Egemenler arası çelişmelerin de yoğunlaştığı bir süreçten geçiyoruz. Egemen sınıf klikleri yıpranan siyasi rejimi ve devleti tamir etme derdine düştükleri ve insiyatif aldıkları böyle zamanlarda yaratıcı politika ve kitlelerle bütünleşme üzerinden kitlelerin öfkesini düzen sınırları içinde tutma hamasetine epey öykünen çıkmaktadır. Uzun süredir devrimci politikanın post reformist bir kulvarın süzgecinden geçirilerek ona göre ayarların yapıldığıda aşikar. Devrimci durumun gelişiminden dem vuranların dahi son noktada Parlamentarizmin bulanık göletinde serinlemeye kalkmalarını ibretle izliyoruz. Soruna yaklaşımımızla farklı düşen bir dostumuzun yazısını gündeme ilişkin tartışmalara katkı olarak ele aldık. Gerisini okurun takdirine bırakıyoruz. Devrimci Demokrasi
***
Seçimler ve İttifaklar üzerine ilk tartışmayı bizler yapmıyoruz, son kez de olmayacak. Zira hala sınıflar ve sınıf çelişkileri, bu kapsamın içerisinde içsel olgular haline gelen kadınlar, LGBTİQ+’lar, ezilen uluslar, ezilen inançlar ve inanmayanlar, çevreciler, işçiler ve emekçiler, gençler, kavrayışta eşitsizlikler ve daha azı değil, aksine daha fazlasıyla olanlar var.
Seçimler denince, hemen ilk aklımıza genel seçimler yani burjuva parlamento seçimleri gelmektedir. Yoksa herhangi bir parti ve örgütün kendi içerisindeki seçim durumu yada herhangi bir yerdeki kapalı kapılar ardında gerçekleşen irade beyanları farzı misali seçimler değil. Bu konuyu daha fazla gündemimize sokan ise tabi ki Lenin’den başkası değildir.
Devrimci ve komünistlerin, amaç ve ilkelere bağlı kalmak yada onlara hizmet etmek koşuluyla hiçbir mücadele ve örgüt biçimini reddetmediği, reddetmeyeceği, reddetmemesi gerektiği yönlü genel teorik tespite, hemen herkesin katıldığını düşünmekteyiz. Bu bağlamda seçimler de, bir mücadele biçimidir. Hiçbir şey değil, bir çeşit mücadele biçimidir. Onu nasıl görürseniz görün, yanlış yada doğru deyin, taktik yada stratejik olarak tasavvur edin yada savunun, amaç yada araç olarak telakki edin, ne derseniz deyin ama, seçimlerin hiç bir çeşit mücadele biçimi olmadığını iddia edemezsiniz.
Diğer yandan, hemen her seçim süreci öncesinde, her yaklaşan seçim zamanı karşısında, irademiz dışında gündemimize girmekten de kendimizi kurtaramadığımız gerçeğini kabul etmek zorundayız. Taktik de deseniz, stratejik de deseniz, boykot da deseniz, katılım da deseniz, yarım ağızla bir o yana yada bir bu yana da tavır tutumlar alsanız, ne yaparsanız yapın, hemen bütün sosyal sınıfları ve toplumun genelini etkileyen seçimler karşısında, gündeminiz dışında tutmanız hemen hiç mümkün olmamıştır. Objektif şartlar ve içerisinden geçilen verili nesnel gerçeklikler ve gelişmeler, dönüp dolaşıp bizlerinde içimizde bir şekilde gündemimiz haline gelmiştir. Ne yaparsanız yapın seçimlerden kaçamamaktasınız. Hayır bizim asla gündemimiz değil bizim asıl başka işlerimiz var diyerek kendine göre gündem yapmadığını iddia edenler var ise, o zaman asıl işlerine baksınlar. Asıl işlerine de bakmıyorlarsa- ki esas olarak asıl işlerine de bakmadığı görülmekte ve bilinmektedir- işte orada başka sorunlar ve çelişkiler var demektir. Ciddi ideolojik kırılmalar ve sapmalar olduğu gerçekliği, başlı başına ayrı bir yazı konusu olduğu için bunu geçiyoruz.
Devrimci ve komünist hareketin, seçimleri ve tabi ki parlamentoyu, yeterince değerlendiremedikleri, devrim ve sosyalizmin hizmetine yeterince kanalize edemedikleri de bugüne kadar ki somut ve nesnel bir gerçekliğidir. Bu noktada sübjektivizmin dik alası böbürlenmeler ile aslında seçimler ve parlamenter mücadele biçimlerini küçümsemişlerdir. Bu durumun gerçek hakikatteki karşılığı ise kendi küçümsenecek halimize bakmak yerine, bizlerde aynı koronun bileşenleri olarak aslında düşük düzey devrimciliklerimizin somut görünümleri olarak hareket ettiğimize yormadan edemeyiz. Genel seçimler ve burjuva parlamenter mücadele sahası doğru düzgün değerlendirilememiş ve daha çok reformistler ve revizyonistlere terk edilmiştir.
Beri yandan, bahsini ettiğimiz seçimler, tabi ki burjuva seçim sistemleri ve burjuva parlamento seçimleridir. Ki bu genel doğrular arasında sıkışıp kalan ufku darlar, tabi ki meselenin özünü ve ruhunu anlayamadıkları gibi, süreci de devrim ve sosyalizm mücadelesinin hizmetine kanalize etmekten de bir o kadar aciz kalmışlardır. Kimileri hep boykot hiç katılım yok derken, kimileri ise birkaç milletvekilliğiyle burjuva kapitalist piyasada bende varım mealindeki yaşam ve pratik politikalarıyla, aslında son derece uygun objektif şartlara rağmen süreçler ve belirli avantajlı koşullar heba edilegelmiştir. Seçimleri boykot taktiğini savunup da, doğru düzgün bir sandık dahi yakmayarak süreci kendiliğindenciliğe ve evet keyfiyetçiliğe bırakanların, açıkçası çok da dikkate alınacak taraflarının olmadığını belirtmek isteriz. Böylelerinin sözde savundukları boykot politikasını boykot etmenin son derece haklı gerekçeleri vardır. Boykotu, sadece sandığa gitmeyip evinde oturarak tasavvur etmek, süreci kendiliğindenciliğe bırakmak olduğu kadar, aynı zamanda kendi siyasi geriliklerimizin üstünü örtmektir.
Geçmiş süreçlerde özellikle boykot taktiğini kıskançlıkla savunan ve bu noktada katılım politikasını benimseyenlere demediğini bırakmayan anlayış ve çizgilerin, gelinen aşamada esas olarak kırıldığını belirtmekte fayda vardır. Bu yönüyle siyasetsizlik yada apolitik durumdan bir nebzede olsa, onca yaşanan acı tecrübeler sonucunda olumlu bir yere geldiklerini vurgulamak isteriz. Tabi bu durum işin daha abc sidir. Esas olan yanları ise bizzat seçim süreçlerinin nasıl değerlendirildiği, seçimlerde elde edilen başarı kriterleri yada hedeflenenlerin neler olduğu, seçim sonuçları itibariyle hemen akabindeki yol haritalarının nasıl işletildiğidir. Devrimci ve komünist parti ve örgütlerin, her şeyden önce örgütlerini ne kadar ve hangi düzeylerde daha fazla ve nitel örgütleyebildiği, yani nicel ve nitel olarak gerçekten bir ilerlemenin sağlanıp sağlanamadığıdır. İşte burada tamda devrim, sosyalizm ve komünizmin propagandasını ve alternatif asgari devrim programını halk kitlelerine taşıyacağız, bunları kitlelere götüreceğiz denilerek gerçekte doğru düzgün bir arpa boyu yol alamayanların da oldukça beceriksiz ve siyasi geriliklerini görmek durumundayız. Öyle ki seçimlerin hemen ertesi günü bitmek bilmeyen kafa karışıklıkları ve gündüz gözüyle bile el yordamıyla yürümeye çalışmakta neyin necisidir? Şu çokça böbürlenilen ancak bir türlü özü ve ruhuna uygun hareket edilmeyen meclisteki yemin- aslında tekçi faşist Türk devletine edilen yemin- meselesi bile, durumun fer fecir hallerini göstermektedir. Hem nalına hem mıhına tarzı, bir yandan devrimciler ve komünistler yemin meselesini bir itiraz gerekçesi haline getirir denir ve kamuoyuna böyle yayınlar yapılır, diğer yandan ise kuzu kuzu olduğu gibi yemin edilir. Ne öncesi ne sonrası kamuoyuna hiçbir itiraz gerekçesi yapılmadığı gibi süreç içerisinde geçinip gidilir. Hal böyle olunca tabi ki yüreği ve bilinci sınıfsız ve sömürüsüz bir yaşam için atanların ve evet gerçek devrimci ve komünistlerin haklı eleştirileri de peşinden gelmektedir. Buna karşı tekçi sekterlikte ısrar, açık ki devrime ve komünizme değil, aksi yönde burjuvaziye ve kapitalizme doğru koşmaktır. Bir yandan kendi içinde yoldaşlarına ve çevrendeki dostlarına karşı sekter olunurken, diğer yandan faşist CHP’li milletvekillerinin bile gerisine düşülerek siyasi düşkünleşme hallerinin, aslında aynı kapıya çıkan anlayış ve çizgiler silsilesi olduklarını çok iyi biliyoruz.
Genel mahiyette bilinir ki seçimlere doğru süreç işlerken daha fazla duyarlı hale gelindiği, seçimler akabinde ise bu alevlenmenin çok geçmeden sönümlendiği gerçekliğidir. Oysa seçimlerin hemen ertesi günü, parlamentoyu da devrimin kürsüsü haline getirme göreviyle birlikte tam da bu kürsünün yollarını döşeyecek olan parlamento dışı mücadelenin esas alınarak bizzat sokaklar, meydanlar, fabrikalar, tarlalar, grevler, okullar yani hayatın- gerçek yaşamın içerisindeki çeşitli mücadele alanlarında daha fazla yer alınması gerekmektedir. Yoksa parlamentoda iki konuşma yapmak, bir kaç soru önergesi vermek vs değildir. Bu noktada aşırı bürokratikleşmeye karşı da daha şimdiden hazırlıklı olmalıyız. Buna karşı, doğrudan kitlelerin içerisinde bulunabilmeli ve onların denetleyiciliğine sürekli açık olmalıyız.
Yine, hemen her seçim sürecinde ittifaklar sorunsalı ile de karşı karşıya kaldığımızı vurgulamadan geçemeyiz. Boykot taktiğini benimseyip de oldukça dar ve küçük kesimlerin bu noktada aynı politikayı benimseyenlerle bile ittifak yap- a- madıkları gerçeğini bir kenara bırakıyor ve daha fazla sözünü dahi etmiyoruz bile. Katılım yönlü seçim politikasını benimseyenlerin ise daha çok dar grupçu ve parçacı, ben merkezci ve sekter yaklaşım ve çizgi pratikleri sonucu, seçim ittifaklarının da yeterince gerekleri yerine getirilememektedir. Bu noktada hem merkezi hem de yerellerde, bizzat halk kitlelerinin çıkarlarını gözeten doğru ve gerçekçi ittifaklar gerçekleştirilememektedir. Daha ziyade salt aday ve ille de benim iradem temelindeki fetişist anlayış ve politikaların sonucu olarak, halkların çıkarları kolaylıkla bir kenara atılı verilmektedir. Oldukça dar ve gerici düşünceler temelindeki ben merkezciliklerin, zaman içerisinde halk saflarındaki hiçbir kesime faydası olmadığı da pekala ortaya çıkmaktadır. Aslında düşman klikleri arasındaki çelişki ve çatışmalardan devrimci hareketlerin faydalanması gerekirken, aksi yönde kendi aramızdaki çelişki ve sorunların sonucu olarak bizzat düşmanın bundan faydalandıklarını da görebiliyoruz. Demokratik ve öğür iradeler birliği temelindeki yürütülmesi ve gerçekleştirilmesi gereken ittifaklar politikası yerine, Ömer Hayyam’ ın dediği gibi ‘’ya başımıza alıp taşıyoruz, ya altımıza alıp çiğniyoruz, öğrenemedik bir türlü yan yana yürümeyi.’’
Bütün bunlar olup biterken günümüz koşullarında düşman saflarında özellikle Cumhur ve Millet ittifak- lar- ı olarak ortaya çıkan kamplaşma karşısında, bizlerin kesinlikle üçüncü bir ittifak halinde olmamız gerektiği de, son derece açık ve anlaşılır bir durum olsa gerek. Hemen her bir devrimci parti ve hareketin kendi stratejik mücadele ve araçları, politikalarını bir kenara bıraktık, taktiksel politikalarda dahi bir araya gelemiyorsa, belli ki orada oldukça ciddi sorunlar var demektir. Bunun hiç lamı cimi olamaz ve seçim süreçlerinde devrimci hareketin en küçüğünden en büyüğüne her bir bileşeninin görev ve sorumluluklardan kaçamayacağını baştan vurgulamak isteriz. Her kim ki demokratik ve özgür iradeler temelinde ittifaklara karşı çıkıyor ve bu temelde birleşik örgütlü gücü ve mücadeleyi zayıflatıyorsa, asla ezilen ve sömürülen kitlelerin çıkarlarını savunmuyor demektir. Bu bağlamda kuru kuruya strateji ve taktikçilerin pek de kıymeti harbiyesi yoktur. Bu halkada amaç araç, yasa ilke, strateji taktik, esas tali vb bütün olgularını tartıştırır hale getirir, getiriyor da. Seçimlere yönelik ittifaklarda dahi ele avuca sığmayan yada ceviz kabuğunu dahi dolduramayacak soyut ve sübjektif gerekçeler üretmek, belli ki, dar grup ve ben merkezci özel küçük dükkan mülkiyetçiliği üzerinden yükselen anlayış ve çizgilerden yükselen sesler olarak algılanmalı ve kavranmalıdır. Bunun için taktik politikaların bile ne kadar ustalıkla yürütülmesi gerektiği açık değil midir? Öyle kuru sıkı taktikçi ve ilkeci anlayış ve pratikte ısrarların, çok geçmeden ne kadar da boş ve hemen hiçbir karşılığı olmadığını anlamak için, koca bir tarihsel yaşanmışlıklar ve her bir verili nesnel süreçler tecrübesi, önemli bir ders niteliğindedir.
Seçimlere yönelik ortaya konan katılma yada katılmama, aktif ve pasif pozisyonlar ve politikalar, bu temellerdeki ittifak politikaları izlenirken, asla kendi gücümüzü abartmamalı ve gerçekçi olmalıyız. Beri yandan düşmanın gücünü de küçümsemeden hareket etmeliyiz. Ne yazık ki geçmişten bugüne bu noktada da yeterince sorumluluk bilinciyle hareket etmediğimiz gibi, doğru ve bilimsel gerçekçilikten de epey uzak kaldığımızı belirtmeliyiz. Bir kere pratikte hemen hiçbir karşılığı olmayan, olamayacak, hiçbir politika ve ittifak içerisinde olunmamalıdır. Sadece beyan düzeyinden öte geçmeyen, somut ve güncel verili nesnel gerçekliklerin ya oldukça ilerisinde yada oldukça gerisinde sübjektivist niyetler ve nostaljiler atmosferindeki hayaller ile pek işimiz olmasa gerek.
Özellikle Osmanlı’nın son dönemlerinden bu yana iki büyük siyasi kamp halinde hareket eden hakim sınıflar ve unsurlarının, bugün çok önceden seçimler üzerine propaganda yapmaları karşısında, bizlerin de bu rüzgara kendimizi kaptırmamamız gerektiği kadar, asıl görev ve sorumluluklarımıza daha fazla sarılarak süreci karşılamamız doğru olandır. Bu açıdan elbette belirli genel doğruları ve somuttaki gelişmeleri içeren somut koşulların somut tahlilini yapmalıyız. Fakat merkezine seçim sürecini oturtup aslında ekonomik, siyasi, sosyal vd bir çok krizli hallere karşı halk kitlelerini daha fazla örgütleme ve devrimci mücadeleyi yükseltme yönlü esas da yerine getirilmeyen görevlerimize gerekçe üretmenin de yanlışlığını belirtmek doğru olandır.
O halde egemenlerin parçalı ve dağınık kliklerinin ikide bir dillendirdiği ve algı yönetimleriyle kamuoyunda gündem oluşturmaya çalıştığı içerisinden geçtiğimiz süreçte, gerçek gündemimize kilitlenmemiz gerekiyor. Bunun yerine bizde piyasada varız yada dostlar alışverişte görsün misali bürokratik temellerde bazı görüşmeler, ikili üçlü kulisler, birbirlerini yoklamalar, beyan düzeyinden ötesini geçmeyen açıklamalar ve girişimleri bir kenara bırakmalıyız. Bunların yerine mesela tekçi faşizme ve ezen ulus şovenizmine karşı ideolojik mücadele kapsamında siyasal çalışmalar yürütebilmeliyiz. Irkçılığa ve faşist katliamlara karşı siyasal teşhir kampanyaları düzenleyebiliriz. Aynı şekilde her geçen gün daha da derinleşen ekonomik kriz ve bunun üzerinden yükselen yoksulluğa karşı mücadele platformları ve siyasi teşhir kampanyaları örgütleyebiliriz. Evet çare seçim de değil devrimdedir, ancak birden bire olmuyor devrim. Geçmiş devrimler süreçlerinin legal illegal, açık kapalı yüzlerce deneyimlenen taktikler pratiği önemli bir kavrayış mirası bırakmıştır. O devrime kadar ustalıkla ve manevra kabiliyetine sahip yüzlerce taktik politikayı bizzat pratik sahada gerçekleştirmek zorundayız. Seçimler ve ittifaklar politikası da bu yüzlerden bir tanesidir. Asla küçümsenmemeli ve oldukça ince elenip sık dokunacak bir tarzla taktik politikalardaki ustalıkla yürütülecek esneklik paydasını da göz önünde bulundurarak hareket edebilmeliyiz. Seçimler ve ittifaklar politikasına yönelik de bu bilinçle yaklaşmak ve pratik sahada gerçekten karşılığı olacak bir yönelim içerisinde olmalıyız.
Seçimler ve ittifaklar sorunsalına ilişkin belirli bazı yönleriyle tartışmaya çalıştık. Kuşkusuz ki çok daha geniş ve ayrıntılı ele alınması ve değerlendirilmesi gerekmektedir. Bir başlangıç olması açısından yukarıdaki bazı hususlara değindik. AKP- MHP faşizmi eğer bir baskın seçim manevrası yapmazsa, mevcut süreçte bir erken seçim ihtimali pek ufukta görünmemektedir. Önümüzdeki dönem ve daha fazla seçimlere doğru süreç yaklaştıkça, daha kapsamlı ve verili objektif gelişmeler ışığında politik değerlendirmelerin içerikleri de daha fazla netleşecektir.
Yorumlar kapalı.