Tüm olumsuzluklara rağmen proletaryanın sınıf birliğinin sağlanması ve nihai olarak iktidarın kazanılması uğruna sınıf savaşımının yükseltilmesi yöneliminde, sınıf bilincini almış proleterlerin mücadelesi sürmektedir. Sorunlar elbette aşılacaktır. Ciddi bir devrimci potansiyel ve birikimin varlığı yadsınamaz gerçektir. Bu anlamda Marksist, Leninist, Maoistlerin birliği stratejik önemdedir. Reformizm, parlamentarizm, sosyal şovenizmin sınıf hareketini zehirleyen eğilimlere karşı duran MLM’lerin ilkesel olarak birleşmeleri sınıf mücadelesinin geliştirilmesi açısından esas önemini korumaktadır.
Sınıf hareketi açısından somut algıların tespiti ve bu olgulara denk düşen politik önlemlerin alınması gelişme açısından hayati önemdedir.
1) Bir süreden beri emperyalist kapitalizmin içinde bulunduğu bunalımı hafifletmek yerine 2007-8 yılların genel bunalımıyla tüm dünyayı etkisi altına alan kapitalizmin krizini tetikleyen ve nedeni olan tüm temel özelliklerini koruyarak olası daha büyük çöküntülere doğru ticaret savaşları olarak adlandırılan ticari ve gümrük bariyerlerinin en büyük emperyalist ülkeler arasında –ABD ile Avrupa ve daha bir dizi ülke arasında, ABD ile Çin arasında karşılıklı yükseltilen gümrük tarifeleri ve kısıtlamalar – örülmesini de kapsayacak şekilde kapitalist toplumu çürüten pislik yığını büyümeye devam etmektedir.
Sermaye ve meta dolaşımının önündeki tüm engellerin kaldırılmasını tüm dünya ülkelerine ‘’küreselleşme-globalizm’’ adıyla dayatan neo-liberal emperyalist sermaye düzeni ‘’serbestleşmeden’’ –gümrük duvarlarını yükseltme aşamasına geçiş yaptı ve rekabetin şiddetlendiği tavırlarıyla gösterildi.
Dünya ticaret hacminin büyüyebileceği sınırlara vararak durgunluk seyrinden çıkamamasının yanında kapitalist ülkelerin gelişmesinin eşitsizliği ve sıçramalı ilerlemesi yasasıyla uygunluk içinde daha önce görece güçsüz kapitalist ülkelerin en güçlülerini yakalayıp birçok yönden onları geçmeye başlaması daha önce pazarlara egemen olan en güçlü ülkelerin alanını daraltıyor, bu durum rekabeti yoğunlaştırıyor ve çatışmaları yaygınlaştırıyor. Uluslararası karakterde olan savaşlar dünyanın birçok bölgesinde sıklaşıyor. ABD ile Rusya arasında, ABD ile AB arasında, Çin ile Japonya, Rusya ile Japonya, ABD ile Çin arasında yüzeye çıkan dünya savaşı olasılığını konuşulur kılan rekabet, emperyalist ülkeler arası çelişkilerin keskinliğini göstermektedir.
Emperyalist ülkeler arasında yoğunlaşan rekabet Ortadoğu, Afrika, Asya’da uluslararası karakteri olan bölgesel savaşları ortaya çıkarmıştır. IŞİD, El Kaide, El Nusra gibi islam gericiliği emperyalistler tarafından beslenmekte ve kullanılmaktadır. Bu durum kitlesel göçleri, yoksulluk ve yıkım, insani toplumsal felaketleri yaygınlaştırmıştır. Enerji kaynakları üzerine keskinleşen rekabet tüm ülkeleri silahlanma harcamalarını arttırma yoluna itmiştir, bununla birlikte zıt yönde neredeyse tüm ülkelerde işsizliğin büyüyen oranı, yoksulluk ve sefaletin genişleyip derinleşmesi ve emekçi halk kitlelerinin düşen alım gücü ve yaşam standartlarının korkunç derecede düşmesi bu gelişmelere eşlik etmiştir. Avrupa, Asya, Güney Amerika, Ortadoğu, Afrika’da gelişen kitle hareketlerinin kapitalist barbarlığı tehdit eden sınıf mücadelesi potansiyeli taşıması olgusu ve böylece biçimde olsa da en demokratik görünen Avrupa ülkelerinde yeniden milliyetçi, ırkçı, yabancı düşmanlığını bayraklaştıran faşist partilerin güçlenmesi hükümet yada hükümet ortakları olmaları ve burjuva demokratik ülkelerde devletin yeniden faşistleştirilmesi sürecinin hızlanması gibi olgular burjuvazi ile proletarya, bir diğer ifade ile emek ile sermaye arasındaki sınıf çelişkisini keskinleştirmektedir.
Ayrıca emperyalist ülkelerin görece daha küçük ve zayıf kapitalist ülkeler yarı sömürge kapitalist ülkeler; ve yarı sömürge-yarı feodal ülkeler üzerinde iktisadi, siyasi alanda artan baskısı ve bu güçsüz, bağımlı ülke pazarlarının yeniden paylaşılma rekabeti emperyalist ülkeler ile bu bağımlı ülkelerin halkları arasındaki çelişkiyi de muazzam derecede keskinleştirmiştir.
Tüm bu çelişmelerin yerelden ziyade genel karakteri uluslararası durumun devrimci niteliğini daha da güçlendirmekte, sürecin dünya emperyalist-kapitalizmin alehine, enternasyonal proletaryanın ise lehine gelişmeye devam edeceğini göstermektedir. Uygun devrimci uluslararası durumun içinde eksiklik yaşayan sübjektif kuvvetlerin pozisyonudur.
2) Türkiye, Kürdistan ve Ortadoğu’daki durum özet geçtiğimiz uluslararası durumdaki değişiklikler dikkate alınarak ancak isabetli sonuçlara varılacak değerlendirmeler yapılabilir.
Ortadoğu, Afrika’da paramiliter güçler, İslamcı taşeron örgütler, bölgenin etkin devletleri ve yer yer emperyalist devletlerin doğrudan –Suriye, Libya, Mali, Afganistan’da olduğu gibi – saldırılar yaptıkları, çok boyutlu karmaşık ilişki ve çıkar ağıyla örülmüş nitelikte emperyalist ülkeler arası paylaşım savaşı sürmektedir.
Büyük Ortadoğu Projesi’nin eş-başkanı olarak ABD ve Avrupa emperyalistleri tarafından Türkiye’nin başına tam bir destekle getirilen AKP/RT Erdoğan kliği finans kapitalin ihtiyacına uygun olarak devletin dönüştürülmesi meselesinde üstüne düşeni yaptı. Emperyalist efendilerinin Ortadoğu, yanı sıra Kafkasya, Afrika’daki stratejik planlarına tam destek sağlandı. Irak’ın emperyalist ABD ve ortakları tarafından işgal edilmesi desteklendi. Libya’nın bombalanması ve yıkıma uğratılması desteklendi. Açık uşaklığa rağmen Suriye sınırları içinde Batı Kürdistan demokratik, Kürt ulusal devriminin doğuşu, Kürt ulusunun dört parçada – Türkiye, Irak, İran Suriye sınırlarında – büyüyen siyasi iradesi ve bağımsızlık eğilimlerinin derinleştirdiği çelişkiler Türkiye’yi yeni gelişmelerle karşı karşıya getirdi. Kürt ulusunun bağımsızlık eğilimlerini sonsuza dek bastırılmasını stratejik gören Türk devleti Ortadoğu’da Kürt karşıtlığı temeline oturtulmuş politikayı sürdürdü. Bu bağlamda Batı ve Güney Kürdistan işgal siyaseti uygulanmaya kondu. Türk burjuvazisinin bölgesel etkinliğinin arttırılması öne alınarak, pazar hakimiyetini zayıflatan ve kaybolmasını koşullayan Kürdistan’ın özgürlüğünün engellenmesi konusunda işlevleştirilen saldırgan politika nedeniyle ABD, Avrupa ve Rusya bölgede İran, Irak’la yeni çelişkiler ortaya çıksa da Türkiye stratejik yönelimden vaz geçmedi. Bu doğrultuda Efrin; Azez-Mare – Cerabluş bölgesini kapsayan ve Minbiç’ide dahil etme arzusunu kapsayan – Fırat’ın batısı olan Kürdistan toprağı işgal edildi.
3) Ortadoğu’nun yeniden paylaşım sürecini oluşturan gelişmelerin Türk burjuvazisinin çıkarlarına stratejik tehdit olarak değerlendirmesi bir yandan çoklu emperyalist ülkelerle olan bağımlılığın gereklerini yerine getirme, diğer yandan aralarında keskinleşen çelişkiler nedeniyle sert bir rekabet sürecine giren bu emperyalist ülkeler arasındaki çelişkilerden yararlanma siyasetinin izlenmesi Türk devletinin yeniden organize edilmesiyle eş güdümlü yürütüldü.
Lakin içte burjuvazinin kendi arasındaki çelişkiyi hafifletmeyip daha da şiddetlendiren devletin dönüşüm süreci sonlanmışta değildir. Çoklu emperyalist güçler ve onlara bağımlı çeşitli burjuva kliklerin devlete egemen olma rekabeti hiç hafiflemedi. Sonu gelmeyen yasal düzenlemeler, bürokrasinin bir kısmının tasfiyesi, devletin sac ayağı; yargı, ordu, polis, yürütmede düzenlemem ve sert müdahaleler – Davutoğlu’nun istifa ettirilmesi, AKP bakanlarının siyasetten silinip gitmesi gibi – istifalara zorlanmalar, Balyoz, Ergenekon, Casusluk dava dosyalarıyla devlet içi hesaplaşmanın çeşitli biçimlerle sürmesi ve nihayetinde 15 Temmuz darbe girişimine varması süreci ve akabinde 20 Temmuz’da karşı darbe rejiminin ilanı ve parlamenter faşist yönetim biçiminden, cumhurbaşkanlığı yönetim sistemi denilen faşist başkanlık yönetim biçimine geçilmesi ile süreç yeni bir aşamaya evrildi.
Emperyalizme bağımlı faşist siyasi yapı daha da sertleşmiş bir kabuk yenilemesiyle ‘’Türk tipi başkanlık’’ sistemine geçişin siyasi sorumluluğu ve yürütmesini 16 yıldır Türkiye, Kürdistan emekçi halklarının kanını emen kliği tarafından üstlenilmiştir. Bu dönüşüm MHP, BBP ve bu partilerle aynı kulvarda Kürt düşmanı aşırı milliyetçi – Kemalistler ile-Vatan partisi-Perinçek, Ergenekoncular – ittifak içinde gerçekleştirilmiştir.
4) OHAL–KHK darbe rejimi koşullarında neredeyse yüzyılı bulacak faşist cumhuriyet rejiminin yasal temeli yeterli görülmeyerek yasa ve anayasa dışına çıkmış devletin bürokratik ve zor araçları yolu topluma baskının arttırılması yolu ile başkanlık sistemine geçildi.
Kimi küçük-burjuva örgütler sosyalist maskeli yasalcı reformist partilerin başkanlık sistemine geçişi sadece AKP, hatta salt bir Tayyip projesinden ibaret olduğunu tekrarlayıp durmalarının aksine burjuvazinin aşırı güç merkezileşmesini – ki egemen burjuvazinin gücünü toplulaştırması anlamını – ifade eden Başkanlık sistemi; mali emperyalist merkezlerin egemen komprador Türk burjuvazisinin ve devlete egemen bürokrasinin ve dolaysız ifadesi olarak devletin ortak projesi olarak gerçekleştirilmiştir.
5) Sanayi, ticari, mali-finans burjuvazinin temsilcilerinin doğrudan bakan olarak her şeye karar veren ve tanrının yer yüzündeki tek temsilcisi gibi yetkilerle donatılmış kudretli başkanın (halen cumhurbaşkanı denilse de) emrinde yönetime katıldığı yeni sistem gücünü merkezileştirilmiş burjuvaziden alıyor ve saldırgan faşist eğilimini temsil ediyor. 12 Eylül askeri faşist cunta anayasasına dayanan faşist parlamenter sistem yerini daha koyulaşmış haliyle ‘’Türk tipi’’ başkanlık sistemine bırakmıştır. Lakin bu yeni sistemde de Milli Güvenlik Kurulu (MGK) devletin kumandasında karar alma mercihi olarak varlığını korumaktadır. Bu durum emperyalist güçlerin ve komprador burjuvazinin egemenliği ve sınıf çıkarları doğrultusunda her şeyin yapılabileceği bir biçimle faşist devletin yeniden düzenlendiğini, bu amaçla bütünüyle dönüştürüleceği görülmektedir.
ABD, Rusya, Çin, Avrupa emperyalistlerini memnun etme çabasını sürdüren AKP/RTE ve piyadesi MHP kliğinin emperyalist ülkeler arası çelişkilerden yararlanma siyasetiyle birlikte devletin dönüştürülmesi siyasetinin sürdürülmesi çelişki ve iç çelişmeleri de büyütme potansiyeli taşıdığı gibi, Türk burjuvazisi arasındaki egemenlik çatışmasında başkanlık sistemiyle yeni bir aşamaya girmiştir. Keza bir süreden beri belli boyutlarda açığa çıkan devlet içi çatışma ve yönetememe krizi hafiflemek yerine daha da ağırlaşacaktır.
6) Egemen burjuva klikler arasında çelişmeler ve rekabet keskin olsa da Türk burjuvazisinin tüm kanatları ‘’vatan-millet çıkarları’’ adı altında sınıf çıkarlarını sağlama alma refleksi ile, Kürt ulusunun ezilmesi, Kürtlerin tüm siyasi, politik kazanımlarının yok edilmesi, komünist proleter hareketin bastırılması, azami kâr çarkının ucuz emek gücüyle döndürülmesinin güvenceye alınması, emekçi köylülüğün yıkıma uğratılması kapsamında yayılmacılık ve savaşla başkanlık sisteminin faşist karşı-devrimci siyasetinde burjuvazinin hepsi birleşmektedir. Bu anlamda AKP’ye karşı muhalefette olan – ki yönetime geçmeleri halinde AKP’nin yaptıklarını yapacaklardır – burjuva kliklerden demokrasi hareketine öncülük edilmesini beklemek ruhunu cellada teslim etmekle eş anlamlıdır. 24 Haziran seçimlerinde ‘’tek adama karşı’’ gerekçesi ile muhalefetteki burjuva kampın başını çeken CHP’ye yedeklenmeye düşen kimi küçük-burjuva devrimci örgütler ve reformist yasalcı partilerin sistem içileşen yönelimleri bu oportünist eğilime örnektir.
7) Başkanlık sistemine geçişin siyasi siyasi sorumlusu ve 2002’den beri hükümette olan AKP neo-liberal emperyalist sermayenin uşaklığını yapmakta yalnız kalmıyor Türkiye’de sermayenin egemenliğini her şeyin üstünde tutan başta CHP olmak üzere, MHP, İYİP, Saadet Partisi, Vatan Partisi, BBP gibi burjuva partiler neo-liberal sermaye egemenliğinin talancı, rantçı şiddete dayalı faşist diktatörlüğün temsilcisi AKP ile aynı yolda yürümektedir.
8) Topraklarını kaybetmeye devam eden küçük üretici köylülerin acıklı yıkım süreci büyüyen yoksulluk ve işsizlikle birleşiyor. Birkaç ürün dışında tarımda tamamen emperyalist gıda ve tarım tekellerine bağımlılık durumunun her geçen gün artması ve mevcut köylülüğün yaşam standartlarını en dibe çeken, yıkımı derinleştiren zar zor sürdürülen tarım üretimini de baltalayacak niteliktedir. Kapitalizmin tarımı kırsal alanı baskılayan ve yıkımı koşullayan durumu, büyük toprak sahiplerine sağlanan teşvik, küçük köylülüğün pahalı sanayi ürünleri karşısında ucuz tarım ürünleri sarmalına mahkum edilmesi ve bununla baş edememesi. Keza yüksek devlet vergileri, bankalara borçlanarak faiz yükü altında ezilmesi, kapitalist sanayi ürünlerine, kente artan bağımlılık, sözleşmeli çiftçilik sömürüsü ve daha başka bir dizi faktörlerin bileşkesinde köylülerin yıkıma uğraması kırsal kesimde de kapitalizmin çelişkilerini keskinleştirmiştir. RES, HES, madenler, yeni konut alanları, Nükleer ve kömür santralleri, yollar, köprüler kentin köy üzerindeki kamçısı ve aynı zamanda doğa felaketi yaratan sonuçlardır. Toprağı, suyu, zeytin ağaçlarını, ormanı, tarihi korumak için köylülerin direnişi yanında kenti de kapsayan bir çevre hareketi mücadelesi ortaya çıkmıştır.
Proleter, kır yarı-proleterleri yada zar zor geçinen küçük köylüler ile zengin köylüleri oluşturan azınlık arasındaki ayrışım büyük ve keskindir. Zengin, büyük toprak sahibi sınıf, burjuvazi ile kaynaşmış bir sınıf olarak Türkiye’de faşizmin kitle temelini oluşturmaktadır.
Kırda ve kentte emekçi yığınlar islam dini ve milliyetçilikle karılmış ırkçı, saldırgan, yabancı düşmanı, inanç özgürlüğünü dışlayan egemen burjuva Türk milliyetçi ideoloji ile uyuşturulmakta yapay kutuplaştırmalar yaratılması suretiyle – Alevi – Sünni, modern – şeriatçı, Kemalist – batıcı – dindar muhafazakar, anti laik – laik vb. vs kitleler burjuva partiler arkasında saflaştırılmakta ve modern toplumun temel çelişmesi olan emek sermaye çelişkisinin üstü örtülmektedir. Oysa nüans farkları taşıyan burjuva partiler arasında biçimde olan farkları önemsizleştiren ve bu partilerin burjuvazinin sınıf çıkarlarının koruyucusu olduklarını kitlelere pratikte göstermeyi kolaylaştıran devrimci koşullar mevcuttur ve daha da gelişmektedir.
9) Türkiye’de burjuvazinin başkanlık sistemi adı altında gücünü merkezileştirmesi faşistleşmedeki yoğunlaşma sermayenin proletaryaya karşı taarruzu emek sermaye çelişkisi başta olmak üzere diğer toplumsal başlıca çelişmeleri keskinleştirmiştir. Ücretli emek gücünün yüzde 65 ile 70 civarında 1.600 TL asgari ücret ve altında kölece koşullar altında çalışmakta ve açlık sınırı altında yaşamaktadır. Toplam işçilerin sendikalık oranı %10’un altındadır. Sendikalaşmak isteyen işçiler işten atılmaktadır. Bu saldırı iş verenler ile devletin ortaklığıyla yürütülmektedir. Her yıl ortalama 1.200 işçi iş kazaları adı altında yüzde 95’i rahatlıkla önlenebilir nedenlerle kâr hırsı uğruna toprağın altına katil kapitalizmin doyurulması uğruna konulmaktadır. Grev ise yasaktır. AKP döneminde 15 grev bakanlar kurulu kararı ile yasaklanmış bir çoğu ise işveren ve devlet ortaklığı ile bir şekilde işçilerin alehine sonuçlanmıştır. En başarılı direnişlerden sonra bile zamana yayılarak işçiler işlerinden atılmakta ve cezalandırılmaktadır. Bu somut durum sermayenin işçi sınıfı üzerindeki mutlak egemenliğinin başkanlık sistemiyle çok daha vahşi biçimde sürdürüleceğini göstermektedir. İşverenler bu nedenle memnundur.
Ucuz emek ve insanlık dışı çalışma koşullarıyla burjuvaziye azami kâr sağlanmaktadır. Ayrıca dolaylı vergiler yolu ile emekçilerin boğazındaki lokmalar rantçı devlet aracılığıyla geri alınmakta ve kriz durumundaki burjuvaziye bir kısım kredi, teşvik adı altında sermaye aktarımı yapılıyor, bir kısmı ise 2002 ile 2018 yılları arasında 150 milyar dolar emperyalist finans merkezlerine borç faizi olarak ödendiği gibi – daha yüksek miktarda borç faizi biçiminde dışarıya ödenecek. Halk kitlelerini yoksullaştıran rantçı-bürokratik devletin artan harcamaları, Kürtlere karşı sürdürülen savaşın maliyeti yeni vergilerle işçi sınıfı, köylülere ve tüm emekçi kitlelere yüklenmesi kaçınılmazdır ve bu durum çelişkileri ağırlaştırıp keskinleştiren önemli faktörlerin bir kısmı ama önemli kısmını ifade eder.
10) İç ve dış gelişmeler, kapitalistler sınıfının genel bunalımı ve güçlenmeye devam eden devrimci duruma rağmen Türkiye’de sübjektif kuvvetlerin bu uygun koşullara yanıt verebilecek nitelikte hazırlıklı olduğu söylenemez.
İşçi sınıfı kendisini sermayeye karşı koruma, ücretlerin daha fazla tırpanlanmaması, her gün artan enflasyon ile uyumlu ücretlerin ve yanı sıra çalışma koşullarının iyileştirilmesi yönünde mücadelesi sürüyor. Tüm baskılara rağmen son yıllarda işçi direnişleri, grevlerin artışı engellenemiyor. Ama proletaryanın ezici çoğunluğu sınıf bilincinden yoksun ve siyasi iktidar içerikli sınıf mücadelesinden kopuk olarak din ve milliyetçilik perdesiyle gözleri adeta kör edilmiştir. En büyük sendika konfederasyonları olan Türk-İş, Disk gibi reformist sarı sendikalar ise açıkça sermaye ile ortak çalışmaktadırlar. Sınıf sendikacılığının gelişmesi önünde barikat oluşturmaktadırlar.
Proletaryanın sınıf çıkarları için savaşacak komünist önderlikten yoksun olduğunu söylemek karamsarlık değildir. Komünist hareket mevcutta dağınık ve önderlik sorununu aşma pozisyonundan çıkmış değildir.
Tüm olumsuzluklara rağmen proletaryanın sınıf birliğinin sağlanması ve nihai olarak iktidarın kazanılması uğruna sınıf savaşımının yükseltilmesi yöneliminde, sınıf bilincini almış proleterlerin mücadelesi sürmektedir. Sorunlar elbette aşılacaktır. Ciddi bir devrimci potansiyel ve birikimin varlığı yadsınamaz gerçektir. Bu anlamda Marksist, Leninist, Maoistlerin birliği stratejik önemdedir. Reformizm, parlamentarizm, sosyal şovenizmin sınıf hareketini zehirleyen eğilimlere karşı duran MLM’lerin ilkesel olarak birleşmeleri sınıf mücadelesinin geliştirilmesi açısından esas önemini korumaktadır.
11) 24 Haziran milletvekili ve cumhurbaşkanlığı genel seçimlerinde görüldüğü gibi küçük-burjuva devrimci örgütlerin büyük çoğunluğu ‘’AKP karşıtlığı’’ ile sınırlanmış (AKP’ye karşı çıkmayı, AKP’ye karşı çıkma politikasıyla sınırlanmış siyaset anlayışıyla karıştırmamak gerekir) bir görüş açısıyla CHP’nin başını çektiği bir diğer burjuva kliğin temsilcisi ‘’millet ittifakı’’ adayından-başarısından medet umar pozisyona düşebilecek kadar savrulmalarıyla yasalcı, sosyalist maskeli reformist partilerle aynı kulvara düşmüşlerdir. İkinci turda ‘’millet ittifakı’’ adayını destekleyeceğini açıklayan HDP’nin çatısı altında seçime giren devrimci örgütlerin parlamentarizmin cezbedici yumuşak karnında kendilerini sistemin pençelerine bırakmışlardır. Ezberlenmiş bir retorikle seçimlerin sosyalizmin kitlesel propagandası için kullanılması yaklaşımı ise kimsenin duymadığı, gökyüzünde dağılıp giden gizemli bir sedaya dönüşmüştür. Bu durum genel olarak sınıf hareketinde reformist-parlamentarist eğilim ile proletaryanın iktidarı hedefi ile sınıf savaşını sürdüren komünist hareket arasındaki ayrışımı çok daha keskin hatlarla ortaya çıkaran nesnel şartlar oluşmuştur.
Reformist-parlamentarist platform devrimci bir geçmiş ve geleneğe sahip kimi hareketleri içine çekerek genişlemiştir. Bu durum sınıf teslimiyetçiliğini temsil eden bu oportünist cepheye karşı ideolojik mücadele yürütülmeksizin komünist hareket sınıf bilincinin kitleler içinde yaygınlaşması ve geliştirilmesini başaramaz. Oportünizm-revizyonizm (Reformizm-parlamentarizm, sosyal şovenizm) devrimci proletaryanın ideolojik baş düşmanıdır, ideolojik mücadele alanındaki zaafların giderilmesi sınıf hareketinin büyük bir ihtiyacı olarak varlığını korumaktadır.
12) AKP, CHP, MHP, İYİP, Saadet Partisi gibi neo-liberal emperyalist sermayenin ve komprador burjuvazinin her türden temsilcilerinin gelişmiş bir burjuva demokrasisi vaatleri boşunadır. Yeri gelmişken belirtelim burjuva kurumlar aracılığıyla, reformlar yolu ile kitlelere demokrasinin mümkünlüğünü vaaz eden, faşizmi sandıkta yeneceklerini açık açık söyleyebilen legalist reformist partiler ve onların oportünist düzlemine kayan küçük-burjuva devrimci örgütlerin demokrasi üzerine söyledikleri ıvır zıvırların hepsi sadece faşist gerici partilerin kitleleri aldatmasına yardımcı olmaktan öte anlamı yoktur. Emperyalizme bağımlı yarı-sömürge Türkiye’de faşizm devlet sistemidir ve yapısaldır. Emperyalizmin dolaylı yada doğrudan egemenliği Türkiye benzeri ülkelerde demokrasinin dışlanması sonucunu doğurur. Bu nedenle başkanlık sistemi sermayenin çıkarı için bir güvence olarak uygulanmaya konulmuştur. Fakat çözüm değildir ve işleri daha da karmaşık biçime sokacaktır.
Faşist cumhuriyetin yüzyıla yaklaşan tarihi, güncel olarak, iktisadi bunalım artan işsizlik, yoksulluk, sefalet, Kürtlere uygulanan katliam ve vahşi baskı faşist diktatörlüğün demokratik her türden direnişe karşı barbarca şiddet araçlarını kullanmaktan hiç sakınmaması, darbe rejiminin olağan yönetim biçimine dönüştürülerek süreklileşmesi tüm anayasaların faşist askeri darbeler döneminde yapılarak üstten dayatılması ve dahası emperyalizme bağımlılığın çok daha artması bırakalım komünist proletaryanın mücadelesinin suç sayılmasını demokrasi talebinin ‘’terör eylemi’’ olarak değerlendirildiği Türkiye’de demokratik bir cumhuriyetin burjuvazinin sınıf egemenliğinde mümkün olmadığını toplumsal deneyim tarafından fazlasıyla kanıtlanmıştır.
Bu durumda yeni ‘’milli şef’’ RTE ile tanımlanan başkanlık sistemi koyulaşmış faşizmi ifade etmektedir. Faşizmin artan baskı siyaseti büyük bir arzusu taşıyan yığınlar – örgütsüz olmaları bu gerçeği değiştirmez – ile bu baskı ve zorbalığa dayanan sömürücüler düzeniyle olan çelişkisini derinleştirecek niteliktedir. Toplumsal hoşnutsuzluğun daha da büyümesi engellenemez bir olgu olduğuna göre faşist diktatörlüğün korumasında olan zorbaların kapısını çalacak şekilde devrimci bunalım kaçınılmazdır. Gezi’den sık sık korku ve nefretle söz etmeleri sınıf düşmanlarımızın da bu tehlikeyi görebildiklerinin ifadesidir.
13) Türkiye’nin en büyük sorunu Kürt ulusal sorunudur. Tüm siyaseti etkileyebilecek kadar önem arz eden boyutta keskinleşen Kürdistan’ın özgürlüğü sorunu egemen Türk ulus devlet baskısı ile engellenemez. KUH’nin ulusal özgürlüğü anayasal kültürel haklarla iğdiş etme siyaseti sonuçsuz ve ilkesizdir. Ezen ve ezilen ulusların burjuvazilerinin uzlaşma çizgisine yedeklenen sosyalist maskeli reformist partiler ve önemli bir kısım küçük-burjuva devrimci hareketlerin Marksist ulusal sorun çözüm formülünü revize ederek egemen Türk ulusal ayrıcalığını korumaya devam eden uzlaşmacı kültürel haklar demokratik kırıntıları ifade eden çizgiye kaymaları ulusal sorunun devrimci çözümünün kitleler tarafından kavranılması ve savunulmasını engelleyen faktördür. Devrimci proletaryanın Kürt ulusunun bağımsız bir devlet olarak kendisini örgütleme hakkının tanınmasını savunmayı dayanak noktası olarak alması ilkeseldir. Ancak bu ilkesel savunuyla Türk ve Kürt proleterlerin kardeşçe birliği sağlanabilir. Ancak bu iki dayanak nokrasına dayanılarak ulusal sorunda Marksist çözümden uzaklaşan oportünist sosyal şoven anlayışlara ideolojik ve politik yanıt oluşturulabilinir.
14) Tüm bu durumlar proletarya partisinin önünde büyük görevlerin olduğunu göstermektedir. Eskisi gibi yönetilmek istemeyen kitlelerin örgütlenmesi ve önderlik yapabilmesi için partimizin tarih sahnesine çıkış amacındaki devrimci özüne uygun toparlanması, zaaflarından arınması ve güçlü bir biçimde kendini ortaya koyması gereklidir.
Komünist önderimiz İbrahim Kaypakkaya tarafından MLM ideolojik temel üzerine oturtulmuş partimizin reformizm-parlamentarizm, sosyal şovenizme karşı keskin mücadele içinde ortaya çıkışındaki devrimci niteliğini güçlendirmeli. Kaypakkayacı maske altında son dönemde Maoist cephenin her iki kanadından MKP ‘’3. Kongre’’ ve TKP/ML’de benzer yönelimle çıkmış Marksizm, Leninizm, Maoizm’den sapmalara karşı kararlı bir şekilde ideolojik mücadelenin sürdürülmesi partimizin bilimsel gücünü oluşturan sınıf mücadelesi çizgisi ile uygunluk içinde sahip olduğu mücadele araçlarını değişen ve süreçle değişim içinde olan somut koşullara göre geliştirmek.
Liberal burjuva fikirlere olduğu gibi devrimci sloganlarla maskelenmiş dogmatizme karşı durmak, somut durumun somut tahlili Marksist önermesi ile demokratik tartışma kültürünü sıkı bir inceleme ve araştırma ile birleştirmek ve somut toplumsal iktisadi-sosyal gelişmelerin analiz edilmesi yolu ile bu değişikliklere denk düşen örgüt yaratılması ve ödevlerin açık ve net olarak saptanması görevinin üstesinden gelinmesi.
Maoist komünistlerin birlik anlayışının stratejik ve ilkesel düzlemde kavranması ve savunulması.
Somut iktisadi ve sosyal değişikliklerin üstünden atlayacak biçimde Marksizm’in uluslararası ilkeleri ve genel çerçevesini oluşturan önermelerinin tekrarı ile yetinen anlayışın terk edilmesi ve Marksizm biliminin somut koşullarımıza uyarlanmasının öne alınmasına dayanan teorik üretim ve buna uygun politik mücadelenin yürütülmesi,
Proletaryanın sınıf önderliğine ve devrimci kuvvetine dayanmanın bir gereği olarak işçi sınıfının birleşmesi, sınıf bilinciyle eğitilmesi mücadelesinin esas olarak illegal mücadele araçlarıyla mümkün olabileceği ilkesine sıkı sıkıya bağlı örgütlenme araçlarının sağlamlaştırılması, somut koşullarda önemini koruduğu açık olan partimizin sahip olduğu silahlı mücadele araçları ve çizgisini güçlendirmek gibi ödevlerin yerine getirilmesinde Marksizm, Leninizm, Maoizm teorisine dayanan etkin propaganda yapılması. Bu doğrultuda basın yolu ve dijital platformların propaganda da etkili araçlar olduğu ve koordineli kullanımının gerekli olduğu kavranarak hareket edilmesi.
Yasalcılık, parlamentarizm, reformculuk bataklığından korunmak, bu burjuva ideolojik etkiye karşı durarak partimizin kuruluş bilimsel gücü, felsefesi ve siyasi amacına uygun biçimde komünizm mücadelesinin teori ve pratiğine sarılmak ve görevlerin yerine getirilmesi, evet partimizin ihtiyacı budur. Devrimci sınıfın mücadelesi temelinde partimizi reformcu-parlamentarist hayallerle parçalayıp tasfiyeci darbeyle yaralayan ve 24 Haziran’da parlamentoda bir koltuk uğruna kuyrukçuluğu tescillenmiş, AKP’den kurtulma adına bir diğer komprador egemen gerici burjuva kampa umut bağlayan reformist muhalefet bloğuna dahil olmuş ve onurla övündüğümüz tüm devrimci geçmişini bir kenara atan ‘’3. Kongre’’cilerin Marksizm’den sapmış rotası da ancak işaret edilen bu yazıda değinilemeyen devrimci ödevlerin yerine getirilmesiyle kitlelere gösterilebilinir.
Kim ne derse desin Kaypakkaya geleneğini kemiren iki olgudan biri; burjuva düşüncenin etkisinin yarattığı ideolojik yozlaşma ve savrulma iken – ki bu yasalcılık, reformculuk, parlamentarizm, örgüt sorununda ise darbecilik, sekterizm ve tasfiyecilik olarak somutlaşmaktadır – diğeri ise; toplumsal gerçeklerden kopma anlamına gelen dogmatizmin doğurduğu tasfiyeciliktir. Dogmatizm somut şartların somut tahlili ilkesinden kopmak, dar deneyciliğe saplanmak, sınırlı hatalı pratiğini evrensel doğru sanma hatasına düşmek, örgütsel sorunlarda sekterizm, farklı fikirlere karşı hotzotçu, baskılayıcı, diyalektik metot dan kopularak düşüncenin donuklaştırılması ve parti içi fikir tartışmasını gerçeklerden kopuk fikirlerin örgütsel tedbirlerle birleştirilmesi yolu ile ezilmesi eğilimidir. Dogmatizmin bir partide egemen olması halinde tasfiye, yıkım, parçalanma kaçınılmazdır ve dogmatizm liberal burjuva fikirler kadar tehlikeli ve zararlıdır. Dogmatizm etkisinden kurtulamayan ve derin bir eklektizme saplanan ‘’3. Kongre’’cilerde mevcut baskın eğilim burjuva liberal düşüncenin etkisinde sağ savrulmadır. Toplumsal ve iktisadi değişikliklere gözünü kapayan ve gerçeklere adeta ilgisiz kalan Yeni Demokrasi/Partizan – Özgür Gelecek ise esasta dogmatizmin etkisi altındadır ve burjuva liberal fikirlerin etkisinden kendisini koruyamamaktadır. Teorik stratejik doğrultu ile reformculuğun etkisi altındaki pratikleri bu iki yönün aynı anda varlığından kaynaklanmaktadır. Her iki tarafın hoşuna gitmese de gerçek budur. Geleceğimizi tehdit eden dogmatik etkilerden bizde kurtulmuş değiliz. Lakin aşılması gerekenleri görüyoruz ve aşacağız. Bu her iki oportünist eğilime karşı partimiz Marksist teori ve devrimci mücadele geleneğine olan tam bir özgüvenle mücadele görevlerine sarılmanın tarihi sorumluluğu ile karşı karşıyadır.
Yorumlar kapalı.