İdeoloji, Azami ve Asgari Program ve Siyasi Amaçta Birlik- Kongre Belgeleri/Perspektif(6)

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Posta ile elimize ulaşan MKP 3. Kongre Belgelerini, sosyalist basın sorumluluğu ile yayınlıyoruz. Yazıları MKP MK  Perpektif yazısı  ve  3.Kongre Kararları  olarak 2 ayrı kategoride her gün yeni seçimleri yayınlayacağız. 

Devrimci Demokrasi Yayın Kurulu 

***

Proletaryanın büyük önderi V.İ. Lenin’in “devrimci teori olmadan devrimci örgüt olmaz” veciz sözü teorik yayınlarımızın kapağında en üstte yazılıdır. Bu söz proletarya partisi için teorinin önemini ifade eder. Burjuva fikri egemenliği karşısında işçi sınıfı ancak devrimci teorinin ışığında kendi sınıf örgütünde birleşebilir. Ortak sınıf çıkarlarına sahip ezilen ve sömürülen kitlelerin birleşebilmelerinin ilk adımı devrimci fikirler ile tanışmakla başlar. İdeolojik birlik sağlanmadan ne devrimci program nede parti birliği yaratılabilir. İşçi için sınıf bilinci boş bir söz değil, yeni bir dünyadır. Devrimci teori nesnel dünyanın yasalarını ve toplumsal durumu tahlil eden ve gelişme yönünü işçi sınıfı başta olmak üzere, kurtuluşu ancak sosyalizm ve oradan da ulaşacakları komünizmde bulacaklarını tüm halk kitlelerine gösteren teoridir. Bu anlamıyla teorimiz karanlığı aydınlatan ışıktır. Proletaryanın teorisini amacından saptıran burjuva fikirler sınıf hareketinin bünyesine bulaştırılırsa o zaman virüs gibi yayılır ve tek hücreli virüsün sağlıklı organizmalardaki hücreleri aldatarak kendisini ürettirmesi ve sağlıklı organ hücrelerinin belli bir süre zarfında kendi ürettikleri virüs hücreleriyle kendi kendisini işlevsiz hale getirmesi ve ölüme yol açmasında olduğu gibi proletarya burjuvazinin hastalık yapan virüsünü çoğaltması durumunda kendi üretken, geleceği kazanacak sağlıklı bilincini öldürmüş olur. Burjuva fikirler birer virüstür, kendi kendine çoğalmaz, yaygınlaşmaz, yığınların bilincini enfekte edemezler, onları çoğaltan işçilerin arasında yayılmasını sağlayan Marksist kılıfına girmiş proleterlerden başkası değildir. Proletaryanın devrimci saflarında olup, biçimde devrimci görünen, ama gerçekte burjuva fikirleri yeniden ve yeniden devrimci kavramlarla cilalayarak ezilen yığınlara sunan virüs taşıyıcıları vardır. Proletarya gerçekten devrimci teori ve siyasi bilinçle donandıkça hastalık yayan ve eğilimlerin bulaşmasına karşı bağışıklık kazanabilir. Aksi takdirde burjuva fikirlerin etkisi proleter saflarda eylem ve irade birliğinin parçalanmasına yol açar ve yozlaşma yaratır. Mülteci darbeci kliğin maceracı üçüncü “kongre”lerinde (!) revizyonist fikirlerin yeniden nasıl üretildiği, yozlaşmanın tepeden alta kadar örgütü nasıl sardığı örneğinde görüldüğü gibi devrimci görünüm altında burjuva fikirler üretilmektedir. Bu nedenle Marksist, Leninist, Maoist düşüncenin savunulması tayin edici önemdedir.
Marksizm’in savunulması derken Marksist düşünceyi somut sosyal ve iktisadi şartlardan bağımsız cansız bir dogmaya dönüştürülerek kaba ve mekanik biçimde tekrarlanması teorimizin canlı ruhunu yok edecek forma sokulmasını değil, somut şartlara uygulanmasını söylemiş oluyoruz. Partimizin yönlendiricisi İbrahim Kaypakkaya düşüncesinin özü diyalektik materyalizmi Türkiye toplumsal şartlarına uygulanmasıdır. Kaypakkaya’nın fikirlerini donduranlar bu uygulama çizgisinin dışındadır ama ayrı düşmüş olmalarına rağmen bunun farkında değillerdir. Bu eğilimde komünizm amacının bilinçsizce dokunulmaz kılınmış fikre itaate yönelten katı bir dogmatizm vardır. Son derece zararlıdır. Savunucularını dönüp dönüp vuran bir düşünce biçimidir. Oysa devrimci teorinin temel ilkesine bağlı kalmak “gerçeğin olgularda aranmasını” zorunlu kılmaktadır. Değişen iktisadi ve toplumsal duruma ve gelişmelere uygun gelen program oluşturulmasının temel önemi üzerinde dururken diyalektik materyalizmin bu ilkesinden yola çıkmış oluyoruz.
Farklı fikirlerden ve çelişkilerden muaf değiliz. Programımızda eskimiş yanların bırakılması doğru fikrine kayıtsız kalınması, yada karşı çıkanlarımızın olması bu temel meseledeki iki farklı görüşün varlığının göstergesi değil midir? Doğru fikirler zaten karşıtlarının mücadelesi ile şekillenir. O halde bu olgu ürkütücü olmamalı. Kapitalist üretim biçiminin hakimiyeti ve ona özgü toplumun temel çelişkisinin yön verdiği toplumsal objektif olgulara asgari ve azami ölçüde yanıt verebilecek teori ve ana yönelimin netleştirilmesine karşı çıkan yoldaşlarımız neyi savunuyordu?! Bu yoldaşlar değişimlerin olduğunu kabul etmelerine rağmen bu değişimlerin programsal değişimi gerektirecek boyutta olmadığını savunuyorlardı. Yani mevcut savunularımızla yola devam edilmeliydi. Fakat bu yoldaşlar karşı çıkış fikirlerini her hangi bir araştırma ve incelemeye dayandırmadan savunmada ısrarcı oldukça hatalarını görmeyi sağlayacak araç ve metotları da yadsıdıklarını anlamamışlardı. Program değişikliğinin gerekliliği
ile program değişikliğine gerek olmadığı fikri arasındaki çelişki partimizde doğru ile yanlış arasında süren mücadeledir. Yıllar boyu hepimizin savunduğu programın değişen koşullara rağmen bazılarımız tarafından terk edilmek istenmemesi tavrı anlaşılmaz değildi, ama toplumsal gerçeklere dayandırılmadan öznelci düşünceyle bu fikirde ısrarcı olunması hatalıydı. Kuşkusuz iki farklı toplumsal koşulları ifade eden iki karşıt düşünce partimizin demokratik merkeziyetçilik tartışma ilkesi ve mekanizmasıyla çözüme kavuşturulması yönlü irade birliği aynı zamanda siyasi olgunluk ve gelişmiş tartışma kültürümüzün göstergesi bakımından önemsenmelidir. Sınıf mücadelesine doğrudan etki edecek önemde olan programsal görüşlerdeki fikir ayrılıklarının giderilmesi, çözüme bağlanması demek partinin toplumsal ilerlemenin gerisinde kalmaması, kitlelerin ihtiyacına cevap verecek durumda olması anlamına geldiğine göre tersi toplumun gerisinde kalmaktır.
Toplumsal yapıda büyük çaplı yer değiştirme gerçekleşmiştir. 1920’lerde yüzde 80’i köylü olan ve çok cılız bir kapitalizmin olduğu yapı aşama aşama karşıt yönde ilerledi. 2020 itibarıyla yüzde 93 oranında–kentleşen bir topluma dönüştü. Türkiye, Kuzey Kürdistan’da köylü ekonomisi çözüldü, basit küçük geçimlik tarım üretiminin yerini kapitalist meta üretimi ve kapitalist mülkiyet biçimi aldı. Emperyalist sermaye ve komprador burjuvazinin köylülük üzerinde süren hakimiyeti ve yıkımı öylesine vahşi ilerlemiştir ki, bırakalım köylülerin işlemek için toprak ağalarına karşı ayaklanmaları ve onlarla çatışmaları küçük ve orta köylüler topraklarını terk edip kentlerin yolunu tutmak zorunda kalmışlardır. Üretim araçlarından koparılmış köylüler sermayenin vasıfsız ucuz iş gücü havuzuna dahil oldular.
Bu dönüşüm işçi sınıfını artırdı. Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) kayıtlarına göre 14 milyon 500 bin işçi vardır. Hiçbir sosyal ve sağlık güvencesi olmadan çalışanların oranı ise araştırmalara göre 10 milyona yakın olduğu belirtilmektedir. İşçilerin toplam sayısı bırakalım tarımda çalışanları kırda yaşayan toplam nüfusun çok üstüne çıkmıştır. Oysa daha 1990 yılında tarımda çalışanların sayısı Türkiye, Kuzey Kürdistan toplamında çalışanların yüzde 46’sını oluşturmaktaydı. 2020’de ise toplam faal iş gücünde tarım çalışanların payı yüzde 17 civarına gerilemiştir. Nüfusun kırdan kente kaymasının iktisadi ve üretim ilişkilerinin durumunu yansıtan bu veriler son derece önemlidir.
Sayısal bakımdan genişleyen proletarya önderlik niteliği yanında sosyalist devrimin temel gücü haline gelirken, köylülük iktisadi olarak çözülmüştür. Son derece trajik yollar ile köylü iktisadı yıkıma uğratıldığı için hem üretilen toplam değer içindeki payı yüzde beşe (%5) hem de sayısal olarak yüzde 7 seviyesine düşmüştür. Kırsal kesimde çalışan nüfusun oranı 5 milyon civarındadır. Tarıma kapitalizm çoktan girmiştir. Yoğu n ücretli e mek kullanımı ve vahşi bir sömürü ağı örülmüştür. Her bölgede yerel tarım işçilerinin dışında gezici kır tarım proleterleri – genel olarak Kürt işçilerdir – sayı olarak 1,5 ile 2 milyon arası civarındadır.
Tüm bu somut olgular köylü toplumu değil, kapitalist kent toplumunu ifade etmektedir. Modern toplumda kentler kapitalist üretimin yatağıdır. Seviyesi ne olursa olsun kapitalist üretim seviyesi – geri-orta yada ileri – bu meselenin özünü değiştirmez. O halde programsal değişikliğe gidilmesi uçuk bir tasarım değil, toplumsal ve iktisadi değişikliklerdeki gerçeklerin zorunlu bir sonucu. Bu toplumsal gerçeklerle ters olan fikirlerin savunulmasında ısrar edilmesi hangi biçim altında yapılırsa yapılsın öznelcilik ve dogmatizme tekabül eder.
Üretim güçleri ve üretim ilişkilerinin karakteri devrimin niteliği, devrimin temel, itici güçlerini ve önder gücünü belirler. Üretim biçiminde nitel değişim olmuşsa asgari ve azami programda değişir. Devrim stratejileri körü körüne kopya edilemez. Gerçeklere dayanması zorunludur. Mao Zedung Çin’de nüfusun çoğunluğunu oluşturan köylülüğü devrimin temel gücü olarak açıklarken gerçeği açıklıyor ve ona dayanıyordu, ama biz somut olarak Türkiye-K. Kürdistan’da toplam nüfusun yüzde 7’sini oluşturan köylülüğü devrimin temel gücü olarak tanımlarsak bu gerçeklere dayanmayan bir tespit ve savunu olur. İşte bu öznelci düşünce ve dogmatizmdir. Koşullara bakmayı bırakarak belirlenen formülleri toplumun gerçek durumu yerine geçirmeye kalkışmak nafile bir çabadır.
Toplumsal gerçekleri aydınlatan Marksizm, Leninizm, Maoizm devrimci teorisinin uygulanması iradesi ve mücadele çizgisinin geliştirilmesi aynı zamanda yüksek seviyede sağlanacak parti birliğinin teminatıdır. Bu bakış açısıyla 24 Nisan’da parlayan güneş canlı mücadele, bilimsel gücümüze can ve kan taşımaya devam edecektir.

Devam edecek…

Yorumlar kapalı.