burjuva siyaset doğası gereği yaşanan boşluğu doldurmaktadır. Her şeyden daha önemli bir diğer gerçeklik ise, bu trajediye devrimci hareketin müdahalede bulunamayarak seyirci kalmasıdır. Yaşanan gelişmeler karşısında siyaset geliştiremeyerek, sistem içi mücadeleye sürüklenmektedir. Son genel ve başkanlık seçimlerinde, devrimci hareketin bir kısmının politikasızlığının ürünü olarak, kendiliğinden burjuva muhalif CHP-İYİP kliğinin peşinden sürüklenmesi dikkate alınmalıdır. Bu pratik, kendiliğindencilik anlayışının vücut bulmasıdır.
Bugünkü gelişmeler karşısında yaşanan müdahalesizliğimiz, inisiyatif yoksunu mücadele anlayışı, kendi iç kavrayışsızlığımızdan ileri geldiği anlaşılmalıdır. Bizi bu duruma getiren geçmişten bugüne taşınan hatalı teorik tespitlerdir. Bu tespitlerdeki sorunlara tek yönlü bakıştır. Veyahut yoldaş Mao’nun belirttiği üzere; ‘’Her şeyin sadece parlak yönünü gören ve zorlukları fark etmeyen bir kimse, partiye düşen görevlerin gerçekleştirilmesi için başarıyla mücadele etmez.’’ Buna göre faşizmin devletin niteliği değil de, süreçlerden ibaret olduğunu savunan bakış açısı, sistem içinde olumluluk anlayışına kapılır. Bir başka ifadeyle, zayıflığının nedenini dışarıda arayan siyaset, çözümü de dışarıdan bekleyecektir.
Ülkemiz somutunda yaşanmakta olan AKP-MHP faşist kliğinin zayıflaması, diğer taraftan, CHP-İYİP faşist kliğinin güçlenmesi, sosyalizm mücadelesinin gelişimine değil, bağımlı komprador kapitalizmin gücünün pekişmesine hizmet eder. Bugün yaşanan durumda ise, alınan darbeler mücadeleye bakış açısında darlaşmaya neden olmaktadır. Komprador kapitalist sistemin; her geçen zaman, derinleşen kriz içinde debelenmesine karşılık bu durumun kendiliğinden devrimci mücadeleye başarı getireceği beklentisine düşülmemelidir. Lenin yoldaşın tespitiyle: ‘’Devrimci eylemimizin dayanağı temel olarak devrimci bunalım sorununa gelmiş bulunuyoruz… devrimciler, zaman zaman bu bunalımın, kesinlikle çıkış yolu olmayan bir bunalım olduğunu kanıtlamaya çalışıyorlar. Bu bir yanılgıdır. İçinden kesinlikle çıkılmaz, çaresiz durumlar yoktur.’’ (Cilt 10- syf:18) Ülkemizde yaşanan hakim sınıfların krizi kendiliğindenciliğe terk edildiğinde, Lenin yoldaşın uyarısında olduğu gibi hakim sınıfların lehine sonuçlar doğurur.
Bugün yaşan hakim sınıf krizinin, bir sabah uyandığımızda egemen gerici sistemi yıkacağını uman politik yönelim, bir nevi mucizelere bel bağlamaktadır. Zayıflığımızın bizi savurduğu anlayış, içinde bulunduğumuz durumu kavramaktan uzak, devrimci mücadelenin birikimlerini çözümlemekten acizdir. Bir kere kendiliğincenciliğin bataklığına kapıldığınızda, bundan sonraki pratik-politikalar bu doğrultuda gelişir. Mesele MLM ideolojisine ‘’tam bilimsel’’ ‘’yeni’’ katkılar yapmak değil, MLM’nin asıl özünü kavramaktır. ‘’yeni’’ diye ortaya sürülen teorilerin bugün esamesi okunmuyor. Bu anlayışla köklü mücadele yürütmek gerektiği anlaşılmalıdır. İdeolojik mücadele durmadan, aksatılmadan yürütülmelidir.