Hapishanelerde genel olarak koşulların ne derece insan onuruna ve insanca yaşama hakkına ters biçimde zorlaştırıldığına dair bilgilere biraz toplumsal sorunlarla ilgilenen hiç kimse yabancı değildir. Evet açık olan ve tartışma götürmez bir gerçek var ki insani, sosyal, kültürel ve sanatsal, hukuksal, sağlık hakkına erişme, basından yararlanma, düşünce ifade etme hakları başta olmak üzere, sosyal yaşamın olmazsa olmazı denilebilecek tüm haklar konusunda hapishanelerde devreye konulmuş baskı politikası devam etmektedir.
Biraz daha ayrıntısına girmeden belirtmek gerekir ki, hapishanelerde artan baskı, ezilen ve sömürülen halk kitlelerine son yıllarda daha da arttırılan baskı politikasından bağımsız değildir. Genel olarak ezen ve ezilen sınıflar arasında çelişkilerin şiddetlendiği, eşitsizliğin arttığı ve eskisi gibi egemenlerin rahatça yönetemediği ve krize girdikleri tarihi koşullarda egemen sömürücülerin en acımazsız yüzü hapishanelerde ortaya çıkar. Devrimci şiarlarla öne çıkan kitleler kapitalistler düzeninde kurşunlara hedef olur, hapishanelere de tarif edilemez zulüm altına alınırlar. Çünkü hapishane verili düzenin sürdürülmesinde egemen sınıfın baskı aygıtı olan devletin işlevli bir parçasıdır. Her bakımdan sistem onu oluşturan tüm parçalarıyla düşünülmeli. Kapitalist sistemin suça sürüklediği kesimlerin durumu ile devrimci kitlelerin en öne çıkmış öğeleri olan politik tutsakların hapishanelerdeki durumu farklıdır. Adli tutuklu ve hükümlülerde insani olmayan zor koşullarda tutulsalar da, baskı politikası devrimci tutsaklara uygulanmaktadır. Baskının olduğu yerde direnmek zaruri ve meşrudur. Bu karşıt yönüyle hapishaneler hem büyük acıların yaşandığı hem de tarihi direnişin ortaya çıktığı alanlardır. Tutsakların mücadelesi Türkiye ve Kuzey Kürdistan halklarının kurtuluş ve özgürlük mücadelesiyle özdeşleşmiştir. Egemenler her dönem devrimci tutsakları tümüyle kitlelerden yalıtmak, ruhen, fikren yıkıma uğratarak ideolojik ve siyasi olarak teslim almak için başvurulmadık yol ve yöntem bırakmasalar da bu amaçlarında başarılı olamamışlardır. Devrimci tutsaklara baskının amacı onları mevcut düzene biat ettirmektir. Komünist, devrimciler darağaçlarında kürsüyü tekmelediler, ölüm oruçlarında canlarını verdiler, kurşunlarla, demir çubuklarla Diyarbakır, Ulucanlar, Buca, Ümraniye’de 19-22 Aralık’ta öldürüldüler, ama teslim alınamadılar-olmadılar. 19-22 Aralık 2000’de 28 devrimciyi katlederek geçiş yapılan F Tipi hapishanelerin recrid-tredman sistemiyle bilinen baskı politikasına karşı politik tutsaklar tarihi miraslarına yaslanarak direnmeye devam etmektedirler.
Ortaçağın kör zindanlarından söz edilmiyor, modern çağın teknolojisiyle donatılmış mekanlarda, zamana yayılmış biçimde komünistler, devrimciler başta olmak üzere çeşitli muhalefet kesimlerinin mevcut düzenin sınırlarında hizaya sokulması amacıyla planlanmış çok yönlü bileşenleriyle tutsakların öğütülmesi için sert dişlileriyle dönen çarklara sahip hapishane sisteminden söz ediyoruz. Biat etme dayatmasına karşı sınıf bilinçli özgürlüğün kişinin ve ait olduğu hareketin iradesinde direnişle somutlaşması arasındaki karşıtlık sürekli bir niteliktir. Keza geçici gevşeme dönemleri olsa da sürekli olan baskıdır. Hapishanelerde tutulan politik tutsakların parçası olduğu işçi sınıfı, emekçi halk kitleleri, demokratik ilerici kesimler, Kürt ulusu üzerinde devlet baskısı arttırılınca, kaçınılmaz olarak eğmen burjuva sınıfın bu baskısı hapishanelerde iki kat daha şiddetli biçime bürünmektedir. Son yıllarda tutsaklar üzerinde katlanmış baskı bu olguyu fazlasıyla göstermektedir. Faşist devlet diktatörlüğünün her alandaki baskı, zor ve şiddetine yaslanan AKP’nin sürekli sayılarını arttırdığı yeni açılan hapishanelerle övünmesi şaşırtıcı değildir. Demokrasiyi tanımayan ve dışlayanların düzenini temsil edenler tabiki baskı aygıtlarıyla övünür başka ne yapacaklardı?
Mevcut Durumda Hapishanelerdeki Uygulamalar Nasıl
Tutuklu ve hükümlülerin tabi tutuldukları 5275 sayılı infaz kanunu vardır. Fakat Covid-19 salgın hastalığın ortaya çıkmasıyla Mart 2020 tarihinden itibaren fiili olarak infaz kanunu bir kenara bırakılmıştır. Pandemi gerekçesiyle infaz kanununda olmayan bir ceza infaz uygulamasına geçilmiştir. Kanunda hükümle ve tutukluların ayda 3 kapalı, bir açık görüş yapması, haftada 10 saat 10 kişiyle sohbete çıkma, spor sahasına çıkma, çeşitli kültür sanat faaliyetlerinde bulunma, muayene ve tedavi olma hakkının yerine getirilmesi belirtilir. Fakat pandemiyle birlikte tüm bu haklar fiili olarak – kanunu olmadan – terk edilmiş ve tutuklu, hükümlüler tutuldukları hücrelerde mutlak tecrit altına alınmışlardır. Tecrit bir işkencedir. Sosyal varlık olan insanın mutlak biçimde sosyal yaşamdan yalıtılması insana yapılabilecek en ağır işkencelerden birisidir. Yıllardır tutsaklar arkadaşlarıyla hiç görüşmeden, aileleriyle açık görüş yapmadan, hiçbir sosyal etkinliğe çıkmadan hücrelerde tutulmaktadır.
Toplumda pandemi nedeniyle hiçbir kısıtlama yokken, tutsaklar neden açık görüş yapamıyor? Neden arkadaşlarıyla sohbete çıkarılmıyor? Neden sosyal etkinliklerden yararlandırılmıyor? Tüm bunların tek bir cevabı vardır: Salgın hastalık politik tutsaklar üzerinde baskının arttırılması için fırsata çevrilmiştir. Üstelikte mevcut kısıtlayıcı uygulamaların kanunu yoktur. Yasa dışına çıkmış hükümet hapishanelerde de infaz kanununun dışına çıkmıştır. Bu nedenle ileride koşulların daha ne kadar zorlaştırılacağına dair bir öngörülebilirlikten de söz edilemez. Hali hazırda faşist bir zihniyetin ürünü son derece baskıcı içerikte olan infaz kanununu kendilerine yeterli görmeyenlerin hangi saldırılara yelteneceği kestirilemez.
Haftada 20 dakika telefon görüşü, (ağırlaştırılmış hapislere 10 dakika) ayda aileden iki kişiyle bir saate kadar iki kez kapalı görüş yapmak insanın sosyal yaşamı için yeterli midir? kesinlikle hayır!! Bunun adı tecrittir.
Sosyal yalıtma, tecrit, yetmiyormuş gibi, Adalet Bakanlığı’nın kararıyla tüm hapishanelerde F tipi tecrit sistemine geçildiği dönemdeki gibi yeniden 5 kitap, 5 dergi sınırlamasına gidilmiştir. Oysa bu kısıtlama mücadeleyle aşılmıştı. İki ayda bir kez 5 kitap alınabiliyor. Kısacası devrimci tutsaklara “kitap okumayın, üretmeyin” denilmekte, yasaklar konulmaktadır.
AKP pandemi –Covid-19– salgının başında 15 Nisan 2020 tarihinde 5275 sayılı infaz kanununda değişiklikler yapıldı ve devrimci tutsakların koşullarını daha da ağırlaştırdı. İnfaz Kanunu’nun 62. maddesi 4. fıkrasına “Basın ilan kurumu aracılığıyla resmi ilan ve reklam yayınlama hakkı bulunmayan gazeteler ceza infaz kurumuna kabul edilemez” eklendi ve daha öncesinden engellemeye başladıkları Yeni Yaşam gazetesi, diğer sosyalist gazetelere ilişkin fiili durum yasallaştırıldı.
Dışarıda aile, yakınlar ve arkadaşları tarafından bedeli ödenmiş ve faturasıyla gönderilen dergilerin aboneliği kabul edilmeyerek, abonelik işlemlerinde tutsakların hesabından ödeme yapılması dayatması getirildi. Tüm uygulamaların temel mantığı kitap ve sosyalist dergi ve gazetelerin okunmasını engelleme üzerine kurulmuştur.
Hasta Tutsakların Öldürülmesi Adı Konulmamış İdamdır
AKP Covid-19 salgın hastalığını gerekçe göstererek infaz kanununda gerçekleştirdiği değişiklikle yüz elli bin civarında adli mahkumu, çetecileri tahliye etti. Ama devrimci tutsaklardan en ağırları da dahil hiçbir hasta tutsağı, yaşlıları tahliye etmedi. Aksine koşullarını zorlaştırdı ve ölümlerini hızlandırdı. Veriler açık olmadığı için kaç hastanın öldüğü bile tam bilinmiyor. 2020-21 yıllarında 10 politik tutsak tedavi koşullarına erişemediği, hastaların tutulmaması gereken koşullarda tutuldukları için öldüler. Yalnız başına yaşamını sürdüremez raporu olan hastalar “güvenlik” gerekçesiyle bırakılmıyor.
Ama aynı AKP şuna yaptı: 5275 sayılı İnfaz Kanunun 107. maddesinde adlilerde bir kısmı süreli hapishanelerde üçte iki olan infaz süresini “yarısı” yani bir bölü iki 2/1, çete, mafyaların organize suç örgütlerinin tabi olduğu 3/4 “dörtte üçünü” 2/3 “üçte iki” olarak değiştirdi. Devrimcilerin tabi tutuldukları ¾ dörtte üç infaz süresini olduğu gibi koruyarak bariz bir ayrımcılığa gidilmiştir. 1 Mayıs, 8 Mart’a katılan, basın açıklaması yapanlar “örgüt üyesi olmak” cezasıyla ¾ dörtte üç ceza çektirilirken; yani 4 yıllık cezanın 3 yılını çektirilirken A. Çakıcı gibi mafyalar cezanın üçte ikisini, diğer adlilerin bir kesimi ise verilen cezanın yarısını 2/1 ve bir kısmı da 3/2 çektirilmektedir. Hatta bu cezalarda çektirilmiyor.
Şöyle ki: İnfaz Kanununa eklenen Geçici Madde 9’da, toplam on yıldan az hapis cezası alanlar bir ayını, on yıl ve daha fazla cezası olanlar ise üç ayını kapalı hapishanede geçirmiş olan hükümlüler açık cezaevine gönderilebilir denildi. Ve aynı 5275 Sayılı İnfaz Kanunun Geçici Madde-9’un 5. fıkrasında ise Covid-19 salgını nedeniyle açık cezaevinde bulunan hükümlüler izinli sayılacağı belirtildi Geçici-6. madde ise “1yıl”lık denetimli serbestlik “üç yıl” olarak uygulanır şeklinde değiştirildi ve adı konulmamış AF’la yüz elli bin kişi serbest bırakıldı. İşte burjuvazinin, onların faşist hükümetinin dillerinden düşürmedikleri eşitlik, adalet, demokrasinin anlamı budur. Bir yerde topluma karşı suç işlemiş hırsızı, pezevengi, tacizcisi, uyuşturucu satıcısı, katili, mafyacısı 20 yıl hapis cezası aldığında 1 ayını kapalı hapishanede geçirdikten sonra, Açık hapishaneye yollanıyor ve orada da eline tahliye kağıdı tutuşturularak evine yollanıyor, bir diğer tarafta da Abdullah Kalay gibi kalbinin yüzde 75’i çalışmayan, yalnız yaşayamayan, yada Mehmet Emin Özkan gibi yatalak durumda; iki eli olmayan Engin Aktaş ve adlarını sayamadığımız yüzlerce hasta ve engelli tutsakların hapishanede tutulmaları söz konusudur. Bu çelişkili ve eşitsiz durum egemen burjuva sınıfın, hükümetin, devrimcilere karşı olan büyük düşmanlığını göstermektedir. Hasta tutsakların kitlelerin mücadelesi olmadan bırakılamayacağı net ve açık olarak görülmeli.
Hapis Cezası Bitse de Devrimci Tutsaklar Bırakılmıyor
AKP-MHP’nin İnfaz Kanunu Madde-89’da yaptığı değişiklikle koşullu tahliye hakkı ortadan kaldırıldı. Koşullu salıverme şudur: İnfaz yasası uyarınca hapis cezasından düşülen süredir. Tahliye olan kişi belli bir süre içinde “suç” işlemesi halinde daha önceki bu hapis cezasından düşülen süreyi de hapis olarak çekecektir. Örneğin ¾ dörtte üç infaz indirimine göre 8 yıl hapis cezasının 6 yılını tamamlayan tahliye edilmekteydi, tabi ki disiplin cezaları yoksa, 3 hücre cezası nedeniyle koşullu salıverme hakkı mahkeme tarafından kaldırılmamışsa. Pişmanlık dayatmasında bulunarak cezanın son 1 yılını ifade eden denetimli serbestlikten politik tutsakları zaten hiç yararlandırmadılar. Yeni değişiklik ancak askeri darbe dönemlerinde açıkça uygulandığı bilinen şekilde devrimci tutsakların cezaları bitse de bırakılmamasını içeriyor.
3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun Madde-17’ye dayanılarak üç defa hücre hapsi cezası verilenlerin şartla bırakılmaları yargılandıkları mahkemenin kararıyla ortadan kaldırılıyordu. Firar ve hücre hapsi cezaları dışında her hangi bir gerekçeyle şartlı bırakılmadan yararlanma engellenemiyordu.
15 Nisan 2020 tarihinde Resmi Gazete’ de onaylanarak yürürlüğe giren AKP-MHP tasarımı yeni infaz yasasında politik tutsaklar hakkında şartla bırakmaya ilişkin tüm yetki başında cumhuriyet savcısının bulunduğu İdare ve Gözlem Kurulu’na verilmiştir. Bu kurulun iyi halli değerlendirmediği hiçbir politik mahpus şartlı bırakılmadan yararlanamaz. Şartlı bırakılma hakkında İdare ve Gözlem Kurulu değerlendirmesine uygun olarak hapishane idaresi tarafından gerekçeli rapor İnfaz Hakimliği’ne gönderilir. İnfaz Hakimliği dosya üzerinde karar verir. Hapishane idarelerinin hazırladığı raporlara ters düşecek kararların İnfaz Hakimliği’nin vermediğini özellikle belirtmeliyiz. Nitekim yeni infaz yasasının bu hükümlerine dayanılarak İdare ve Gözlem Kurulu tarafından iyi halli değerlendirilmeyen onlarca devrimci tutsağın infazının yakıldığına ilişkin haberleri basında yer almıştır. Daha da devam edecektir. 30 yıl hapis cezası infaz edilmiş politik tutsakların “iyi halli olmadığı” gerekçesiyle bırakılmamasının hiçbir açıklaması olamaz. Açıkça devrimcilerin bırakılmayacağı fiili olarak gösterilmektedir.
İdare ve Gözlem Kurulu’nun “iyi halli” olma kriteri nedir denilirse? Bu soru hukuk normları ve mevzuatlarla cevaplanamaz, çünkü siyasi baskı amacı taşıyan uygulamada sınır ve ölçü aranamaz. Siyasi baskının temeli ise devrimcilerin amaçlarından vazgeçmesi, faşist devlet diktatörlüğü düzenine teslim olmalarıdır. Sanki bir takım mevzuatlara uygun davranıyorlarmış algısını oluşturmak için kimi tahliyeler olsa da, meselenin esasını etkileyen bir durum değildir. Yüzlerce politik tutsağın infazı yakılmıştır. Hapis cezası tamamlananlar da bırakılmamaktadır.
Hiçbir toplumsal faaliyette pandemi nedeniyle kısıtlama yokken, tüm kısıtlamalar ortadan kaldırılmasına rağmen hapishanelerde açık görüşler başta olmak üzere tüm sosyal iletişim ve ilişkiler üzerindeki kısıtlama sürmektedir.
Hasta tutsaklar tedavi olamamaktadır. Kadın tutsaklar erkek asker araması ve bir dizi sorunlar nedeniyle hastaneye gidememektedir. Keza tekli ring dayatması bir başka engelleyici faktördür. Hastaneye götürülen hastalar ise tedavi olmadan gerisin geri hapishaneye getirildikten sonra, hijyen olmayan sağlıksız koşullarda 15 gün karantinada tutuldukları için birazcık sağlıklı yanı varsa oda bu koşullarda bozulmaktadır. Pandemiye rağmen devrimci tutsaklar sürgün edilmektedir. Gece yarısı baskınları da dahil aramalar sıklaştırılmıştır. Daha önce ayda bir kez arama yapılırken, iş hafta arama yapılmasına dönmüştür. İstek dışında tutsakların hapishane içinde zorla hücreleri değiştirilmektedir. Sürgün edilenlerin eşyaları bir hafta, on beş gün sonra PTT kargo ile yollanmakta ve bedeli tutsaklardan kesilmektedir. Oysa bu (yasası olmayan başka bir uygulamadır) ihtiyaçlarını karşılamaları için ailesi tarafından yatırılan paraya, tutsağın ihtiyaç parasına devletin el koymasıdır. “Çökme” genel bir yönetim anlayışı halini aldığında hapishanelerde de bu biçime bürünüyor demek ki. Genel bir uygulama olarak erkek, kadın fark gözetmeksizin hapishane girişinde çıplak arama (AKP grup sözcüleri mecliste “çıplak arama yok” deseler de) işkencesi devam etmektedir. Özel yaşamı video kayıt sistemiyle 24 saat gözetleyen kameraların kapatılması nedeni başta olmak üzere, marş söylemekten, slogan atmaktan ve diğer birçok nedenden verilen disiplin ve hücre hapsi cezaları sistemli bir baskı unsuru olarak kullanılıyor. Listeyi uzatmak mümkün ama daha fazla uzatmayalım.
Özcesi emperyalizmin uşağı komprador Türk burjuvazisinin dayandığı faşist devlet diktatörlüğünün siyasal ve politik içeriğine uygun bir infaz kanunun yıllardır uygulandığı akıldan çıkarılmamalıdır.
Hapishanelerde sadece baskı ve şiddet, yasak ve ceza yok, tüm bu saldırılara karşı toplumun, işçi sınıfının en bilinçli öğelerinden oluşan politik canlı insan bireylerinin süren direnişi vardır. Yaşama yön veren zulüm değil, zulme karşı direnenlerdir ve direnişle örülen kolektif ruh ve yaşamdır. 30 yıllık mahpusluktan sonra infazı yakılarak devrimciler biraz daha hapiste tutulmak isteniyorsa bu olgu dayatılan teslimiyet politikasının bir işe yaramadığının kanıtıdır. İşçi sınıfının, halkın, ezilen Kürt ulusunun, azınlık milliyetlerin özgürce yaşama isteği ve mücadelesine olan bağlılığın somut ifadesidir. Halkımız “Devrimci Tutsaklar Onurumuzdur” sloganını atıyor, çünkü bu onuru can bedeli taşıyan yürekli evlatlarını görmektedir. Sınıf bilinçli proletarya, kitleler, ilerici ve demokratik kesimlerin artan baskılara karşı mücadelesi güçlendikçe etkisi her alanda görülecektir. Mücadele etmek dışında baskılardan kurtulmak, demokrasiyi kazanmak ve sosyalizm hedefini yakınlaştırmak mümkün değildir.
Komünist devrimci tutsaklar halk kitlelerinin, devrimci ve demokratik örgütlerin hapishanelerde artan baskılara karşı duyarlı olmasını, tepki koymasını, mücadele etmesine yönelik çağrı yağıyor. Diğer çeşitli tutsak yakınları örgütlenmesi ve YDAD’ninde içinde yer aldığı Tutsaklarla Dayanışma İnisiyatifi (TDİ) “Hasta Tutsaklar Serbest Bırakılsın, İnfaz Yakmalara Son” şiarını yükseltmesi önemlidir. Maoist tutsaklar bu çalışmaları selamlıyorlar.
Zulmün olduğu yerde direnmek meşrudur! Hasta tutsaklar serbest bırakılsın! Hapishanelerde siyasi baskılara son verilsin! İnfaz yakmalara son verilsin, devrimci tutsaklara özgürlük! Kitap, sosyalist gazeteler, dergilerin kısıtlamasına son verilsin. Çıplak arama işkencesine son verilsin. Hücrelerin içini ve havalandırmaları gözetleyen kamera gözetim sistemi kaldırılsın. Tecrit işkencesine son verilsin. Açık görüş, sohbet hakkına yönelik kısıtlamalar kaldırılsın. Siyasi baskı amaçlı disiplin cezaları, hücre hapsi cezalarına son verilsin. Keyfi aramalar, sürgün sevkler, gece baskınlarına, zorla yer değiştirmelere, defterlere el koymalara, mektup engellemelerine son verilsin.
Başta da belirttiğimiz gibi hepsinden evvel Hasta tutsaklar serbest bırakılsın. Egemen sınıf ezilen ve sömürülen kitlelere hiçbir şey vermez, her yerde kitleler haklarını mücadeleyle kazanırlar. Mücadelemizi sürdüreceğiz ve mutlaka kazanacağız!