Özellikle Kürtler ve göçmenlerin yoğun olarak çalıştığı, sömürü ile ayrımcı politikaların sonuna kadar görüldüğü bir alan olan mevsimlik tarım işçilerinin sorunları artarak devam ediyor. Geçtiğimiz günlerde Riha’dan Ordu’ya çalışmaya gelen bir çocuğun yediği fındıktan zehirlenip yaşamını yitirmesi ile yeniden gündeme gelen işçilerin sorunlarına dair çözüm önerileri bile görmezden geliniyor.
Yoksulluk ve açlık sınırının altında yaşamaktan kaynaklı özellikle yaz aylarında yoğunlukla Kürtler ve göçmenler, başka illere tarım işçisi olarak gidiyor. Kurdistan’dan yoğunluklu olarak Karadeniz bölgesine ya da Marmara bölgesine gelen Kürt tarım işçileri, her konuda ayrımcı politikalara ve saldırılara maruz bırakılıyor.
Yaşam alanları çok kötü olan, çalıştıktan sonra ırkçı saldırılar ile ücretleri alamayan işçilerin yaşadıkları sorunlar her geçen gün artarak devam ediyor. Geçtiğimiz günlerde Bursa Su Kolektifi üyeleri, Bursa’da çalışmaya gelen mevsimlik tarım işçilerini ziyaret ederek, yaşadıkları sorunları dinledi, çalışma ve barınma alanları yerinde gözlemleyerek bir açıklamada bulundu.
Bursa Su Kolektifi’nden Figen Ovat, bu ziyarette gördüklerini ve mevsimlik tarım işçilerinin sorunlarını ANF’ye anlattı.
‘MEVSİMLİK TARIM İŞÇİLERİ İNSANLIK DIŞI ŞEKİLDE YAŞIYOR’
Bursa’da mevsimlik tarım işçilerinin Yenişehir, Karacabey ve Mustafa Kemal Paşa ilçelerinde çadır kamplarında kaldıklarını ancak bunun dışında İnegöl’de bir kamp alanı olmadığı için işçilerin tarlada yaşamaya çalıştıklarını belirten Ovat, mevsimlik tarım işçilerinin en büyük sorunlarını şöyle sıraladı: “Kamp alanlarında alt yapı yok, güvencesiz koşullarda çalıştırılıyorlar. Barınma, ulaşım, temiz suya, sağlık, eğitim ve kamu hizmetlerine erişimde sıkıntılar yaşıyorlar. Bazı kamp alanlarında elektrik yok. Aidiyet ve kimlik problemlerinin yanı sıra sosyal ve kültürel haklardan yoksunlar. “En temel haklar kapsamında bulunan barınma hakkından mevsimlik tarım işçileri yararlanamıyor. Kamp alanlarını inceleyip gezdiğimizde, 14-15 yıllık yırtık, özel alan mahremiyetinin olmadığı, ortalama 6-7 kişinin kaldığı ve zeminin toprak olduğu, yağışlı havalarda su basma ihtimalinin olduğu, işlevini yitirmiş çadırların yanında, derme çatma, el yordamıyla kurulan gelişi güzel naylon çadırlar var. Çadır kampların ana sorunu ise, iklim krizinin sonucu olarak ortaya çıkan günlük sıcaklığın aşırı neminde etkisiyle 40 derecenin üzerinde seyrettiği, kuraklığı yaşadığımız bu mevsimde insan ve tüm canlılar açısından yaşamın özü olarak tanımladığımız su hakkının, temiz suya erişimin hakkının tarım işçilerinde olmamasıdır.”
‘KİRLİ HORTUMLARLA KIRMIZI RENKTE SU İLE KİŞİSEL BAKIMLARINI YAPIYORLAR’
Çadır kamplarına taşınan suyun ise kirli, plastik hortumlarla taşındığını belirten Ovat, gelen suyun ise renginin kırmızı olduğunu ve bu su ile kişisel bakımlarını yapmak zorunda olduklarını söyledi. Ovat, şöyle devam etti: “Çadır alanlarında kaynağı belirsiz plastik hortumlarla taşınan suyun, su vasfını taşımadığını kırmızı ve kirli olduğunu en son yaptığımız inceleme gezisinde gözlemledik. Bu sularla işçiler, çocuklar yıkanmak zorunda kalıyor, bu sularla plastik leğenler içinde kadınlar çamaşır yıkamak zorunda kalıyor. Su vasfının taşımayan kirli suyla yıkanan çocuklar ishal, kusmadan dolayı enfeksiyon kaparak hastalanıyorlar. İçme suyunu kamp alanına yakın yerlerden para vererek sınırlı bir şekilde temin ediyorlar. Çadırların dibinde gelişi güzel derme çatma örtülerle yaptıkları üstü açık tuvalet alanlarının olmasını gözlemdik. Yine aynı şekilde banyo için oluşturdukları derme çatma alanları söyleyebiliriz. Kamp alanlarında ilaçlama yapılmadığı gibi haşere denilen karasinekler, sivrisinek vb. sinekler var. Hijyen koşullarının olmadığı çadır alanlarında bu haşerelerin varlığı çeşitli hastalıklara davetiye çıkarmış durumdadır. Ayrıca çadır alanlarında yılanların olması çocuklar açısından tehlike yaratıyor. Yine çadır alanlarında elektrik ve su tüketiminde adaletsiz ücretlendirme var. İşçiler sayacı görmüyor, işçilerden çadır başına ücret tahsil ediliyor.
Kaldıkları kamplar ilçe ve şehir merkezlerinden uzakta, tarla ve çadır arasından günün 14 saatini çalışarak geçiriyorlar. Mevsimlik tarım işçilerinin kişi başına günlük aldıkları brüt ücret 400 TL’dir. Bu ücretin yüzde 10’u sömürünün bir tarafı olan ve adına dayıbaşı denilen kişiye veriliyor, ulaşım ücretleri, mutfak için gıda malzeme temini, içme suyu vs. giderler düşüldüğünde asgari ücreti bulmayan bir ücretle çalıştırılıyorlar.”
‘ÇOCUK İŞÇİLER KATLEDİLİYOR, KAMUOYUNA GÖSTERİLMİYOR’
Mevsimlik tarım işçilerinin güvencesiz bir şekilde çalıştıklarını, bu güvencesiz çalışma ortamının iş cinayetlerini de beraberinde getirdiğini belirten Ovat, son birkaç yıldır yaşanan çocuk ölümlerine ilişkin şunları söyledi: “Geçen yıl Hatay Erzin’de iki çocuk işçi yaşamını yitirdi. Fidan Tunç 14 yaşındaydı ve her yıl ailesiyle birlikte narenciye toplamak için Urfa’nın Suruç ilçesinden geliyordu. Fidan, narenciye bahçesinde çalışırken kaybolmasından birkaç gün sonra başka bir bahçede ölü olarak bulundu. Dicle Nur Selçuk’ta 14 yaşındaydı, Diyarbakır’ın Dicle ilçesinden ailesiyle çalışmaya gelmişti, meyve paketlerken kıyafetini makineye kaptırması sonucu hayatını kaybetti. Geçen yıl Bursa’nın Karacabey ilçesine Şırnak’tan ailesiyle birlikte gelen ve mevsimlik işçi olarak çalışan 15 yaşındaki kız çocuğu Kezban Sakcak, kaybolduktan bir süre sonra ölü bulundu.
Geçtiğimiz ay, İnegöl’de mevsimlik tarım işçisi olarak Urfa’dan gelen bir ailenin 4 yaşındaki kızları Esmanur Solmaz, fasulye tarlasındaki toprağın üzerinde uyuduğu sırada kamyonet tarafından ezilerek yaşamını yitirdi. Yine Urfa’dan Ordu’ya fındık toplamaya giden 11 yaşındaki Sinan Enes Zinciralmaz yaşamını yitirdi.
Basına intihar diye yansıyan, intihara sürüklenen ve iş cinayetlerinde yitirdiğimiz çocuk işçilerden bir kaçı bunlar. Peki basına yansımayan çocuk işçi ölümleri ne olacak? Özellikle çocuk işçi (kız) intiharlarının üzerinde durulması gereken bir konu olarak altını çizmek istiyorum. Bu intiharların neden üstü örtülüyor? Türkiye’de 14 yaş altı çocukların kanunen çalıştırılması yasak. İSİG Meclisinin yayımladığı iç cinayetleri raporuna göre, TÜİK’in açıkladığı çocuk işçi raporunda 720 bin çocuğun çalıştığı belirtiliyor. Bu rakamlarda göçmen çocukların ve sokakta çalışan çocukların verileri bulunmuyor. Gerçek verilere göre 2 milyona yakın çocuğun bugün üretimin bir parçası olduğu biliniyor. Yine TÜİK’in raporunda çocukların yüzde 30’u tarım sektöründe çalışmaktadır. Tarım sektöründe çalışanlar eskiden mevsimsel olarak çalışıp memleketlerine dönerken artık bu durum değişmiş, gezici işçi durumuna dönüşmüşlerdir.
Bu raporlardan anlıyoruz ki Sermaye ve iktidar iç içe geçmiş durumda. Sermayeyi koruyan ve sermayeye hizmet eden bir iktidar var. İnsan odaklı politikalardan uzak güvencesiz denetimsiz, sağlıksız koşullarda işçinin bedeni sömürülerek emeği hiçleştirilerek iş cinayetleri üzerinden yükselen bir sermaye rejimi var.”
Ovat, mevsimlik tarım işçisi olarak çalışmak zorunda kalan çocukların hiçbir haklarının olmadığını, çocukların hem sosyal hem de ekonomik nedenlerden dolayı hastalıklara açık bir grup olduğunu belirtti. Ovat, tarlalarda uzun süre kimyasal toksinlere maruz kalan çocukların, yetersiz beslenme, hijyenin olmadığı sağlıksız ortamlarda kalmak zorunda olduklarını, bununda büyük bir mağduriyet yarattığını dile getirerek, çocuk işçilerin emeklerinin bir ücretinin de olmadığını, üstüne hiçbir haklarının da karşılanmadığını dile getirdi.
‘KADINLARIN YÜKÜ DAHA AĞIR, EMEKLERİ GÖRÜNMÜYOR’
Mevsimlik tarım işçisi kadınların ise daha fazla bir sömürü sistemi içerisinde olduğunu söyleyen Ovat, “Ziyaret ettiğimiz çadır alanlarında engeli olan çocuklar vardı. Kadın hem iş hem çadır hem yemek hem de bakım yükünün altında eziliyor. Kendi ifadeleri ile, ‘Rezalet bir yaşam içinde olduklarını’ belirttiler. Ataerkil yapının kadınların üzerindeki tahakkümü ve kontrolünde kadının emek gücü erkeğe aittir. Ücreti görünmezdir, sağlık güvenceleri yok. Çadır alanlarında erkekler tarafından kadınlara uygulanan fiziksel ve duygusal şiddetin varlığının anlatılması da yazılması da çok zor” dedi.
‘KÜRTLERE YÖNELİK TOPRAKSIZLAŞTIRMA POLİTİKASININ SONUCU’
Mevsimlik tarım işçilerine yönelik ırkçı saldırılar ve ayrımcı politikalara da değinen Ovat, mevsimlik tarım işçilerinin öznesinin Kürt tarım işçileri olduğunu, bunun temellerinin ise, 1950’li yıllarda başlayan topraksızlaştırma politikasının bir sonucu olduğunu dile getirdi.
Ovat, şöyle devam etti: “Mevsimlik tarım işçiliğinin öznesi Kürt tarım işçileridir. 1950’lı yıllarda Kürt illerinde topraksızlaştırma, mülksüzleştirme temelinde kapitalist politikalarla başlayan, sonrasında ’90’lı yıllarda uygulanan ‘özel savaş’ ve güvenlikçi politikalar nedeniyle kendi toprağından koparılarak batı illerinde verimli tarım arazilerinde çalışmaya gelmek zorunda bırakılan gezici mevsimlik Kürt tarım işçileridir. Konuştuğumuz kimi tarlası olan Kürt tarım işçileri de su, elektrik, gübre, mazot vb. maliyetlerinin çok yüksek olması nedeniyle tarlasını işleyememektedir. Son 20 yılda Kürt, Roman tarım işçilerinin yanına yine iktidarın savaş ve yayılmacı politikaları nedeniyle ülkeye gelen mülteci ve göçmen işçilerinde eklendiğini görüyoruz. Aynı zamanda siyasiler tarafından körüklenen ırkçı ve nefret söylemleri toplumda Kürt ve göçmen işçileri, yapılacak saldırıların açık hedefi haline getirmektedir. Konuştuğumuz Kürt tarım işçileri de sırf Kürt kimliğinden dolayı ayrımcılığa uğradıklarını ifade ettiklerini söyleyebilirim. Geçen hafta Pazar günü Kemalpaşa ilçesine bağlı Çeltik köyünden tarım işçilerinin çadır alanlarına giderken trafik yolunda herkesin görebileceği bir mezarlık duvarında ‘Selahattin Demirtaş Teröristtir’ yazısını gördük. Gördüğümüz nefret ve ırkçı söylemi içeren bir yazı olması nedeniyle Kürt tarım işçilerine saldırıyı tetikleyebilir. O yazı ne zamandan beri o duvara yazılmış öğrenemedik.
Yine Kürt tarım işçilerinin çalıştığı tarlanın karşısındaki tarlada çalışan kadın işçilere nereden geldiniz, diye sorduğumda, ‘biz buralıyız’ diyen kadının, Kürt tarım işçilerini parmakla göstererek ‘onlar ithal’ demesi kendinden olmayana karşı ötekileştirici dilin toplumun geneline sirayet etmesi açısından önemli bir göstergedir. Beka söylemlerinin ve cezasızlık politikalarının sonucudur. Aynı durum göçmen ve mülteci (Suriyeli) işçiler için de geçerlidir. Bu gruplar, ayrımcı ve ötekileştirmeye maruz kaldıkları için dezavantajlı gruplardır. Aldıkları günlük ücret düşüktür. Topladıkları ürünlerin kilo, kasa ya da çuvala göre ücretin belirlenmesi durumları var. Aslında bu alanda Kürt, Roman yada göçmen tarım işçisinin işini ücretlendirme şeklinin ‘Türklük Sözleşmesi’ne tabi olduğunu bize gösteriyor. Kapitalizm, feodalizm ataerkil sistemin şekillendirdiği mevsimlik tarım işçiliği alanı devletin sorumluluğunda olup müdahale etmesi gereken bir alan olması gerekirken bilinçli sınıfsal politikalarla mevsimlik tarım işçileri ucuz iş gücü deposu olarak varlığını devam ettirilmesine göz yumuluyor.”
‘MEVSİMLİK TARIM İŞÇİLERİNİ GÜNDEMİNE ALAN TEK EKOLOJİ ÖRGÜTÜYÜZ’
Bursa Su Kolektifi’nin çalışmalarını da aktaran Figen Ovat, mevsimlik tarım işçilerini gündeme alan tek ekoloji örgütü olduklarını belirterek, bununla ilgili çalışmalarını kamuoyuyla paylaştıklarını belirtti.
Figen Ovat, konuşmasını şu ifadelerle tamamladı: “Mevsimlik tarım işçiliği alanı emek sömürüsü, insan bedeninin sömürüsü, insan hakları boyutuyla, aidiyet ve kimlik üzerinden ayırımcılığın ve ötekileştirmemin bariz çıplaklığıyla görülen ve daha sayabileceğimiz birçok hak ihlalinin yaşandığı bir alandır. Bu alanı gündemimize alan tek ekoloji örgütüyüz.
Bursa Su Kolektifi olarak, Bursa yerelinde doğa, emek ve İnsan kapsamında emekoloji dediğimiz alanın ilk adımını ekolojistlerin, halk sağlığı uzmanlarını, işçilerin katılımıyla ‘nsanın bedeninden doğanın bedenine’ çağrısıyla Emeğin Ekolojisi panelini gerçekleştirdik.
Emekoloji çalışma grubu oluşturarak Bursa’nın Yenişehir, Kemalpaşa ve Karacabey ilçesinde her yılın Mayıs ayında göçle gelen, Ekim ayının sonunda tersine bir durumla memleketlerine dönen sayısının 20 binlerle ifade edildiği Kürt, Roman ve göçmen mevsimlik tarım işçilerinin kaldıkları çadır alanlarında ve çalıştıkları tarlalarda yaşam koşulları üzerinden gerekli incelemeleri yapıp gözlemlerimizi kayıt altına alarak kamuoyuyla paylaşıyoruz.
2017 yılında Başbakanlık tarafından çıkarılan Göçle gidilen illerdeki mevsimlik tarım işçilerinin yaşam koşullarındaki sorunların giderilmesine dair ilgili kurum ve kuruluşları görevlendiren Mevsimlik Tarım İşçileri Genelgesi var. Bu genelgede uygulanması gereken eylem planları yükümlü kurum ve kuruluşlar tarafından uygulanmıyor. Kasım 2022’de İŞKUR önünde Mevsimlik Tarım İşçileri Genelgesi Uygulansın Pankartıyla eylem yapıp dilekçeler verdik. O zamandan bugüne kadar çadır ziyaretlerimizde işçiler, hiçbir kurumun kendilerini ziyaret etmediğini ve seslerini duyuramadıklarını bize aktardılar. Bu genelgenin yükümlülüğü uygulansaydı Bursa’ya gelen gezici tarım işçilerinin yaşam koşulları insanlık onuruna yakışır bir hal alırdı.
Bundan sonraki süreçte de oluşturduğumuz Emekoloji çalışma grubundaki arkadaşlarımızla beraber çadır alanlarına inceleme gezilerimizi devam ettirerek işçilerin çalışma koşullarına ilişkin gözlemlerimizi paylaşmaya ve mevsimlik tarım işçileri genelgesinin uygulanması için ilgili kurumlara görevlerini hatırlatmaya devam edeceğiz.”
(ANF)