Tüm dünyayı uzun süredir etkisi altına alan, hafiflemek bir yana daha da şiddetlenen ve dünyanın birçok ülkesinde işgallere, haksız savaşlara ve yıkımlara yol açan, insanları yaşadığı topraklardan, yurtlarından eden emperyalizmin ekonomik krizine bağlı olarak göçmen ve mülteci karşıtlığı üzerinden milliyetçilik ve şovenizm yükseliyor. Fakat çok uluslu olan Türkiye gibi ülkelere ayrı bir parantez açmak gerekiyor. Çünkü bizimki gibi ülkelerde milliyetçilik ve şovenizm esas olarak göçmen ve mülteci karşıtlığı üzerinden değil, ulusal sorun üzerinden yükselmektedir. Geride bıraktığımız, ama tartışması birçok yönden hala devam etmekte olan genel seçimler ve cumhurbaşkanlığı seçimleri bu gerçeği bir kez daha, ama en çıplak haliyle ortaya koydu.
Göçmen ve mülteci karşıtlığına “milliyetçiliktir, şovenizimdir” diyerek doğru şekilde karşı çıkanlar aynı tutumun baskı altında tutulan, en katmerlisinden ulusal baskıya maruz kalan Kürt ulusu karşıtlığı temelindeki milliyetçilik ve şovenizme karşı göstermediler, göstermiyorlar. Türk milli burjuvazisinin ve küçük burjuvazisinin reformist partilerinden olan ve kendilerini “kürt halkının dostları” olarak sunmaktan geri durmayan TİP’ten ÖDP/SOL Partiye, TKP’ye, HKP’ye, SYKP’ye, EMEP’e… kadar olan tüm partileri (ve elbetteki birçok küçük burjuva devrimci hareket) “Kürtlere haksızlık yapılıyor, Kürtler ayrılmak istemiyor” söylemleri altında milliyetçiliğe ve şovenizme alkış tuttular, meşruladılar. Ayyuka çıkan bazı esen ulus milliyetçiliği ve şovenizm karşısında “zorla Türk devlet sınırları içinde tutulan Kürt ulusunun ayrılıp ayrı devlet kurma hakkı vardır” diyerek ezen ulus milliyetçiliğinin, şovenizmin politik temeline karşı durmadı. Biz bunu Türk milli burjuvazisinin ve küçük burjuvazisinin siyasi temsilcilerinden bu tutumu göstersmelerini beklediğimiz için değil, ağızlarından düşürmedikleri, sakız gibi çiğneyip durdukları devrim, sosyalizm, sosyalist gibi sözlerle saklamaya, üstünü örtmeye çalıştıkları Türk milliyetçisi şovenist karakterlerinin, çizgilerinin anlaşılması, görülmesi için ifade ediyoruz. Seçimlerden önce “Kürt halkı ayrılmak istemiyor” diyen “Kürt halkının dostları”ndan TİP’in genel başkanı Erkan Baş’ın Türk milliyetçisi çizgisi, sosyal-şoven karakteri seçimlerden sonra ifade ettiği “seçimlere HDP ile girmemiz, ittifak yapmamız bize oy kaybettirdi” açıklamasıyla daha bir görünür oldu.
Ezen ve ezilen uluslara mensup işçilerin ve tüm emekçi sınıfların gönüllü ve sıkı birlikteliklerinin sağlanmasının, kendi uluslarının burjuva milliyetçi çizgisine karşı mücadele etmelerinin şarkı olan ezilen ulusların ayrılıp ayrı devlet kurma hakkını, kayıtsız-şartsız savunmayanların halkın değil ama burjuvazinin dostu ve müttefiki oldukları komünistler açısından tartışma götürmez açıklıktadır:
“Bu hak [Ulusların Kendi Kaderini Tayin Etme Hakkı-olan] adına, bu hakkın samimiyetle tanınmasını talep ederek, ezen ulusların sosyal demokratları, ezilen ulusların ayrılma özgürlüğünü savunmalıdırlar -çünkü aksi taktirde ulusların eşit haklarının tanınması ve işçilerin uluslararası dayanışması gerçekten de sadece içi boş bir ikiyüzlülük olarak kalacaktır. Ezilen ulusların sosyal-demokratları ise, ezilen ulus işçilerinin ezilen ulus işçileriyle birliği ve kaynaşması talebini esas mesele olarak görmek zorundadırlar- çünkü aksi halde bu sosyal demokratlar, istemeden, hakkın ve demokrasinin çıkarlarına her zaman ihanet eden, ilhaklara ve başka ulusları ezmeye her zaman hazır olan şu yada bu ulusal burjuvazinin müttefiki olacaklardır.” (Lenin, SE Cilt:5, Sf:322-323)
Devlet olarak örgütlenmeyi, kendine hak Kürt ulusuna ise “yüce”, “büyük”, “kudretli” ulusunun egemenliği, altında baskı, yasak, katliam ve eşitsizliklerle yaşamayı reva gören, Kürt ulusunun ayrılıp ayrı devlet kurma özgürlüğünü darağacına çeken ezen ulusun bu imtiyazlı durumuna ister “emperyalizmin tahakkümü altında olan bir coğrafyada Kürtlerin ayrılma sorunu değil, Türklerin ve Kürtlerin emperyalizme karşı bağımsızlık sorunu vardır, devrim sorunu vardır” diyerek, ister “sosyal devrim, sosyalizm ulusal sorunu çözerek, ulusal eşitsizlikleri ortadan kaldıracak” diyerek (ki bu iki söylem, Lenin’in mahkûm ettiği R. Luxemburg’un yanılgılı “Ulusların, kendi kaderini tayini emperyalizm altında imkansız, sosyalizmde ise gereksizdir” savının kulağa hoş gelen içi boş anti-emperyalist söylemlerle cilalanıp Leninizm olarak piyasaya sürülmesidir), isterse de Türkiyelileşme söylemi altında karşı çıkmayan, Kürt ulusunun politik ayrılma özgürlüğünü savunmayan, propaganda etmeyen, kitleleri Kürt ulusunun devlet ayrıcalığının reddil ruhuyla aydınlatıp her türlü milliyetçiliğe kapıları kapatmayan her parti, grup, kişi Türk burjuvazisinin müttefiki durumundadır, milliyetçidir, şovenisttir. Dolayısıyla “Kürt halkının dostu” olduklarını söyleyen bu sosyal-şovenistler gerçekte ise ne Kürt halkının, ne de, Türk halkının dostudurlar.
Emperyalizm çağında sömürge ya da yarı-sömürge durumunda olan ve ulusların ezen-ezilen olarak ayrıştırıcı çok uluslu coğrafyalarda ne ezen ulusların üzerindeki baskı ortadan kalkar (tam tersine uluslararası karakterde olan emperyalizmin dahil olmasıyla birlikte uluslararası bir boyut kazanır, yeni bir tarihsel zemin üzerinde genişler ve şiddetlenir), ne de Lenin’in “yalnızca, politik anlamda bağımsızlık hakkı, ezen ulustan politik olarak ayrılma özgürlüğü demektir” (a.b.ç) diyerek tanımladığı UKKTH imkansızlaşır. Lenin tanımlamasında Lenin “bağımsızlık hakkı’nın önüne “yalnızca ” ve “politik anlamda,” vurgularını getirerek UKKTH’nın ayrılma özgürlüğünün sosyal devrimin konusu olan ekonomik bağımsızlığı ifade etmediğini içermediğini, devlet kurma hakkı gasp edilmiş ulusların yalnızca ve yalnızca devlet olarak örgütlenmeleri anlamında, bağımsızlık demek olduğunu, bu bağımsızlığında yarı-sömürge olgusunu reddetmediğini belirtir.
Birkaç, emperyalist devlet arasında, tüm dünyanın paylaşıldığı, ulusların boyunduruk altına alındığı bir çağda emperyalizmden bağımsız ve onun çıkarlarına aykırı bir burjuva ulusal devletin kurulamayacağını, dolayısıyla emperyalizm çağında UKKTH’nin imkansızlığını, ortadan kalktığını belirten R.Luxemburg Lenin ulusal hareketlerin tarihsel-ekonomik temellerini açıklayarak şu cevabı verir:
“…,ulusların kendi kaderini tayininin anlamını kavramak istiyorsak ve hukuksal tanımlarla oynamayıp soyut tarifler ‘uydurmayıp’, brakis ulusal hareketlerin tarihsel ve ekonomik temellerini incelersek, o zaman kaçınılmaz olarak şu sonuca varırız: ulusların kendi kaderini tayininden, onların başka ulusal topluluklardan devlet olarak ayrışması anlaşılır, bağımsız bir ulusal devletin kurulması anlaşılır. (…)
Rosa Luxembourg burjuva toplumda ulusların kendi politik kaderini tayini, devletsel bağımsızlığı sorunuyla karıştırıyor.” (Lenin, SE cilt 4, sf; 261 ve 263)
Bu şu demek oluyor; emperyalizm çağında, ezilen ulusların ayrılıp ayrı devlet kurma hakkı ortadan kalkmıyor ve olaki Kürdistan yarı-sömürge yapıda “devletsel bağımsızlığı”nı gerçekleştirirse, bu, Kürt ulusunun kendi kaderini tayininden başka bir anlama gelmeyecektir. Anti-emperyalist sloganlar altında bunu reddetmek, Kürt ulusunun ayrı devlet kurma özgürlüğünü ister doğrudan ister dolaylı şekilde sayunmamak, reddetmek “burjuvazinin dümen suyunda hareket etmek, oportunizme düşmek demektir.”
Evet, sosyalizmle birlikte ulusların tam hak eşitliği sağlanacak, ulusal eşitsizlikler, her türlü ulusal ayrıcalıklar ve istisnai konumlar sonlanacaktır. Fakat lu, birincisi; “ezilen ulusların kurtuluşunu genel, uzun laflara, hiçbir şey söylemeyen konuşmalarla, sosyalizmle teselli etme biçiminde değil, açık ve tam formüle edilmiş bir politik programla” (Lenin, SE Cilt 5, Sf: 307) ve ikincisi; tam hak eşitliği için olmazsa olmaz olan ezilen ulusların ayrılıp ayrı devlet kurma hakkını sosyalizm altında da güvence altına alarak, Kürt ulusunun maruz kaldığı ve emperyalizmle birlikte yeni bir tarihsel zemin üzerinde genişleyen ve şiddetlenen ulusal baskıya karşı kararlı ve tutarlı bir mücadele yürüterek gerçekleşir. Proletaryanın ulusal sorun konusundaki anlayışını, çözüm yolunu, ikili görevlerini ortaya koyan politik programı, sosyal-şovenistler sosyalizmle teselli eden programından yalnızca “açık ve tam formüle edilmiş” olmasıyla değil, bu programın üzerinde yükseldiği Kürt ulusunun ayrılıp ayrı devlet kurma hakkını kayıtsız-şartsız kabul etmesi, savunması itibariyle de ayrışır. Bu, Kürt ve Türk uluslarına mensup sınıf bilinçli proletaryanın Kürt ve Türk uluslarını ayrı devletlere ayırmanın değil, Kürt ve Türk uluslarını gönüllülük temeline dayalı olarak birleştirmesinin ve çok uluslu sosyalist devleti kurmasını programıdır.
İrlanda sorununu inceleyen Marks, İngiliz işçi sınıfının özgürlüğü ve kurtuluşundan İrlanda’nın özgürlüğü ve kuruluşundan geçtiğini; İrlanda’nın ulusal bağımsızlık sorunu çözülmeden, üzerindeki ulusal baskı altında tutulmasına yattığını belirtir. İşçi sınıfını prangalayan, kendisiyle birlikte kendi burjuvazisi tarafından ilhak edilmiş ülkenin işçi sınıfı ve tüm hakkını da özgürlüğünden eden bu gericilik Lenin’in “demokrasi için ve proletaryanın mücadelesi için en önemli engeldir” dediği ezen ulus milliyetçiliğidir. Yani Marks, İngiliz işçi sınıfının hem kendi, hem de tüm halkın özgürlüğü için, kendisinin değil ama İngiliz burjuvazisinin çıkarlarını ifade eden, garanti altına alan milliyetçiliğe karşı mücadele etmesi gerektiğini ve bu mücadelenin de İrlanda ulusunun ayrılıp ayrı devlet kurma hakkının savunulmasından, bunun talep edilmesinden geçtiği vurguluyor.
Emperyalistlerin ve uşağı komprador büyük burjuvazinin sürekli yönetim biçimi olan faşizme karşı Türkiye ve Kuzey Kürdistan işçi sınıfı ve tüm emekçi sınıflarının halkın, doğrudan devrim sorununa bağlı olan demokrasi sorunu vardır. Türk ulusunun ezen, Kürt ulusunun ise ezilen konumunda olduğu, yani Kürt ulusunun zorla Türk devlet sınırları içinde tutulduğu çok uluslu coğrafyamızda işbirlikçi-hain Kürt burjuvazi dışında tüm Kürt ulusuna uygulanan milli baskı faşizmin ve ezen ulus Türk milliyetçiliğinin kötü durumundadır. Bu gerçek kabul edildikten sonra faşizme karşı mücadeleyle ulusal baskıya karşı mücadelenin kopmaz şekilde sıkı sıkıya birbirine bağlı olduğu; ezilen Kürt ulusunun ayrılıp ayrı devlet kurma hakkının kayıtsız-şartsız savunulmasının, faşizme karşı demokrasiyi savunmanın ve faşizmi yenilgiye uğratmanın şart olduğu; çünkü aksi halde ülkeyi faşizmle yöneten Türk hakim sınıflarının, Türk büyük burjunazirinin sınıfsal ve ekonomik çıkarlarını ifade eden, güvenceleyen ve de Türk işçi sınıfı ve tüm emekçi halkın kanını zehirleyen, başka halklara karşı düşmanlaştıran, Türk ve Kürt “ulusların proleterlerinin sınıf mücadelesinde en sıkı ve kesintisiz ittifakı” gerçekleştirmelerini engelleyen ezen ulus milliyetçiliğinin, Türk şoven çizginin savunulduğu ve güçlendirildiği kendiliğinden anlaşılır. Türk işçi sınıfı (ve elbetteki işçi sınıfı şahsında tüm emekçi halkı) Kürt ulusunun ayrılıp ayrı devlet kurma hakkını savunmaksızın demokrasi için ve kendi sınıfı mücadelesi için en büyük engel olan Türk milliyetçiliğini şovenizmi kaldıramaz, “Özgürlüğe giden yolu düzleyemez.” Bundan da “sosyalizm için devrimci mücadeleyi, ulusal sorunda devrimci bir programla birleştirmek zorunda olduğumuz sonucu çıkar.” (a.g.e., Sf:321)
“Türkiyelileşme” söylemi de, isminden anlaşıldığı üzere, kimi kültürel haklar karşılığında Türk ulusunun imtiyazlı halinin devam etmesi, Kürdistan’ın Türkiyelileştirilmesi, Kürt’ün Türkleştirilmesi, milliyetçiliğin ve şovenizmin dolu dizgin at koşturması demektir. Türkiyelileşme değil ama Sovyetleşme olabilir, savunulabilir. Ki bu da, Kürt ulusunun ayrılıp ayrı devlet kurma hakkının kayıtsız-şartsız tanınması, uluslar arasında tam hak eşitliğinin sağlanması ve çok uluslu sosyalist devlet demektir, sosyalist cumhuriyetler birliği demektir.
Son sözü Maoist Komünist Partisi 3. Kongresi’ne bırakıyoruz:
“Türkiye’de olduğu gibi Kürdistan’da da burjuvazinin iktidarına ve emperyalizme karşı proletaryanın önderliğinde sosyalist hareket olmaksızın toplumsal kurtuluş yolu açılamaz. Bu anlamda ezilen Kürt ulusunun işçi ve emekçi köylülerin sınıfsal ve tabi ki ulusal baskıya karşı da ulusal taleplerle sosyalizm mücadelesine tutuşmaları kaçınılmazdır. Kürt sınıf bilinçli işçilerin emperyalizmin uşağı Türk burjuvazisinin ve onunla işbirliği içindeki Kürt burjuvazisinin sömürücü düzenini ancak Kürt proletaryası ile Türk proletaryası gücünü birleştirebilirse başarılı olabilir.
Ulusal boyunduruğa karşı savaş, işçi sınıfının burjuvaziye ve emperyalizme karşı savaştan ve kapitalist özel mülkiyet rejiminden kurtuluş meselesinden koparılamaz. Ulusal sorun proletarya devriminin bir parçasıdır. Ezilen ulusun işçi sınıfının emperyalizm ve ezen ulus burjuvazisinin iktidarına karşı devrim uğruna savaşımı, aynı zamanda ulusal bağımsızlık savaşımıdır. “
Yorumlar kapalı.