Kemalist cumhuriyetin 100’üncü yılındayız. Derinleşen ekonomik ve siyasi krize bağlı olarak faşizmin her geçen gün azgınlaştığı; işçi sınıfı, emekçi köylülük ve tüm halk kesimleri üzerindeki baskı, şiddet, gözaltı, tutuklama ve yasakların tıpkı enflasyonda olduğu gibi her gün yeni rekorlar kırdığı faşist devlet gerçekliğinde bu devletin üzerinde durduğu, kendini gerçekleştirdiği ideolojiyi, bu ideolojinin sınıfsal bileşenini ve ekonomik temelini ortaya koymak, bunu da Marksizm, Leninizm, Maoizm ideolojik çizgiye ve materyalist tarih anlayışına bağlı kalarak yapmak son derece önemli ve olmazsa olmazdır. Çünkü bu yapılmadan ne proleter devrimci program oluşturulabilinir, nede demokrasiyi dışlayan faşizm karşısında tüm halk kesimleri proletarya önderliğinde bir araya getirilebilinir, proleter demokrasi ve sosyalizm amaçları için savaştırılabilinir.
Kurtuluş savaşı içerisinde emperyalistlerle anlaşma, uzlaşma dahilinde yarı-sömürge yapıda kurulan Türk devletine ve Kemalist harekete ilişkin tartışma ve Kemalist cumhuriyetin yüzüncü yılına denk gelen 2023 cumhurbaşkanlığı ve genel seçimler; bu tartışma ve değerlendirmeleri tavır bağlamında bir kez daha gündemleştirmiştir. İdeolojik dokusunu Kemalizm hayranlığından alan ülkemizdeki reformizm (ve bunla malül küçük burjuva devrimci hareketi) halkın demokrasiye olan toplumsal arzusunu “demokrasi için cumhuriyete, cumhuriyetin kurucu değerlerine dönüş” sloganları altında boğuyor ve böylelikle ezen-sömüren sınıflara ve faşizme güç katıyorlar. Demokrasi arzuları manipüle edilen halk kitleleri faşizmin temeli olan ve tam 100 yıldır kendilerine kan kusturan, acılar yaşattıran, gün yüzü göstermeyen Kemalizmi yıkma mücadelesine girişemiyor, yoğunlaşamıyor. Tam tersine kurtarıcı olarak görülüyor. Dolayısıyla her dönemin güncel sorunu olan ve mücadele edilmesi gereken faşizmin Kemalizm ile, Kemalist cumhuriyet ile olan ilişkisini açığa çıkarmak, ortaya koymak gerekmektedir.
Emperyalizm çağında, emperyalist siyasi gericiliğin bir sonucu olarak artaya çıkan ve ideolojik gıdasını milliyetçi ve şoven fikirlerden alan faşizm, “işçi sınıfının ve köylülüğün devrimci kesiminin ve aydınların şiddetle ve kanla ezilmesinin örgütlendiği düzendir. (Dimitrov) Bu devlet düzeni tıpkı burjuva demokrasisinde olduğu gibi bir diktatörlüktür, ama burjuva demokrasisinin “demokratik”, “barışçıl” diktatörlüğünden farklı olarak demokrasiyi dışlayan, şiddet ve kanla ezmeye dayanan terörist diktatörlüktür.
“Faşizmin iktidara gelmesi bir burjuva hükümetinin yerine başka herhangi bir hükümetin gelmesi değil, tam tersine burjuva sınıf egemenliğinin bir devlet biçimi olan burjuva demokrasisinin yerini, onun diğer biçimi olan açık tedhişçi diktatörlüğün almasıdır” (Dimitrov)
Faşizm; burjuva demokratik devrimini yapmış, içte burjuva demokrasisinin hakim olduğu emperyalist ülkelerde tekelci burjuvazinin hepsinin değil, “en gerici, en şoven ve en emperyalist unsurları”nı temsil eden ve “barışçı” yollarla alttan yukarıya doğru, yani kitleler içerisinde örgütlenerek parlamento ve hükümet yoluyla iş başına gelen kliğin dönemsel “açık tedhişçi diktatörlüğü” iken, burjuva demokratik devrimini yapamadan, burjuva demokrasisi ile hiç tanışmadan emperyalist boyunduruk halkası boynuna geçirilen yarı-sömürgelerde ise emperyalizmin ve onun yarı-sömürgelerdeki sosyal dayanağı olan komprador burjuvazi ile toprak ağası sınıflarının ve bu sınıfların çıkarlarını temsil eden devletin sürekli yönetim biçimidir, kurumsallaşmış açık tedhişçi diktatörlüğüdür. (Emperyalizm ve proleter devrimler çağı başlamadan burjuva demokratik devrimini yapmış, yada üstten reformlar yoluyla kapitalizmin hakimiyetini gerçekleştirmiş, fakat daha sonradan emperyalizmin yarı-sömürgesi olmuş ülkelerde faşizm emperyalist ülkelerde olduğu gibi dönemseldir. Ancak faşizmin bu sürekli-dönemsel iktidarı, genellikle emperyalist ülkelerden farklı olarak askeri darbeler yoluyla gerçekleşir. Fakat biz bu yazımızda sınırlı sayıda olan bu yarı-sömürge kapitalist ülkeleri değil, dünyanın kırları olan ve genelini oluşturan ülkeleri, demokratik devrimini yapamadan emperyalizmin boyunduruğu altına girmiş, yarı-sömürge yarı-feodal yapı üzerinde kurulmuş ve süreç içinde yarı-sömürge bağımlı (komprador) kapitalist yapıya dönüşmüş ülkeleri ele alacağız. Çünkü ayrım faşizmin dönemsel karakterde ve sürekli karakterde oluşu temel farkından ileri gelmektedir) Faşizmin demokrasiyi dışlaması nedeniyle faşizmin iktidarda olduğu tüm ülkelerde halkın demokrasi sorunu vardır. Ancak faşizmin dönemsel ve sürekli nitelikte ayrışmasına, farklılaşmasına yol açan her ülkenin kendine özgü tarihsel, ekonomik ve siyasal nedenleri beraberinde, ortak olan demokrasi sorunu da çözüm yolunu da farklılaştırır. Burjuva demokrasisinin dönemsel olarak askıya alınmış olunduğu emperyalist ülkelerde -ve demokratik devrimini yapmış yarı-sömürgelerde- demokrasi sorunu doğrudan devrim sorununa tekabül etmez; halk muhalefeti ve hükümet değişikliğinin sonunda faşizmin iktidarı yıkılır, son bulur. Ve bu ülkelerde faşizm iktidardayken proletarya faşizme karşı burjuva demokrasisinin, burjuva hak ve özgürlüklerin her kertesini ikirciksiz savunur, onun için mücadele eder. Fakat burjuva demokratik devrimini yapamadan, burjuva demokrasisi ile hiç tanışma fırsatı bulamadan emperyalizmin boyunduruğu altına girmiş, yarı-sömürge yarı-feodal olarak kurulmuş ve uzun yıllar içinde bağlı kapitalizmin hakim hale geldiği ülkelerde Lenin’in de vurguladığı üzere demokrasi sorunu devrim sorunudur. Çünkü faşizmin yıkılması için yarı-sömürge, yarı-feodal-veya- bağlı kapitalist yapının yıkılması, sonlandırılması gerekmektedir. Ve ayrıca proletarya, köylülük ve tüm halk kesimlerinin faşizme karşı hiç tanışmadımları burjuva demokrasisinin her kertesini savunmalarının durumu da yoktur. Artık gündemde olan ve faşizme karşı savunulacak olan proleter demokrasidir. “Burjuva demokrasisi ölüdür ve onu mezardan çıkarmak olanaksızdır. Proletaryanın demokrasisi ise yenidir ve yeniden rengarenk çiçeğe duracaktır.” (Sınıf Perspektifi Dergisi, Sayı: 1, Yıl: 2022)
Yarı-sömürgelerdeki faşizmi inceleyen Dimitrov, Bulgaristan’ında içinde bulunduğu bu yarı-sömürgelerde demokratik devrimin yapılmadığını, feodalizmin tasfiye edilmediğini ve milli meselenin çözülmediğini ortaya koyduktan sonra devamla da, “[bir dizi kendine özgü tarihsel, ekonomik ve siyasi] özel koşullar faşizme, kendine özgü karakter vermektedir. Bu özellik, öncelikle, örneğin İtalyan faşizminden farklı olarak faşizmin bu ülkelerde alttan, bir kitle hareketiyle -dönemsel bn- devlet ve hükümet biçimi olarak değil, tersine yukarıdan gelmesinde yatmaktadır. Gasp edilmiş bir devlet iktidarına, burjuvazinin askeri gücüne dayanam faşizmin kitlelere nüfuz etmeye ve kendine kitleler arasında ideolojik, siyasi ve örgütsel bir dayanak yaratmaya çalışmaktadır…” açıklamasını getirerek bu ülkelerdeki faşizmin devlet ideolojisi olarak yukarıda örgütlenip başa geldiğini ve dolayısıyla sürekli bir karakter taşıdığını vurgulamış oluyor. Emperyalizm ve proleter devrimler çağında gerçekleşen Kemalist devrim ve bu devrimin ideolojik temeli ile siyasi karakteri üzerinde kuruluşu gerçekleşen Türk devleti ve cumhuriyeti Dimitrov’un belirttiği gerçekliğin dışında mıdır, yoksa bu gerçekliğin ta kendisini mi ifade etmektedir? Bu sorunun kısa ama kesin yanıtını Şnurov’a bırakalım:
“Her ne kadar bazı görüntüsel demokratik şekiller mevcutsa da (seçimle meydana getirilen parlamento vs.) Türkiye’de bugün (1920) düzenin özü bütün demokrasilerden uzak bir diktatörlüktür.”
Genel seçimlerin yapılması, parlamentonun varlığı ve anayasada yer alan sözde kimi burjuva hak ve özgürlükleri burjuva demokrasisinin, burjuva demokratik devriminin kanıtı olarak görüp kabul eden, bunların sözde varlığını faşizm ile özellikle de ta başından itibaren iktidarda olan sürekli faşizm ile bağdaştırmayan küçük-burjuva oportünistleri ne sözde kabul ettikleri ve dillerinden düşürmedikleri “çağımız emperyalizm ve proleter devrimler çağıdır” Leninist tespitini anlamışlardır, nede Dimitrov’un yarı-sömürgelerde sürekli bir karakter taşıyan faşizme ilişkin belirttiği “kendine özgü tarihsel, ekonomik ve siyasi özel koşulları”nı ve bu özel koşulların tamamiyen emperyalizm ve proleter devrimler çağıyla alakalı olduğunu kavramışlardır.
Emperyalizm ve Proleter Devrimler Çağında Cumhuriyet ve Demokrasi
Dünyanın bir kaç emperyalist devlet arasında paylaşıldığı emperyalizm çağında, ekonomik olarak geri kalmış ve burjuva demokratik devrimini gerçekleştirememiş coğrafyalardaki uluslar boyunduruk altına alındı. Boyunduruk altına alınan bu coğrafyalarda tekelci burjuvazi yalnızca en geri üretim ilişkilerini temsil eden feodallerle/toprak ağalarıyla işbirliğine girmedi, yalnızca katı feodal ilişkileri parçalayıp pazara bağlamakla vs. kalmadı. Aynı zamanda toprak ağaları gibi kendi çıkarlarını temsil eden, kendisine hizmet eden ve bu hizmeti karşılığında ülkenin yer altı, yer üstü tüm zenginliklerinin talan edilmesinden, yağmalanmasından, ülkenin soyulmasından, işçi sınıfı-köylülük ve tüm emekçi sınıfların kölelik koşullarında çalıştırılmasından, açlığa mahkum edilmesinden pay alan bir burjuva sınıf yarattı. Klasik işbirlikçiliğin ötesinde bağlı bir karaktere sahip olması nedeniyle Mao’nun komprador diye tanımladığı bu sınıf, feodal sınıflarla birlikte emperyalizmin yarı-sömürgelerdeki sosyal dayanağını oluşturdular. Komprador burjuvaziyi tarih sahnesine çıkaran, kendisini doğuran emperyalizm olduğu, ona göbekten bağlı olduğu, onsuz yaşayamayacağı için, feodal sınıflar ise sınıf çıkarları nedeniyle daha emperyalizmden önce devrimden yana olmadığı, karşısında yer aldığı, dahası, devrim bu sınıfın iktidarına karşı yapıldığı için bu iki sınıfta karşı-devrimcidir. Fakat bu iki karşı devrimci sınıf, fiili işgal altında sınıfsal-ekonomik çıkarları tehlikeye girdiği için sömürge durumuna karşıdırlar, ama yarı-sömürgeciliğin ise sürmesinden yanadırlar. Tıpkı kurtuluş savaşında olduğu gibi bir yandan sömürge durumuna son vermek, diğer yandan ise razı oldukları yarı-sömürge durumuna son verecek, emperyalist boyunduruk halkalarını parçalayıp atacak gerçek bir halk devrimi olasılığının karşısında durmak, emperyalistlerle uzlaşarak işçilerin ve köylülerin devrim ihtiyacını boğmak için savaşa katılırlar. “Kendi yağında kavrulan” ama emperyalizm ve komprador burjuvazinin baskısı altında olan, gelişemeyen, dahası gelişmesi bizzat emperyalistlerce engellenen, ezilen orta (milli) burjuvazi ise ekonomik ve sınıfsal durumundan ileri gelen korkak, kararsız ve yalpalayan bir karaktere sahiptir. Ve tamda bu nedenle, emperyalist boyunduruk halkasını parçalama ön koşuluna bağlanmış olan demokratik devrime önderlik etme ve sonuna kadar götürmenin siyasi cesareti ve kabiliyetinden yoksundur. Demokratik devrim eskisi gibi bir tek feodalizmin tasfiyesi, toprak reformunun gerçekleştirilmesi görevi ile değil, emperyalizm ve de ona bağlı olan ve aynı zamanda bürokrat bir karakter taşıyan komprador kapitalizmin tasfiyesi görevi ile de karşı karşıyaydı. Feodal sınıflar komprador burjuvazi gibi emperyalizmin yarı-sömürge, yarı-feodal ülkelerdeki dayanağını oluşturdukları ve de aynı zamanda bu gerçekliğin bir sonucu olarak kompradorlarla ittifak halinde oldukları için feodalizme karşı savaş ve zafer emperyalizme ve komprador kapitalizme karşı savaş ve zafere bağlanmıştı. Demokratik devrim artık bu “üç büyük dağ”a karşı verilecek büyük ve zorlu savaşın sonunda gerçekleşebilirdi. Böyle bir savaşa da zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi olmayan ve üretimdeki yeri itibariyle sonuna kadar devrimci ve kararlı tek sınıf olan proletaryadan başkası önderlik edemez, zafere ulaştıramazdı.
Serbest rekabetçi kapitalizmin yerini tekelci kapitalizmin/emperyalizmin almasıyla burjuvazi, demokratik devrime kadar olan sınırlı devrimci barutunu tüketmiş; burjuva sınıf egemenliğini ve kapitalizmi hedefleyen burjuvazi önderlikli eski tip demokratik devrimler geride kalmış, yerini proletaryanın sınıf egemenliğini ve sosyalizmi hedefleyen proletarya önderliğindeki yeni tipte demokratik devrimler almıştır. Bu, burjuva demokrasisinin ifadesi olan, burjuva -demokratik- cumhuriyetin geride kalması, yerini ise proleter demokrasinin özgün bir biçimi olan ve proleter cumhuriyeti ifade eden Halk Cumhuriyeti’nin olması demekti aynı zamanda. “Çağımız emperyalizm ve proleter devrimler çağıdır” tespiti bu gerçeklerle içeriklidir.
Kemalist Cumhuriyet Demokrasinin Dışlanmasıdır
“Burjuvazinin sınıf egemenliğinin bir devlet biçimi olan burjuva demokrasisi” ile içerikli, özdeş burjuva cumhuriyetler gerçekte geride kalmış olsa da hem ulus devlet sürecini burjuva demokratik devrim olarak göstermek, bunun içinde emperyalist boyunduruk halkasını ve devletin faşist karakterini gizlemek, hemde uluslararası alanda meşruluk sorunuyla karşılaşmamak ve emperyalist sermayenin ihtiyaçlarına cevap vermek amacıyla yarı-sömürge, yarı-feodal temel üzerinde kuruluşu gerçekleşen tüm ulus devletlerde cumhuriyet ilan edildi. Ama bu cumhuriyetler burjuva demokrasisi ile değil, “bütün demokrasilerden uzak bir diktatorya” ile içerikliydi; demokratik değil, faşist karakterdeydi. Çünkü bu ükkelerde “henüz tamamlanmış bir burjuva devrim yoktur…Köylüler burjuva demokratik devrim sayesinde toprak sahibi olmamıştır. Tersine onlar yalnızca, sermayenin ilk birikim amacına hizmet eden sınırsız sömürü ve talana hedef olmuşlardır. Feodalizm nihai olarak yok edilmemiş, milli mesele çözülmemiştir. [Ve bu ülkeler] emperyalizmin yarı-sömürgeleri durumundadır. Bunlar çoğunlukla emperyalist ülkelerdeki çok gelişmiş kapitalizmin şiddetli rekabeti altında ezilen cılız sanayiye sahip tarım memleketleridir.” (Dimitrov)
Çeşitli ülkelerde her ülkenin “tarihi, sosyal ve ekonomik şartlara göre, ulusal özelliklerine ve uluslararası durumuna göre çeşitli şekiller alan faşizmin gelişmesi ve faşist diktatörlüğün kendisi” demokratik devrimin gerçekleşmediği, feodalizmin nihai olarak yok edilemediği, emperyalist boyunduruk halkasının parçalanıp milli meselenin çözülemediği ve ezilen cılız sanayiye sahip ülkelerde “temelini genişletmek ve sınıfsal içeriğini değiştirmeden açık tedhişçi diktatörlüğü, parlamentarizmin kabaca sahteleştilmesiyle birleştirme”sini beraberinde getirir. İşte emperyalizm ve proleter devrimler çağında kuruluşu gerçekleşen Türk devleti ve Kemalist cumhuriyet bu gerçekleri ifade eder. Bütün demokrasilerden uzak bir diktatoryaya tekabül eden faşist özü bu gerçeklerden, temelden ileri gelir ve bu gerçekleri, temeli ortaya koyar. Bu gerçekleri görmeyen, görmek istemeyen, bu gerçeklere gözlerini ve kulaklarını kapatan küçük burjuva oportünizminin tüm renk ve tonları Kemalizm hayranlığında birleşmekte ve Kemalizm ile faşizmi kesinlikle yan yana getirmemekteler. Kemalizm ve Kemalist diktatörlüğe ilişkin değerlendirmelerinde aralarında kimi farklar, farklılıklar olsa da bunlar öze tekabül etmeyen, özü değiştirmeyen nüanssal farklılıklardır. Kimileri kurtuluş savaşına ve Kemalist devrime milli burjuvazi ve küçük burjuvazinin önderlik ettiğini, Kemalist devrimin bu sınıfların önderliği altında gerçekleşen anti-emperyalist, anti-feodal burjuva demokratik devrim olduğunu, (emperyalist boyunduruk halkasının 1950 itibariyle “yeni-sömürgecilik” ile geçirildiğini ve faşizmin de bu dönem itibariyle başladığını savunurlar. Ve ayrıca hükümetlere özgü dönemsel yönetim biçimi olduğunu savunurlar) kimileri buna ek olarak Türk devletinin cumhuriyet olarak kurulmasını, genel seçimlerin yapılmasını, parlamentonun da bu genel seçimlerle oluşturulmasını ileri sürerek; kimileri ise kurtuluş savaşına milli burjuvazi önderlik etmiş olsa da, Kemalist devrim burjuva demokratik devrim olsa da, savaşın sonunda bağımsızlık kazanılmış olunsa da feodalizm tam olarak tasfiye edilmemiş, yarı-feodal ekonomik yapı 1970’lere kadar kendini korumuştur ve faşizm tekelci kapitalizmin hakimiyetini şart koştuğu için iktidara 1970’ten itibaren, ama hükümetlere özgü bir yönetim biçimi olarak gelmiştir diyerek nüanssal farklılıklarla Kemalizm ile faşizmi bağdaştırmaz, yan yana getirmezler. (Ülkedeki kapitalizmi tekelci kapitalizm olarak değerlendirmek/tanımlamak yarı-sömürge olgusunu reddetmek, ülkeyi emperyalist ülkeler düzeyine çıkarmak demektir. Bir yandan ülke emperyalizme göbekten bağımlıdır diyorlar diğer yandan ise bunun ekonomik temelini reddediyorlar. Bir ülkede hakim olan tekelci kapitalizm ise, tekelci burjuvazi ise bu, o ülkenin diğer ülkeleri sömürgesi altında tutan emperyalist ülke olduğu anlamına gelir. Yeni tekelcileşmiş kapitalist ekonomik temel ile bu ekonomik temele göbekten bağımlılığı getiren ekonomik temel karşıtlık halindedir. Konumuz tekelci ekonomik yapı ile bağlı ekonomik yapıyı açmak olmadığından bu kısa vurguyu yapmakla yetiniyoruz.) Kemalizm hayranlığının dışa vurumu olan sağ-liberal oportünistlerin Dimitrov ve Komintern’i tahrifata uğratan bu çarpık-oportünist değerlendirmelerine yukarıda kısa ve özlü şekilde yanıt olduk. Şimdi ise bizzat M. Kemal döneminin uygulamalarına göz atarak durumu somutlayalım:
“Kemalist diktatörlük başından sonuna kadar askeri bir faşist diktatörlüktür! Savaşın başında yer alan askeri komuta kademesinin hemen hepsi olduğu gibi Ankara hükümeti ve iktidarına da önderlik yapmıştır…TC 1945’lere kadar tek parti (M. Kemal’in partisi CHP) ve tek ‘milli şef’ tarafından yönetildi. Her türden demokrasi dışı bir yönetim şekli!
Bu dönem içerisinde bir-iki parti kurulduysa da bunların ömrü çok kısa oldu. Çünkü söz konusu partiler kurulduğu gibi M. Kemal ve iktidarı tarafından kapatıldı!
Mustafa Suphi ve 14 yoldaşı 1920 yılında M. Kemal’in başında olduğu Ankara hükümeti tarafından katledildi.
14 Kasım 1922 tarihli Izvestia gazetesinde geçtiği gibi ‘Kemalist hükümet komünistleri takip ettirerek, emperyalist devletlerin teveccühünü kazanmak emelinde’ yürüdü.
Komünist partisini ve komünizm propagandasını yasaklayan 141. ve 142. maddeleri anayasaya yerleştiren M. Kemal’in başında olduğu hükümettir.
Mevcut ‘anayasa’ ve faşist maddeler 1930-1935 yılları arasında M. Kemal’in hükümeti tarafından faşist Mussolini’n (İtalyan) anayasasından alınmıştır.
1 Mayıs’ın işçi bayramı olarak kutlanmasının yasaklanması 1923 yılından kısa bir süre sonra gerçekleşti. Hemen hemen bütün sendikalar kapatıldı! İşçi sınıfı hareketini ezmek için her türlü yola baş vuruldu!
1927 yılında Fransızlara ait Ankara-Nusaybin demir yolunda çalışan işçilerden bayram arifesinde avans almak için greve giden 700 işçiye saldıran, katleden M. Kemal hükümetidir.
Hükümeti eleştiren, hatta eleştirme ihtimali bile olan gazeteler kapatılmıştır!
Yüzlerce komünist, aydın, demokrat, ilerici ve yurtseveri işkencelerden geçirterek zindanlara tıkanların başında M. Kemal hükümeti ve diktatörlüğü vardır!
Kemalist diktatörlük ‘bir Türk dünyaya bedeldir’, ‘ne mutlu Türküm diyene’, her Türk asker doğar’, ‘Türkçe konuş, çok konuş’, Türk öğün çalış güven’ vb. gibi ırkçı-şoven sloganları ülkenin her köşesine, okullara, dairelere her yere soktu.
Ermeniler ve Kürt ulusu en vahşi ve barbar bir şekilde M. Kemal ve diktatörlüğü tarafından katledildi!
1925 yılında kurulan İstiklal mahkemeleri ve iki yıl süren sıkıyönetim döneminde yüzlerce, binlerce Kürt zindanlara tıkıldı.
Kemalist diktatörlük milli meselede tam bir Türk şovenizmidir! ‘Bütün milletlerin Türklerden türediği’ şeklinde ırkçı-faşist teoriyi piyasaya sürdü. Diğer azınlık milliyetleri ise tamamen tarihin sayfalarından sildi. ‘Bütün dillerin Türkçeden doğduğunu’ ileri sürerek Güneş Dil Teorisi safsatasını yaydı. (Sınıf Teorisi Dergisi, Yıl: 2005, Sayı:10)
Tüm bu örnekler göstermektedir ki, Kemalizm ve Kemalist diktatörlük “işçi sınıfının ve köylülüğün devrimci kesiminin ve aydınların şiddetle ve kanla ezilmesinin örgütlendiği devlet düzeni” ve “dış siyasette, diğer halklara karşı hayvanca nefreti körükleyen şovenizmin en vahşi biçimi” demek olan faşizmin Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da vücut bulmuş halidir. Yani, “Kemalizmin faşizmle bağdaşmaması bir yana Kemalizm bizzat faşizm demektir.” (İbrahim Kaypakkaya)
Komprador Kapitalizmin Hakimiyeti Altında Faşizm
Sosyo-ekonomik yapıdaki yarı-sömürge durumu devam ettiği, emperyalist boyunduruktan kurtulamadığı müddetçe yarı-feodalizmin yerini bağlı kapitalizmin alması ülkede ne Kemalizmi Türk devletinin ideolojisi olmaktan çıkarır, böyle bir sonucu beraberinde getirir, nede faşizmi sonlandırır veya hafifletir yada sürekli karakterde olan yapısında bir değişikliğe yol açıp şu veya bu hükümetin/kliğin dönemsel yönetim biçimi yapar. Bu, dogmatizm değildir, olgulara dayanan Marksizm, Leninizm, Maoizm tespitidir.
Kemalizm Türk devletinin ideolojisi olmaya devam eder çünkü, Kemalizm emperyalizme göbekten bağlı olan komprador Türk büyük burjuvazisinin ideolojisidir. Bağlı ekonomik gerçekliği itibariyle yarı-sömürgeciliği savunma ideolojisidir. Tamamiyen karşı-devrimci olması, hiçbir devrimci nitelik taşımaması da zaten bu sınıfsal gerçekliğinden ileri geliyor. Hakim hale gelen komprador kapitalizm ile yarı-sömürge durumu zayıflamamış, tam tersine daha da güçlenmiştir.
Faşizm Türk devletinin sürekli yönetim biçimi olmaya devam eder çünkü, kapitalizmin hakimiyeti devrim yada reformlar yoluyla değil; kapitalizmin feodalizm ile olan kimi çelişkilerinin yanı sıra esas olarak emperyalist ülkelerde gelişen tekelci tarım endüstrisinin ihtiyaçlarına bağlı olarak genel olarak tüm yarı-sömürgelerde özel olarak ise Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da tarımın yıkıma uğratılması, tarım memleketi olma özelliğine son verilmesinin sonucunda gerçekleşmiştir. Kapitalizmin hakimiyeti tarımda da bağımlı duruma gelinmesinin, tarımda da ithalatçı konuma gelinmesinin sonucunda gerçekleştiği içindir ki, emperyalizme olan bağımlılık durumu zayıflamamış, tersine derinleşmiştir.
Demokratik devrimini yapamamış yarı-sömürgelerdeki faşizm olgusunu inceleyen Dimitrov, bu ülkelerdeki faşizmin ekonomik özel koşulunu “emperyalist ülkelerdeki çok gelişmiş kapitalizmin şiddetli rekabeti altında ezilen cılız sanayiye sahip tarım memleketidir” tespitiyle açıklıyordu. Yarı-sömürge, yarı-feodal ülkelerin devrim yada reformlar yoluyla tarım memleketi olmaktan çıkmaları değil, tekelci tarım endüstrisinin ihtiyaçları temelinde tarım memleketi olmaktan çıkarılmaları durumu bu ülkelerdeki sanayi ve kapitalizmin cılız/güçsüz durumunun son bulması anlamına kesinlikle gelmiyor. Yani “ezilen cılız sanayiye sahip” olma durumu devam eder. Neden mi? Çünkü emperyalizmin sermaye ihtiyacıyla birlikte yarı-sömürgelerde gelişen, güçlenen ülkenin milli karakterdeki sanayisi ve kapitalizmi değil, milli sanayi ve kapitalizmi ezen, gelişimini engelleyen ama emperyalist ülkelerdeki sanayi ve kapitalizmi ise geliştiren, güçlendiren ve bu itibariyle emperyalist ülkeler ile yarı-sömürge ülkeler arasındaki her türlü eşitsizliği her geçen gün daha fazla büyüten karakterdeki bağlı kapitalizmdir. Mao’nun ifadesiyle “yabancı kapitalizm”dir. Türk büyük burjuvazisinin taşeronu, montajcı, aracı bir rol üstlendiği bir kapitalizmde sömürünün, talanın, yaratılan artı-değerin esas sahibi tekelci burjuvazidir. Komprador Türk büyük burjuvazisine ise bu taşeronluğu, montajcılığı, aracılığı vb. karşısında hizmet payı verilmektedir. Tabii bu, başta işçi sınıfı ve emekçi köylülük olmak üzere tüm emekçi sınıflar üzerinde ikili sömürü demek oluyor. Bu sömürü öylesine derindir ki, kompradorlara verilen uşaklık payına rağmen tekelci burjuvazi en yüksek tekelci kâra ulaşmaya devam eder. Bu bir yanda sömürü-talan ve yağmadan diğer yandan ise açlığın-sefaletin-yoksulluğun-işsizliğin büyümesi demektir. Çelişmenin iki karşıt yönü arasındaki makası her geçen gün daha fazla açan bu sömürü-talan-yağma düzeni yarı-sömürge durumunun derinleşmesini; işçi sınıfı, emekçi köylülük ve tüm halk kitleleri üzerindeki terörist diktatörlüğün katmerleşmesini ve kağıt üzerinde olmasının hiçbir önemi olmaksızın emekçi sınıfların, halkın örgütlenme hakkından, grev-protesto ve yürüyüş hakkına kadar tüm haklarının fiiliyatta, gerçekte yasaklanmasını, yok sayılmasını getirir, getiriyor da.
Kısacası Kemalizm ve faşizm bir bütünün iki parçasıdırlar. İkisi bir biriyle anlam bulur, ayakları üzerine otururlar. Komprador Türk büyük burjuvazisinin ideolojisi olan Kemalizm, Türk devleti ve cumhuriyetinin üzerine bina edildiği ve durduğu yarı-sömürge ideolojisidir. Komprador kapitalizmin hakimiyeti Türkiye ve Kuzey Kürdistan’ın boynundaki emperyalist boyunduruk halkasının incelmesi değil, tam tersine kalınlaşması demektir. Dolayısıyla şu veya bu komprador kliğin/hükümetin M. Kemal için, Kemalist cumhuriyet için ne dediklerinin, hatta ne küfürler ettiklerinin, ne hakarette bulunduklarının gerçekte bir önemi, anlamı ve karşılığı yoktur. Tüm bunları suni gündemler oluşturmak, kendi sınıf karakterini, amaçlarını ve pratiklerini gizlemek gayesiyle yaparlar, söylerler.
Dini ve rengi olmayan sermayenin bir kliğini temsil eden AKP ve Tayyip Erdoğan Kemalisttir. AKP’ye ve Tayyip’e zamanında tasfiye temalı oyunu oynattıran da, zamanı geldiğinde ise bu oyunu bir kenara atıp koyu faşizmi uygulattıran da; patronlara, ağır sömürüye, kötü çalışma koşullarına, düşük ücrete ve politik sorunlara karşı işçilere örgütlenmeyi, sendika kurmayı ve üye olmayı vede işçi-emekçi köylü tüm halk kitlelerine grev-protesto-toplantı ve yürüyüş yapma haklarını yasaklattıran, halk kitlelerini coplattıran, gaza boğduran, işkence ettiren, gözaltına aldırtan, tutuklattıran, öldürten; Kürt ulusu, azınlık milliyetler ve çeşitli inanç kesimleri üzerinde milliyetçiliği-şovenizmi uygulatan, her türlü baskıyı kurdurtan, saldırtan, katlettiren ve tüm haklarını gasp ettirten din değil, dincilik değil, dini ve rengi olmayan sermayenin ve bu sermayenin ideolojisi durumunda olan Kemalizmin ta kendisidir. “Dinimizde faiz haramdır” sözleri altında düşürülen politika faizi zenginleri, bankaları, spekülatörleri, kompradorları, emperyalistleri yüksek kazanca boğan; işçi sınıfı ve tüm halkı ise yoksullaştıran, alım gücünü düşüren, emek gücünü daha da ucuzlaştıran, ülkenin dış açık ve faiz yükünü büyüten ekonomik-politik sonuçları itibariyle bu Marksist gerçeğin en çıplak örneklerinden birini oluşturmaktadır. Faizin dahi söylemler altında düşürülmesi ne bu amacı ve sonuçları nede egemenlerin, sermayenin sınıfsal karakterini ortadan kaldırıyor, sermayeyi dincilik sınırları içine çekip hapsediyor. Dini söylemler sınıfsal ve ekonomik gerçeklerin gizlenmesi/perdelenmesi ve halkın uyutulması için söyleniyor. Dolayısıyla Marksistlerin egemen sınıf kliklerine ilişkin tanımlamaları kitlelerin gözüne çekilmek istenen perdeleri indirecek, üstü örtülmek istenen gerçekleri açığa çıkaracak, hakim sınıfların ekonomik-sınıfsal çıkarlarını, bunun temelini ve gerçek amaçları ile karakterlerini en çıplak şekilde ortaya koyacak, kitlelere bunu sorgulatacak ve dosdoğru anlatacak sınıfsal tanımlamalar olmalıdır.
Sonuç olarak, faşizmle yönetilen yarı-sömürge bağlı kapitalist Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da halkın faşizme karşı demokrasiyi kazanma sorunu vardır. Fakat egemen sınıfların ideolojisi Kemalizmden ileri gelen faşizm AKP’yle, Tayyip Erdoğan’la sınırlı bir yönetim biçimi olmadığı için demokrasi bir komprador burjuva kliğe karşı değil, tüm komprador burjuvaziye ve elbetteki bağlı oldukları emperyalizme karşı verilecek savaş içinde zafere ulaşabilir. Ülkemizde iki büyük dağ olan komprador burjuvazi ve emperyalizm yıkılmadan faşizmin yıkılması mümkün değildir. Bundan dolayıdır ki, demokrasi sorunu devrim sorunudur. Ve bu devrime, demokrasi sorununu sosyalizm amacına bağlayan proletaryadan başka hiçbir sınıf önderlik edemez. Proletarya partisi, faşist devlet diktatörlüğünü, faşist Kemalist cumhuriyeti yıkacak ve proletarya demokrasisi bu toprakları rengarenk çiçeklerle buluşturacaktır…