SEÇİM SONRASI DEĞİŞEN NE?

250F4F2B-55C6-42C3-B329-450699DF1664

2023 Mayıs seçimleri, farklı açılardan değerlendirmeyi hak eden önemli politik bir olgudur. İki blokta toplaşan komprador burjuva klik temsilcilerinden hangisinin faşist devlet iktidarını yöneteceği sorusuyla birlikte, bu iki kliğin halk kitlelerini peşinden sürüklemesi ve geniş bir seçmen kitle tabanı yaratması durumu oluştu. Devrimci hareket saflarındaki reformist-revizyonist görüşler pratik-politik alanda daha bir olgunlaştı. Parlamentarizmin, düzen içi siyasi eğilimlerin güçlenmesiyle tasfiyecilik derinleşti. Seçim atmosferi zaten varolan düzen içi eğilimleri daha bir görünür kıldı. Devrimci hareketin içinde bulunduğu bu olumsuz durum reformizmin gelişmesine de etki etti. Reformizm güç kazandı. İşçi sınıfı ve emekçilere vurulan pranga daha da ağırlaştı. İki kamp kliğin çelişkisi seçimle birlikte şiddetlendi ve bu vesileyle birçok tartışma, olay yaşandı. 

AKP-MHP öncülüğündeki “cumhur ittifakı”nın devleti yeniden yönetmesi neyi ifade ediyor? Yada CHP öncülüğündeki “millet ittifakı”nın muhalefette kalmasına nasıl bakılmalıdır? Bu soruları ele alırken elbette geçmişten koparak değerlendiremeyiz.

AKP yirmi yıllık hükümet dönemi boyunca devletin sivil-askeri bürokrasisinde esasta kendi kadrolarını oluşturdu. Devlet olanaklarından yararlanarak kendi içinde beliren klikleri ezdi, tasfiye etti. Yanı sıra muhalefetteki burjuva klikleri yargılattı, hapise attırdı. Dolayısıyla yirmi küsür yıllık AKP hükümet dönemi klik çatışmalarının inişli çıkışlı vede şiddetli geçtiği bir süreçtir. 2015 seçiminde güç kaybetti. Yaratılan şovenizm, milliyetçi dalgadan yararlanarak saflarını yeniden düzenledi ve 2015 Kasım seçimini kazandı. Ancak AKP içinde beliren klik çatışmasının şiddeti azalmak bir yana daha da arttı. 2016 darbe girişimiyle silahlı çatışmaya evrilen ve doruk noktasına varan çelişki karşı darbeyle sonuçlandı. Devlet askeri kadrolarının bir çoğunu kaybetti. Güç ve yetenekten düşse de erken toparlandı. MHP ile ittifak zemini oluştu. İçinden geçilen siyasi istikrarsızlığa uygun olarak “Cumhurbaşkanlığı başkanlık sistemi”yle yetkiler merkezileştirildi, hızlı karar alınması önündeki engeller kaldırıldı.

Geçmişten günümüze her hükümet sürecinde, devlet olanakları başa gelen hükümet tarafından kullanılıyor. Yolsuzluktan insan kayırmaya ve atamalara kadar imkanlar kullanılarak sermayelerine sermaye katar; siyasi-ekonomik rant elde ederler. AKP döneminde de yapılan budur. Birçok bürokratın iki-üç ve daha fazla maaş aldığı, “cumhurbaşkanlığı saray külliyesi” merkezli şatafatlı yaşam tarzı yaratıldı. Geniş ayrıcalıklarla donatılmış devlet bürokrasisiyle taraftarlarına avantajlar sağladılar. Devletin olanaklarını kullanarak zenginleşen geniş bir bürokratik ağ tabakası var. Böylece ayrıcalıklı, şatafatlı ve çekici olan yaşam tarzı için mücadele eden kesim yaratıldı. Sadece bürokrasinin üst katmanlarında değil, daha altlara kadar yaygınlaşan düzenlemeler yapıldı. Darbe girişimi fırsata çevrilerek binlerce insan işlerinden edildi. Yerlerine AKP ile MHP’ye ve bloğa yakın kişiler yerleştirildi.

Bakanlık ve “milletvekilliği” yapan bürokratların çoğunun eğitimden sağlığa, gıdaya kadar şirketleri var. Öyleki özel hastanesi olanın sağlık bakanı, özel okulu olanın eğitim bakanı vb. yapılması sağlıktan eğitime kadar tüm her şeyin özelleştirildiğini ve bu özelleştirmelerin hız kesmeden devam edeceğini, daha da derinleşeceğini ifade etmektedir. Özel okul, özel hastane zincirine sahip bu bürokrat burjuva kesimlerinin sağlık, eğitim vb. alanlarda halkın yararına politika geliştirmeleri mümkün müdür? Elbette hayır! Sağlıktan eğitime, postaya kadar her şeyin özelleştirilmesine, işçi ve diğer emekçi sınıfların kölelik koşullarında çalıştırılmalarına, yoğun sömürüye uğramalarına ve halkın daha fazla yoksullaşmasına bağlı olarak gerçeklerin üstünü örten, perde görevi gören, toplumu uyutan tarikat ve cemaatlerin örgütlendirilmeleri de hızlandırıldı, önlerindeki tüm engeller kaldırıldı. Yapılan özelleştirilmelerden tarikat ve cemaatler fazlasıyla nasiplendirildi, ekonomik olarak ciddi şekilde palazlandırıldılar ve devlet bürokrasisi içinde daha fazla görünür oldular, daha fazla mevki kazandılar. Onlarca tarikat-cemaat Türkiye ve Kuzey Kürdistan’ın her tarafına yayılmış ve kapalı bir insan topluluğu yönetmekteler. Menzil cemaatinin Adıyaman’da üç-beş bin nüfuslu Menzil köyü merkezli yapısı buz dağının sadece görünen kısmıdır. Cemaatlerin halk kitleleri içerisindeki gerici, dinci ideolojik-siyasi etkisi, halkın önemli bir kesimini gericilik temelinde sisteme bağlıyor. Dolayısıyla AKP hükümetinin tabanının çözülmemesinin ekonomik-sosyal temeli vardır. Halkı bu gerici tarikat-cemaatlerin elinden kurtarmak görevdir. Bu cemaatlerin esasının devletin Türk-islam sentezli şovenizm, Türk milliyetçi ve gerici din ideolojisinin harmanlanmasıyla, siyasi çizgisiyle hareket ettiklerini vurgulayalım. Tüm bunlara paralel diyanet gibi dev bütçeye sahip devlet kurumu var. 

Ayrıca ister eski komprador sermaye grupları olsun, isterse sonradan palazlanan komprador kesimler olsun AKP’nin öncülük ettiği kliği destekliyorlar. Çelişkisi olan ise açıktan karşı çıkmıyor. TÜSİAD’ın yaptığı kimi hoşnutsuz açıklamalar hükümeti uyarma yada hizaya çekme amacı taşıyor. Çünkü AKP-MHP bloğu ekonomik kriz koşullarında ucuz iş gücü cenneti yaratarak burjuvazinin kârına kâr katmalarını sağlıyorlar. Bankalar sermayelerine sermaye katıyorlar. Ekonomik kriz sermayenin kârını azaltmıyor, artırıyor. Tüm yük işçi ve diğer emekçi sınıfların sırtına bindiriliyor. Yoğun emek sömürüsüyle işçi sınıfı ve emekçiler eziliyor. Bankalara o veya bu krediyle borçlandırılan %50’sinin açlık sınırı altındaki asgari ücretle çalıştığı, sadece çalışmaya ve tüketime odaklanan, ucuz iş gücü cennetine dönüştürülen Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da yaşayan halk kitleleri gerçekliği var. Böyle bir cennetten burjuvazi neren rahatsız olsun ki. Yani AKP hükümetinin sermaye için yarattığı olanaklar geniş ve muazzamdır.

AKP-MHP bloğu “devlet yardımı” adı altında halkı sadakaya alıştırdı! Mitinglerde, açılışlarda ve (hatta doğal afet olduğunda bile) Erdoğan’ın halkın kafasına attığı çay sermaye temsilcisi olarak halkımızı aşağılamanın bir yoludur. Madenlerde yüzlerce işçi can verdi. Depremlerde yüzbinlerce insan hayatını kaybetti, yaralandı. Evsiz barksız kaldılar. Halen sorunları çözülebilmiş değil. Derme çatma çadırlarda, su dahi bulamayan insanların çaresizliği içler acısıdır. Kürt illerindeki belediyelere atanan kayyumlar, grev yasaklamaları, köylülerin toprağını savunmalarının yargı eli ve şiddetle bastırılması, işçi sınıfının bastırılması ve parçalanması…Sonu gelmeyen uygulamalarla AKP hükümeti devletin faşist niteliğini acımasızca kullanıyor ve her demokratik hak mücadelesi şiddetle bastırılmakta, ezilmektedir.

Sömürücü burjuva sınıfların çıkarlarını savunması ve onların devletini yönetmesi itibarıyla AKP hükümeti baş düşman konumundadır. Faşist devletin tüm uygulamalarından sorumludur. Ki bu durum sadece AKP odaklı değildir. Seçimle birlikte şayet hükümet değişseydi CHP ve ittifak ortakları hükümet olup devletin dümenine geçecekleri ve egemen sınıfların çıkarlarının birebir uygulayıcıları olacakları için baş düşman konumuna yükseleceklerdi. Dolayısıyla AKP hükümetini devletin ve sınıfların yerine koyan Marksist devlet anlayışını çarpıtıp yozlaştıran uzlaşmacı anlayışlardan ayrıştığımızı belirtelim. Aşağıda da belirteceğimiz üzere, devlet anlayıştaki bu çarpık görüş seçimlerle birlikte uzlaşmacı eklektik siyasi eğilimleri daha bir açığa çıkardı. Burjuva hükümeti baş düşman olarak görme taktik siyaseti, pratik alanda hükümetlere karşı duyulan öfkeyi örgütleyerek sınıf mücadelesine kanalize etme ve sınıf düşmanlarının devletini yıkmak için devrimci mücadeleyi geliştirme anlamı taşır. Yoksa hükümetleri sınıfların, devletin yerine koyan, hükümet değişmesi veya parlamenter çoğunluk sağlaması durumunda devletin faşist niteliğini iç dönüşüm yoluyla değiştirme, demokrasiyi getirme reformist hayali değildir. Bu ideolojik-politik bakış açısıyla reformist-revizyonist akımlarla ayrıştığımız içindir ki, seçimde faşist “millet ittifakı” kliğine karşı uzlaşmacı eklektik çizgide durmadık.

Evet, yirmi küsür yıldır devleti yöneten AKP önemli bir gücü temsil etse de, hükümetler gelip geçicidir. Egemen sömürücü sınıflar ve onların baskı aracı devlet kalıcıdır. Reformist bakış açısıyla AKP’yi iktidar yerine koyan ve Erdoğan karşıtlığı üzerinden siyaset üreten, Türkiye’deki faşist devlet iktidarını AKP-Erdoğan ile aynılaştırıp hükümetin düşmesi durumunda faşizmin sonlanacağı savunan görüş; CHP’nin başını çektiği faşist “millet ittifakı” bloğuna halkın yönelmesini sağlamıştır. Bu reformist siyasetten devrimci hareketin bir kesimi de sorumludur. Ve halen bu yanlış siyasetten dönülmüş değildir. Millet ittifakı bloğu Erdoğan-AKP karşıtlığı üzerinden oluşan tepkiyi örgütlerken kitlelerin hak mücadelesinin, direnişlerinin, öfkesinin sokak eylemliliklerinden uzaklaştırma siyaseti izledi. “Tepkinizi sandığa giderek gösterin” söylem ve yaklaşımıyla halkı pasifleştirdi, düzen içine çekti. Seçim, halk kitlelerinin maniple edilmesinde araç işlevi gördü. Seçim, burjuva düzen partileri tarafından hak aramanın biricik yolu olarak gösterilmeye çalışılmaktadır. CHP (genel olarak millet ittifakı) bu “biricik yolu” halka dayattı, halkın öfkesinin sokağa taşmasının önüne geçti. “Demokrasi şöleni” olarak gösterilen burjuva seçim aldatmacasıyla halk, egemen sınıflar lehine kimin kendisini yöneteceğine onay vermiş oldu. “Millet ittifakı” bloğuda hükümet olmak istemekle beraber asıl misyonu sermayenin devletinin bakası için hizmet etmektir. 

Seçimler her haliyle eşitsiz koşullarda yapılmaktadır. Bırakalım komprador partilerle devrimci ve yurtsever kesimler arasında eşit, demokratik bir seçim çalışmasından söz etmeyi, egemen sınıf klikleri arasında bile eşit ve demokratik bir seçim süreci işlemiyor. Çıraklık dönemimde “trafoya kedi girdi” denilirken, ustalığa geçiş aşamasında ise haberlere “evindeki yabancı” olarak yansıyan kaçak seçmen ve bunun yanında yabancı seçmen kullanıldı. Blok oy kullanan yerler oldu. Geçmişten günümüze halkı aldatma ve oyalama aracı olarak seçimler, parlamento kullanıldı. Dolayısıyla 1920’lerden sonra “milletvekili”ni kendisi atayan mahkemeden, ‘90’larda Kürt parlamenterlerini yaka paça gözaltına alan ve oradan seçimde hile yapan, seçim sonuçlarını kabul etmeyen, seçilmiş TİP’li Can Atalay’ı yasalarına dahi uymayıp içeride tutan Türk hakim siyasi çizgisinin parlamento işlevi ve rolü aynıdır; faşist devlet iktidarını ve hükümet ettiği sınıfları gizleme peçesi!

Cumhur ittifakı bloğunun seçimi kazanmasıyla devlet bürokrasisi kimi değişiklikler dışında olduğu gibi kaldı. AKP’nin mevcut politikaları sömürücü sınıflara muazzam olanaklar sunuyor. Ekonomik kriz var. Ancak sömürücü sınıflar bunu fırsata çevirmiş ve yaratılan ucuz iş gücü cennetiyle kârlarına kâr katıyorlar. Halk kitleleri hoşnutsuz, öfkeli ama seçim bunu yatıştırmanın bir aracı olarak kullanıldı. Faşist devlet diktatörlüğü her hak mücadelesine saldırıyor, eziyor. Bir yanıyla baskı, ezme siyaseti izlenirken, diğer yanıyla seçim kullanılarak halkın gazı alındı. Halkın yüksek katılımla “cumhur ittifakı” adaylarından biri için oy kullanması, seçime büyük anlam atfedip meşru görülmesi ve devrimci alternatif siyasetin yaratılmaması halk kitlelerinin manipüle edilmesini getirdi. İster Erdoğan’ı destekleyen kesimin “zafer” düşüncesi, isterse Kılıçdaroğlu’nu destekleyenlerin “kaybetme” duygusuyla hareket edilsin halk kitleleri seçimin etkisinden bir süre çıkamaz. Yani seçme onayını vermiş olmaları, bir egemen klik temsilcisinin kendilerini ezmesi için sandığa gitmiş olmaları durumu kitlelerin öfkesinin yatışmasına ve geriye çekilmesine neden olmaktadır. Ayrıca seçim sonrası millet ittifakı partileri kendi iç sorunlarıyla uğraşmakta olup klik çelişkisi seçim sonrası nispeten yumuşadı. Tüm bunlar birlikte düşünüldüğünde hakim sınıflar açısından geçici siyasi istikrar sağlandı diyebiliriz. Bu, hiç hak mücadelesi veyahut direnişler olmayacak anlamını taşımıyor. Yada faşist devlet azgınca saldırmayı gevşetti anlamı taşımaz. Bilakis en küçük demokratik hak arayışını hemen eziyor, dağıtıyor. Hakim sınıflar açısından siyasi istikrar ister şiddetle ister rızayla emekçi sınıfları kolayca bastırması, ezmesi, geriletmesi ve kendi politikalarını rahatlıkla uygulaması anlamı taşır.

Ancak Türkiye’deki siyasi istikrar her zaman için geçici, dönemsel ve koşullara bağlıdır. Yani siyasi istikrarsızlık esas, istikrar ise talidir. Bundan dolayı seçimle birlikte egemen sınıflar geçici bir nefes aldılar diyoruz. Ama bugün açısından ekonomik kriz var. Enflasyon, işsizlik, yoksulluk, iş gücünün yoğun sömürüsü, Kürt sorunu, kadın sorunu, temel demokratik hakların olmaması…Halk kitleleri ister “zafer” isterse “kaybetme” duygusuyla hareket etsin sınıfsal temel üzerinden çelişkiler şiddetlenecektir. Halkı beklentiye sokan, oyalayan seçimin (belediye dışında) uygun zamanda olmaması, halkın yüzünü sokağa dönmesini getirebilir. Ayrıca CHP’nin iç çelişkilerine dönmesi umut tacirliğini kısa vadede yapamaması halk kitlelerinin gözünü açan olumlu bir gelişmedir. Çünkü CHP faşist Kemalist ideolojiyi halk kitlelerine taşıyan, halkı gerici siyaset temelinde sisteme entegre eden ve “demokratik” görünümlü faşist bir partidir. AKP giderse sözüm ona faşizm sonlanacak, yoksulluk bitecek, sömürünün düzeyi düşecek! Halkın öfkesi kişiye ve hükümete yönlendirilip, sömürücü sınıflar ve devlet ustaca aklanıyor, hedef olmaktan çıkarılıyorlar. Dolayısıyla CHP’nin güçten düşmesi, iç sorunlarıyla boğuşması iyidir. Ama elbette komünist, devrimci hareketin bu durumdan faydalanarak emekçi sınıfları örgütleyebilme kabiliyeti geliştirmesi gerekmektedir.

CHP’nin (genel olarak millet ittifakının) pazarladığı “uzlaşma, helalleşme, demokrasi vaadleri, refah” söylemleri birinci turda yaşadıkları hayal kırıklığı sonrası içine girdikleri söylem değişikliğiyle aslında boşa düşmüştü. Milliyetçi, şoven ve ırkçı (kabul etmeseler de) söylemlerin ön plana çıkarılması, Ümit Özdağ’la görüşme trafiği halkın belli bir kesiminde “ne oluyor” sorusu doğurdu. Şoven-ırkçı tutumları mültecilere yönelik gerici görüş ve politikalarıyla açığa çıktı. Erken teşhir olmaları nedeniyle halkın belli bir kesimi bu ırkçı-şoven söylemlerden dolayı sandığa gitmedi diyebiliriz. Erken teşhir olmaları iyi iken ancak devrimci hareketin tabanının önemli bir kesimi halk, Erdoğan-AKP karşıtlığı üzerinden Kılıçdaroğlu’na oy verdi. Sömürücü sınıfların siyasi temsilcilerinden birine devrimci hareketin tabanının oy vermesinde devrimci hareketin AKP’yi sınıfların ve devletin yerine koyan, AKP gittiğinde faşizm sonlanacak vb. teorik bakış açısıyla eklektik ve saçma pratik-politik hattıyla birebir ilişkilidir. 

Gerek Erdoğan’a gerekse de Kılıçdaroğlu’na oy vermiş olan halk kitlelerini kazanmak, sistemle olan bağlarından koparmak devrimci, komünist hareketin görevidir. Ancak devrimci hareketin bir kesimi kendisini parlamentarizme öyle kaptırmış ki, bu hem reformizmin güç kazanmasına yol açıyor, hemde düzen içi tasfiyeci eğilimin güçlenmesini sağlıyor. Seçimle revizyonist-tasfiyeci akımların siyasi çizgileri pratikte daha bir belirginleşti. İdeolojik-siyasi çizgideki gerileme politik-örgütsel etki gücün zayıflaması reformizme alan açıyor. Ki reformist hareket güç kazandı. Dolayısıyla kitlelerin mücadelesini boğan, düzen içi sınırlara hapseden parlamentarist tasfiyeci akımların kitlelerin enerjisini sandıklarda heba eden tutumuyla istikrarlı ideolojik mücadele yürütülmelidir. Bununla birlikte ideolojik baş düşmanımız reformist-revizyonist akımla da aynı tutarlılıkla ideolojik mücadele verilmelidir.  Seçimle birlikte reformizme bir adım daha yaklaşan düzen içi eğilim, Kılıçdaroğlu’na oy verilmesinde utangaç eklektik politik bir çizgi izlemiştir. Açıklamalarında “Kılıçdaroğlu’nu desteklememe” yaklaşımı sergilense de açık boykot tavrı yada açıklamalarına uygun etkin pratik çalışma yürütmeyip taban kitlesini serbest bıraktılar. Bu eklektik tutumları genel teorik hatlarına da uygundur.

Halkın Bilincini Zehirleyen Reformizme Karşı Aktif Mücadeleyi Yükseltelim

Reformist-revizyonist akıma karşı ideolojik mücadelenin önemi ve kararlılığı devrimci mücadelenin gelişmesi açısından hayatidir. Kapsamlı, tutarlı, sürekliliği sağlanmış ideolojik mücadele halkın devrimci enerjisini düzen içinde tüketen akımların zeminini kurutmak görevidir. CHP’nin kuyruğuna takılan, ona olmadık demokratik roller biçen “demokrasi gelecek” hayali satan reformistlerle ayrım noktalarını çizmeli, işçi sınıfı ve emekçi kesimlerinin bilincini bulandıran fikirle mücadele yürütülmelidir. Örneğin, reformistlerin CHP’ye yönelik “toplumsal muhalefeti sokaktan çektiniz, sadece sandığı gösterdiniz” şeklinde eleştirisi vede yakınması var. Doğaldır ki, CHP devletin köklü faşist bir partisi olarak halkı düzene bağlamayı görev edinmiştir. Hizmet ettiği sınıfların çıkarını savunmaktadır. Ayrıca CHP halkı kendine yedekleme amacıyla sokağa çıkmasının önünü açsa dahi bu, diğer kliğe karşı kendi gerici amacına hizmet edecektir. Ki başta Latin Amerika olmak üzere birçok ülkede halkı gerici emellerine alet eden, halkı birbirine kırdırtan düzen partileri vardır. CHP ve türevleri bugün halkı sokaktan çekerken halkın devrimci enerjisini tüketme, “devletin bekası” için kendi sınıf eğilimini ortaya koyuyor. Ayrıca reformist hareketin “toplumsal muhalefeti” sokağa çağıran tutuma kimi ekonomik ve demokratik istek ve düzenlemelerden ileri gitmemektedir. Yani işçi ve emekçi sınıfların daha uygun koşullarda sömürülmesi, ezilmesi tutumunu ve düzen sınırlarını aşmayan ve kapitalizmin “ebedi varlığına” onay verme amacı taşır. İçten “devleti demokratikleştirip dönüştürme ve sosyalizmi kurma” reformist görüşleri ancak düzene hizmet edecektir. Reformist hareket vede devrimci hareketin bir kesimi CHP’nin faşist komprador partisi niteliğini görmeyip ona “sol” nitelemesi yaparak “sağa kaydı” tekerlemeleriyle yanlış tespit yapmaya devam etsinler! CHP’ye hak etmediği rol ve nitelik vererek halkın bilincini bulandıran bu kesim CHP’nin kuyruğundan hiç bir zaman kurtulamayacaktır. 

Seçim sonrası halkın öfkesi ister “zafer” ister “kaybetme” duygusuyla karamsarlığa itilerek yatıştırılmış olsun, bu geçicidir. Evet seçimde halkın ezici çoğunluğu o veya bu “cumhurbaşkanı” adayına oy verdi.

Ama seçim atmosferi geride kaldı. Esas olan üretim ilişkileriyle üretici güçler arasındaki çelişmenin varlığıdır. Koşullar devrimci mücadelenin gelişmesine uygundur. Ekonomik kriz, işsizlik, yoğun emek sömürüsü,…demokratik hakların, politik özgürlüklerin olmaması…Kürt sorunu, dünyadaki emperyalist dalaşın ülkeyi etkilemesi…geçici siyasi istikrar yeniden yerini siyasi istikrarsızlığa bırakacaktır. Devrimci durum gelişmeye açıktır. Eksik olan subjektif önderlik gücün tesisidir. Ayrıca CHP (ve ittifak güçleri) halkın bir kesimini peşinden sürüklese de seçim sonrası iç sorunlarıyla uğraşıyorlar. CHP’nin zayıflaması halk üzerindeki olumsuz etkisinin gerilemesi olumludur. Komünist devrimci hareketin bu çözülmeden yararlanması ve halkı örgütlemesi gerekmektedir. Ayrıca AKP-MHP ve türevlerine oy veren halk kitlelerini hor görme ve “kazanılamaz kitle” olarak değerlendirme anlayışı yanlıştır, sakattır. Böylesi çarpık anlayışlar kabul edilemez. Komünistler sınıf çelişkilerine dayanır. “Kitlelere sınıf bilinci dışarıdan verilir” Marksist yaklaşımıyla proletaryanın ideolojik-siyasi-tarihsel devrimci rolüyle iktidara devrim hedefiyle yürüyecek tek sınıftır. Ancak onun sınıf örgütü komünist partisi aracılığıyla işçi sınıfı sınıf bilinci alabilir. O halde Marksizm, Leninizm, Maoizm bilimine güvenelim. Bir adım öne çıkmanın tam zamanıdır! Siyaset boşluk tanımaz.

Exit mobile version