1. Haberler
  2. GÜNCEL
  3. İşsizlik, Savaş, Açlık Üreten Kapitalizme Karşı Devrimci Sınıf Mücadelesi 

İşsizlik, Savaş, Açlık Üreten Kapitalizme Karşı Devrimci Sınıf Mücadelesi 

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Emekli maaşlarının arttırılması yönlü toplumsal isteğe AKP-R. T. Erdoğan hükümetinden “para yok” yanıtı gelmişti. Burjuvaziye teşvik, kredi, vergi afları, gümrük muafiyetlerine para var, ama söz konusu işçiler, emekçi köylüler, emekliler olunca hiç para olmuyor. Şaşırtıcı mı değil. Çünkü emperyalizm işbirlikçisi sermaye hükümetinden halktan yana tavır beklemek hayalciliktir. Tüm her yerde kapitalistler sınıfı ile işçi sınıfı ve bütün halk kitlelerinin arasında var olan uzlaşmaz çelişkilerde ve çıkarlarda burjuva hükümetler daima sermayenin menfaatini esas alır, silahını işçi sınıfına doğrulturlar. Bu nedenle halka gelince “para yok” deniliyor. Peki ya Rojava, Başur, Bakur Kürdistan’da yürütülen işgal savaşında harcanan paranın kaynağı nereden gelmektedir?

Her yerde göze batan lüks, şatafat, zenginliğin tadını çıkaranları gören işçi, emekçi köylü, emekli kardeşlerimiz sormalı biz neden aç ve yoksuluz? Evet bu sorunun cevabını öğrenmek önemlidir, bilinçlenmedir, sırtımızda kan emen keneleri tanımaktır. İşçi, emekçi köylü, emekli kardeşlerimiz onların zenginliği sömürerek sizi yoksulluğa, açlığa mahkum etmenin üstünde yükselir. Şayet emekliye “para yok” deniliyorsa, burjuvaziye çok para gitmiş demektir. Türkiye’de olan budur. Zenginler ile yoksullar, açlar ile toklar, sömürenler ile sömürülenlerin ağırlaşan hikayesidir bu. Olgu açık ve toplumsal olarak yaşanmaktadır. Bu konuda açlığı yaşayan, yoksulluğun yükünü taşıyan işçi sınıfına açlık ve yoksulluğun ne olduğunu anlatıp durmaya gerek yok! Çözümü anlatmalıyız. Nedenlerini açıklamalıyız. Toplumsal sınıflar içinde işçi sınıfı dışında hiç bir sınıf sömürü düzenini ortadan kaldırmaya yetenekli değildir. O halde yakınmaya gerek yoktur. İşçi kardeşlerimizin sermayeye karşı, kapitalizmin eşitsizlik, yoksulluk, sefalet üreten düzenine karşı proletarya partisinde birleşip mücadele yürütme dışında çözümü yoktur. İşçiler neden komünist partide birleşmeli deniyorsa! Cevabı açıktır. Çünkü yalnızca komünistler tüm toplumsal çürüme, yıkım ve sefaletin nedeni olan kapitalist düzeni, kapitalist özel mülkiyeti ortadan kaldırmak ve yerine toplumsal ürünü topluma bölüştüren, üretim araçlarını, bilimi toplumun hizmetine sunan sosyalist düzenin kurulması için mücadele yürütür. Diğer tüm muhalif kesimler, çeşitli iyileştirmeler, yaralara pansuman niteliğinden öteye geçemeyen reformlar isteseler ve bunlar için mücadele yürütseler de kapitalist düzenin sınırları dışına çıkmazlar. Bu muhalif kesimler sorunların kaynağını kapitalist özel mülkiyet, kapitalist üretim biçiminde değil, yönetimdeki partilerde arar. Sorunları hükümet politikası ile açıklar, hükümetteki partinin yerine bir başka partinin, yada kendi partilerinin olması halinde halka eşitlik ve özgürlük vaadinde bulunurlar. AKP’nin gitmesiyle her şeyin düzeleceği yanılgısı bu zeminde yeşermiştir. Cepheden kapitalist devlet düzenini ortadan kaldırma hattında olan Maoist komünist hareket tüm toplumsal sorunları iktisadi temelleriyle sistemle bağı içinde değerlendirir ve devrimci çözümler doğrultusunda savaşır. Bu bakış açısıyla okun sivri ucunu AKP’ye doğrulttuğunda, esas olarak kapitalizme karşı mücadele yürüttüğünü unutmaz. Reformculuk ile proleter devrimcilik arasında bu önemli ilkesel farkı vurguladıktan sonra konumuza devam edelim.

Sermaye Büyüyor İşçilerin Boğazındaki Lokma Küçülüyor

2002’den itibaren neredeyse çeyrek yüzyıllık AKP yönetiminde Türkiye yurtiçi hasıla toplam büyüme oranı yıllık olarak ortalama yüzde 4.6 olarak gerçekleştiği belirtiliyor. Bu büyümeden işçilerin, tüm emekçi halkın faydalanması gerektiği düşünülür. Ama öyle bir durum yoktur. Bir sınıf zenginlikle büyürken, diğer sınıfların geliri küçülmüştür. İktisadi büyüme rakamları ile yoksullaşan işçi sınıfının durumu arasındaki çelişki açıklanmıyor. “AKP’nin zenginleri” diye bir tabir var artık. Burjuvazi zenginleşti, büyüdü, işçi sınıfı, emekçi köylüler, bütün halk kitleleri yoksullaştı. Köylüler üretim araçlarından kopar oldu. AKP sermayenin ihtiyaçlarını karşıladığı için emperyalistler ve komprador uşakları burjuvazi adına övünüyor. Fakat çöken toplum, ezilen ve sömürülenlerin gerçek durumları bakış açısından bu övünmeler yüzkarasıdır. Çünkü gerçeklerin inkarına dayanmaktadır. 

Deniliyor ki, evlerde gerçekleşen doğum oranları, doğum yaparken ölen annelerin, doğan çocuklarının beş yaşından önce hayatını kaybedenlerin oranında düşme var. Hayatta kalan çocukların yaşıtlarına göre boyu bodur kalanların -yeterince beslenemedikleri için- oranı azaldı. Okullaşma oranı arttı denilerek övünülüyor. 

Sermayenin Kurbanı Çocuk İşçiler

Ama 2 milyon çocuk işçi çalıştırıldığından hiç söz edilmiyor. Çalıştırılırken iş cinayetine kurban edilen çocukların varlığı ne anlama geliyor, hiç söz edilmez. Doğarken daha az ölüyor dedikleri çocuklar sermayenin köleleri olarak ölüyor, okuyamıyor, beslenemiyor. Sadece 2024 yılının ilk dokuz ayında en az 58 çocuk işçi iş cinayetlerinde hayatını kaybetti. Doğururken ölmeyen anneler ise aç ve yoksul.

Yüzde 95’lere varmış kentleşme şartlarında okullaşma oranının yükselmesi ile övünüyorlar, oysa dinci, milliyetçi gerici müfredatta bilimsel eğitimden uzak, eğitim sistemi yerlerde sürünüyor. Ama en kötü oldukları alanda bile övünmesini biliyorlar.

Hastane sayıları arttı, halk tedavi olamıyor. Üniversite, okul sayıları arttı ama halk çocukları okuyamıyor. Konutlar çoğaldı ama halk barınacak konut bulamıyor. Üretim arttı, marketler gıda ürünleriyle dolu, ama halk satın alamıyor. Yollar çift şeritli, raylı sistem, hava yolu arttı, ama halk ulaşım, iletişim olanağına erişemiyor. Türkiye’nin dönüşümü denilen şey iki yönlüdür. Zenginleşen sınıflar ile yoksullaşan sınıflar. Sosyal yardım almadan yaşayamaz durumda olan milyonlar bir yanda birikmiş, diğer yanda ise kuponları hesaplayan ranttan, sömürüden beslenen sermaye sınıfı zenginler. Bu dünyayı işçi sınıfı değiştirebilir. Yada kölelik devam eder.

Dönüşen Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da işsizler ordusu büyüdü. Bürokratik, askeri ve rantçı faşist devlet diktatörlüğü halkın sırtına yeni vergiler yüklüyor. Devletin gelirleri artıyor, ama yine de harcamaları karşılayamıyor. Köprüler, yollar, millet bahçesi, havaalanları vb. beton ekonomisi işliyor. Kuzey Kürdistan’da ise kalekollar, barajlar, karakollar, yollar, askeri amaçlı harcamalar yapılıyor. “Mega projeler” AKP-RTE’nın dilinden hiç düşmedi, ama mega yoksulluk zirve yaptı. Kuzey Kürdistan’da hayvancılık ve tarım potansiyelini sömürmek amaçlı 1930’lu ve 1950’li yıllarda kurulmuş içki, tütün, merinos dokuma, şeker vb. fabrikalar AKP tarafından kapatıldı. Bu fabrikaların satılması yerine kapatılması ulusal baskının siyasi ve ekonomik temelini oluşturan etkenlerle açıklanabilir. Kuzey Kürdistan’da işsizlik ve yoksulluk Türkiye ortalamasının çok üstündedir. Kürt ulusu köleleştirilmiştir. 

Ekonomik Durum Daha da Kötüleşiyor

R. T. Erdoğan “zor olanı aştık” vb. nutuklar atsa da, kendi yasalarıyla işleyen ekonomik realite başka bir şey söylüyor. 2000 krizi AKP’ye kapıyı aralamıştı, dünyayı etkileyen 2009 krizi, sonra 2018-2020 dönemimde Türkiye ve Kuzey Kürdistan ekonomisindeki durgunluk, kriz ve patlayan enflasyon, kur istikrarsızlığı işçi sınıfının yaşamını perişan eden, alım gücünü düşüren, açlığa iten koşullar ağırlaşarak devam etmektedir. 2021’de 100 TL ile satın alınan gıda ürünleri sepeti 2024’te 900 TL olmuştur. Devam eden ekonomik çöküntü 2002’de açılan AKP’nin kapısını kapatmıştır. Hegemonyası 31 mart yerel seçimlerinde kırıldı. Dahası iktisadi kriz, siyasi krizi besler ve derinleştirir. Kurtarıcı olarak sahneye alınan bakan Mehmet Şimşek’in elinde kapitalist ekonomiyi istikrara kavuşturacak sihirli değnek bulunmuyor. Fıldır fıldır arayıp bulduğu para borçlara yetmiyor.

Ekonomik görünüm nasıl? Finans alanında emperyalist ülkelerin mali fonlarına mutlak bağımlı. Borç para bulunmazsa ne borçlar döndürülebilir ne ekonomik döngü sürdürülebilir.

Yüksek bir borç stoku oluşmuştur. Sürekli biçimde döviz ve borç paraya ihtiyaç duyan ekonomi iç-dış siyasi politik istikrarsızlıkla birleştiğinde tablo ağırlaşmaktadır. Komprador burjuvazinin sınıf egemenliği faşist devlet diktatörlüğü ile korunmaktadır. Türkiye dünyada en yüksek faizle borçlanan ülkeler arasında en baştaki yerini koruyor. Rant, kâr, faizin kaynağı artı-değerdir. Kapitalist artı-değer ise işçinin ödenmeyen emek gücü değerinden elde edilir. Canlı emek sömürüsünün ürünüdür. Dünyanın en yüksek faizi ödenmesine rağmen, bununla birlikte sanayi, ticari sermaye azami kâr elde ediyor. Ranttan beslenenlerin payı olağanüstü büyümeye devam ediyor. O halde Türkiye-Kuzey Kürdistan emek sömürüsünde dünyanın önde gelen sermayenin cennet ülkeleri arasında ilk sıradadır. Ağır ve derin bir emek gücü sömürüsü olmasa Türkiye ekonomisinin rant, faiz, kâr çarkı bu ölçüde azami ve hızlı dönmez. Bu döngünün kaymağını kim yiyor; bankalar, sanayi, ticari sermaye sahipleri, bilumum zenginler. İşçiler ise yoksullaşıyor.

Milliyetçi Sloganlar Emperyalistlere Bağımlılığı Gizleyemiyor

Sanayi üretiminde temel olan makina, teknoloji alanında da emperyalist ülkelere bağımlılık devam ediyor. Buna rağmen milliyetçi sloganlar atılıyor. Sermaye, makineler teknoloji ve teknik ustalıkta, birçok üretim girdisinde dışarıya bağımlı bir kapitalist üretim biçiminden elde teknik olarak aksamların birleştirileceği, montaj yapılacağı fabrikalar, doğanın kirletilmesi, ucuza sömürülecek işçinin çalıştırılması kalıyor. Yani taşeronlaşmış üretim biçimidir. Alman, İtalyan, Japon, ABD, Fransa’nın son model otomobillerinin Türkiye’de üretilmesi montaj ve taşeronculuktan başka bir şey değildir. Türkiye gibi yarı-sömürgelerde üretilmesi tümüyle maliyetin düşüklüğü, azami kârın elde edilmesiyle ilgilidir. Taşeronlaşmış yarı-sömürge kapitalist üretim ekonomisinde azami kârın esası emperyalist merkez ülkelere kayar, kârın bir kısmı aracılık yapan komprador burjuvazi ve komprador bürokrat burjuvaziye kalır. Kâr kitlesi büyüse de, işçi sınıfı ve halk kitleleri yoksullaşır. Ekonomi büyür, ama toplumsal açıdan ezilen ve sömürülen yığınların yaşam seviyesi düşer, suç, çeteleşme, uyuşturucu, fuhuş, ahlaki çürüme artar, eğitim, sağlık, barınma, ulaşım, iletişim gibi toplumsal hizmetler geriler. Tüm bunlar Türkiye’nin can yakan gerçekleridir. Toplumsal olarak sorunlar büyüdükçe çelişkiler şiddetlenir. Demokrasi ile ilgili istekler bastırılır. Devrimci işçi sınıfına, milli hakları için mücadele yürüten Kürt ulusuna, hak iddia eden ve eyleme geçen tüm halk güçlerine karşı devlet şiddeti artar. Türkiye’de olan budur. Yönetenler ise bu faşist sisteme “ileri demokrasi” diyebilmektedir.

Nerede olursa olsun bir devletin siyasi niteliği, politikası sınıf iktidarının dayandığı ekonomik temelden bağımsız düşünülemez. Her politikanın sınıfsal, ekonomik kökeni vardır. 

Forbes’un 2024 milyarder listesinde 27 kişi Türkiye’den yer alıyor. İlk sırada 5 milyar dolar serveti ile dünya sıralamasının 628’inci sırasına yerleşen Murat Ülker var. Dahası Erdoğan’ın damadı Baykar teknoloji patronu Selçuk Bayraktar ve kardeşi Haluk Bayraktar’la 2,3 milyar dolar servet ile listede yer alıyor. Türkiye’de yüzde 20’lik zengin kesim tüm gelirin yüzde 50’sine el koyuyor. Daha ayrıntısına girilirse Türkiye’nin 27 milyarder zenginleri ekonomide en büyük paya sahip. Türkiye ve Kuzey Kürdistan gelir dağılımı eşitsizliğinde Avrupa’da birinci, dünyada 130 ülke içinde ise 28’inci sırada bulunuyor.

Tamda bu nedenle Türkiye’de 5 milyon hane sosyal yardım almadan yaşayamaz durumda. Aile Destek Programı verileri 3-4 milyon hanede derin yoksulluk olduğunu söylüyor. Bu bir kader değil, kapitalist sömürü düzeninin sonucudur. Baskı ve zulümde bunun sonucudur. 

İşçi sınıfının aleyhine, burjuvazinin lehine işleyen ekonomik çarkların sürekliliği için halka karşı devlet şiddetinin sonu gelmiyor. Kürdistan pazarında Türk burjuvazisinin hakimiyeti sonsuza kadar sürsün diye Kürlerin üstüne salınan ordu savaşla kölelik düzenini koruyor. Faşizm gemi azıya almıştır. Ama AKP-MHP faşist bloğu için her şey stabil ve normal. Evet müesses nizam sürüyor. Egemenler için normal olan, işçi sınıfı, tüm halk ve Kürt ulusu için normal olmayandır. Çünkü sönürücü zorbaların normali, sevinci, normal olmayan şartlara itilen ezilen ve sömürülenlerin yası, kederi, üzüntüsü üzerinden yükselir.

Burjuvazinin sözcülerine göre ekonomi büyüyor bu nedenle kriz yoktur. Toplumsal gerçeklik ise aktardığımız gibi başka şeyleri gösteriyor. Kriz yoksa bu açlık, yoksulluk, işsizlik neden? İşçilerin yüzde 70’e yakını neden açlık demek olan asgari ücretle çalışmak zorunda. Grevler neden yasak? Sendikalaşma neden engelleniyor? Taksim 1 Mayıs’ta işçilere neden kapalı? Polis, asker neden işçilerin karşısına dikiliyor. Erdoğan yüksek teknoloji alanına teşvik ve destek için 30 milyar dolar ayırdıklarını açıklarken, işçilerin, tüm halkın sırtına neden yeni vergiler bindiriliyor? Milyonlarca emekçi sosyal yardıma neden muhtaç aç ve sefil? Kadınların üçte ikisi neden çalışma yaşamının dışında, evin dört duvarı arasında kendini tüketiyor. Gençlerin dörtte üçü neden işsiz? Ekmek kuyruğunda beş kuruş ucuza alabilmek için halkın kuyruklarda saatlerce beklemesi neyin göstergesi? Emperyalist-kapitalist neoliberal politikaların yürütücüleri halk gerçekliğini görmediklerinden değil, onu görünmez saymaktadır. Fakat görünmez saydıkları işçi sınıfı, emekçi bütün halk kitleleri birgün dünyayı onların başına yıkacaktır. Bu nedenle biz komünistler sadece olgulardan söz etmekle yetinmiyoruz, değiştirmek için kitleleri birleşmeye ve sınıf mücadelesi yürütmeye çağırıyoruz. Bir tereddüt yok, dünyayı sınıf bilinçli enternasyonel proletarya mutlaka değiştirecek. Bizde kendi evimizden bu devrimci değişime cevap olma mücadelesindeyiz. 

İşçi sınıfı kapitalistler karşısında üretimde ve yaşamda her alanda ezilmektedir. Dünyadaki gerçeklik şunu gösterir; işçi sınıfı ezilmeyeceği bir yaşamı ancak birleşerek kendi öz gücüyle gerçekleştirebilir. Emek gücü kapitalist için satın alınan bir metadır, parasını çıkarana kadar kullanır. İnsanın meta olmaktan çıkmaya ihtiyacı var. Bunu ancak devrimci işçi sınıfı sağlayabilir.

Zenginlik Burjuvazi de, Yoksulluk İşçi Sınıfında Birikiyor

Türkiye’de ekonomik durumu anlamak bakımından yazılarımızda sıklıkla sınıfların durumuna dikkat çekiyoruz. Çünkü toplumsal ürüne el koyan sınıflar ile toplumsal üründen yararlanamayan sınıflar arasındaki bu eşitsiz bölüşüm görülmeden ekonominin durumu anlaşılamaz. Toplum hangi sınıflardan oluşuyor. Demokrasi ve devrim hareketinin baş düşmanı sınıflar hangileridir? En tepede emperyalizmin işbirlikçisi büyük komprador burjuvazi ve komprador bürokrat burjuvazi var. Kır burjuvazisi diyebileceğimiz büyük toprak sahipleri sınıfı ve büyük burjuvazinin ekseninde ve etkisinde orta burjuvazi, her ekonomik kriz ve durgunlukta bir kısmı iflas eden küçük burjuvazi, köylülük, emek-sermaye karşıtlığında çelişmenin devrimci yönünü oluşturan işçi sınıfı ve modern her toplumunda kaderi proletarya ile birleşmiş emekçi köylülük başlıca sınıfları oluşturuyor. Toplumsal ürüne kim el koyuyor? Kim yararlanamıyor çok açık. Emek ürünü zenginlik burjuvazide birikiyor; emekçi köylülüğün kaderinin birleştiği işçi sınıfı ürettiğinden yararlanamıyor. Toplumsal ürün burjuvazide birikiyor. Nüfusa göre sayıları da bir avuç. 

Üç buçuk milyonu aşan işletmelerin yüzde 99’u küçük-orta boy işletmelerden oluşuyor. Önemli bir küçük-burjuva sınıf vardır. Kapitalist ekonominin motoru büyük işletmelerin oranı ise yüzde 1’dir. Fakat ekonomiye bu büyük işletmeler yön vermektedir ve emperyalist tekeller ve mali merkezlerin içteki temsilcileri durumundadırlar.

Toplum esas olarak burjuvazi ile işçi sınıfı olarak iki büyük sınıfa ayrılmıştır. Burjuvazi sömüren, işçi sınıfı ise sömürülen sınıftır. Üretici güç olan işçi sınıfı toplumun en büyük sınıfıdır. Şayet bir kesimi yardımla beslenmezse, sistemin isyanla karşılaşabileceği kadar çok sayıda emekçi yardım almazsa, yaşamsal ihtiyaçlarını karşılayamaz durumda olması bölüşümdeki büyük eşitsizlik sonucudur. Emekçilerin üretim dışına itilmesi, işsizlik kapitalist ekonominin özelliğidir. Fakat öyle artmıştır ki, taşınamaz aşamaya varmıştır.

Emperyalist-kapitalist dünya ekonomisinden bağımsız bir kapitalist ulusal ekonomi yoktur. Tekelci finans-kapitalin iktisadi, siyasi yasaları her yerde geçerlidir. Mustafa Kemal gibi Erdoğan’da bu yasalara bağlıdır. 12 eylül askeri faşist cunta ile uygulanan 24 ocak ekonomik kararları IMF, Dünya Bankası programları olarak değişen koşullarda tüm hükümetler tarafından yürütüldü. AKP devraldığı yönetim anlayışını aldığı büyük seçmen desteği ve birleştiği devlet bürokrasiyle çok daha saldırgan biçimde uygulamaya devam etti. Tarih hükümetler değişir, ama emperyalist sermaye ve içteki uygulayıcıları komprador burjuvazinin azami kâr sağlayan sömürü programı değişmez, uygulanır demektedir. Özal, Demirel, Yılmaz, Çiller, Ecevit, Erdoğan hepsi ama hepsi sermayenin işlerini yürütür. M. Kemal işçilere grev ve sendikal örgütlemeyi yasaklamıştı, 12 eylül darbecileri de aynı şeyi yaptılar. Aynı sınıf anlayışı devam ediyor. Partiler ve hükümetler arasında farklar nüans düzeyindedir o kadar. Buda işçi sınıfı için bir fark yaratmaz. Ne dediklerine değil, ne yaptıklarına bakılmalı. Yoksa “faize karşıyım” deyip duran Erdoğan yönetiminde faizin yüzde 50 olması anlaşılamaz. 

Özeleştirme esasta 1980’lerde başladı. AKP döneminde halen satılanlar olda da tamamlanabildi. Kentleşen Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da biriken emek gücünden sermaye dilediğince yararlandı. Sosyal dönüşümde gerçekleşen yoğun proleterleşme aynı derecede sınıf mücadelesine yansımadı. Buda işçilerin sermaye karşısında edilmesine çok daha büyük alan açtı. İşçilerin sayısı muazzam arttı, ama toplam üretimden aldıkları pay küçülmeye devam ediyor. Üretim kapasitesi, sermaye ölçeği büyürken, işçinin daha fazla pay alması gerekir şeklinde düşünülür ama durum tam tersidir. 2020-2022 arasında işçi sınıfının gayri safi toplam hasıladan aldığı pay yüzde 10 azaldı. Düşüş sürüyor. Bankaların kârları ise görülmemiş seviyede artmaya devam ediyor.

Türkiye’de kadınların işgücüne katılım oranı OECD ortalamasının bir hayli altında yüzde 30 civarında. OECD ortalaması ise yüzde 44.5’tir. İstatistiklere göre, çalışma alanlarında kadınların yüzde 79’u ücretsiz aile işçisi şeklinde bulunmaktadır. Diğer alanlarda en yüksek tarım, ormancılık, bankacılık sektörlerinde yüzde 23 oranında çalışmaktadırlar. Kayıt dışı olarak sömürülen kadın emek gücü yoğundur ve istatistiklerde yer almaz. Ayrıca kadının işgücüne katılımı konusunda Kürt kadınlarının durumu Türkiye ortalamasının çok altındadır. Devlet, gelenek, din, aile, koca, sevgili ve sermayenin baskısı altında olan kadın, erkek cinsine göre çok daha fazla kadın olmaktan kaynaklı ezilmektedir. Acımasızca öldürülmektedir. Sınıf mücadelesinin en kararlı proleter devrimci savaşçılarına dönüşmek için erkeklerden çok daha ağır ezilen kadınların gerekçeleri oldukça fazladır. Kadınlar her yerde mücadele ediyor. Oldukça anlamlı ve önemlidir. Fakat cinsler arası eşitsizlik sorununa sıkışmış burjuva feminist anlayışın aksine kapitalizme karşı dünyayı değiştirme proleter devrimci bakış açısıyla sınıf bilinci silahını kuşanarak sınıf hareketene önderlik edecek, sınıf mücadelesinin dönüştürücü gücü olacak proleter devrimci kadın mücadelesine ihtiyaç vardır. Yaşamın, toplumun yarısını oluşturan mücadeleyle kazanılacak sosyalist geleceğin de olmazda olmaz kuvvetidir. Kadın olmadan devrim olmaz sözü bu gerçekliği ifade eder. 

Sermayenin Koruyucusu Faşist Devlet Diktatörlüğü 

Bunca baskıya rağmen Türkiye’de faşizm var mı yok mu tartışması yürütüp, faşizm tanımı yapmayanlar var. Hitler’in fırınlarını arıyorlar. Cizre bodrumları, Sur, Nusaybin’in uçak ve tanklarla bombalanması çok hafif görülüyor. Kürtlerin kitlesel tutuklanması da. Binlerce politik tutsağa tecrit sistemiyle uygulanan zülüm. Komünist, devrimci faaliyete yönelen devlet şiddeti. Kürt milletvekilleri, belediye eşbaşkanları, siyasi parti çalışanlarının hapishanelere kapatılmaları. DEP’ten Kobani davasına kolonyal siyasi zihniyetle yapılan ezme ve cezalandırma harekâtları. Kayyum atamaları. Meclisin tümüyle boşa çıkarılması. Demokrasiye ait ne varsa yasaklanması, cezalandırılmak istenenlere suç uydurularak cezalandırılmaları ve de sınırsız devlet şiddetinin varlığı, reformistlerimize faşizm görünmüyor. Kıyamet kopsa da onlar “faşizme doğru gidiş”, “otoriterleşme” vb. tanımlamalardan baz geçmiyorlar. Bu kesimlerin Qoçgeri’den Dersim’e 1920, 1937-38 yılları arasında yüzbinlerce Kürdü yok eden dilini, kültürünü yasaklayan ve bir bütün olarak demokrasinin önüne barikat kuran M. Kemal dönemini faşizm görmemeleri tesadüf değil. Oysa faşizm Kemalist diktatörlüğün müesses nizamı AKP tarafından en iyi biçimde uygulanmaktadır. Bu nedenle AKP gibi alnı secdeye değen Kemalistler ile “modern laik” görünümlü Perinçek-Vatan partisi, MHP, Ergenekon kanatlarının kutsal ittifakı sürmektedir. Tarihte örnekler ve mutlak benzerlikler aranması yerine somutta olanlara bakılarak değerlendirmeler yapılmalı.

Açıktan askeri darbe olmadıkça ve parlamento seçimleri yapılmasına bakılarak demokrasiyle yönetilen ülkeler buna göre yapılması, seçimlerle gelmiş veya seçimlere engel olmayan ama askeri darbe rejimini uygulayan faşist diktatörlük biçimlerini açıklamıyor. Denge mekanizması hiç olmamış yada ortadan kaldırılmış yürütme, yargı, yasama, ordu erkleriyle güçbirliği oluşmuş düpedüz faşist nitelikte diktatörlüklere faşizm demek yerine “otoriter”, “otoriterleşme” denilmesi faşizm gerçeğini gizlemeye yaramaktadır. M. Kemal’in tek partili CHP yönetimi sivildi, seçimlerde yapılmaktaydı.

AKP hükümetleri sivil, ama Türkiye siyasi düzeni faşist diktatörlüktür. Ve AKP seçimlere yaslanarak, her türden baskı, savaş, katliam, Kürtlere milli baskı politikasını meşru görmektedir. Meclisin varlığı demokrasinin varlığı biçiminde sunulmaktadır. Arap monarşilerinde İran islam cumhuriyeti diktatörlüğünde de meclis ve seçimler var. Parlamento ve seçimler faşist diktatörlüğü gizleyen sihirli örtülerdir sadece. Öyle olmasaydı AKP ancak askeri darbe yolu ile yapılabilecek ve varsa ihtiyaç duyulan ölçüde islamcı-milliyetçi sivil yönetimle nasıl uygulanabilirdi. Ortadoğu, Afrika, Türkiye örnekleri faşizm tanımlamalarının parlamentonun varlığı ve seçimlerin yapılıyor oluşuna bakılarak yapılamayacağını yeterince göstermektedir.

20’inci yüzyılın siyasi yönden en önemli yönetim biçimlerinden birisi şudur: parlamentonun varlığı ve seçimlerin yapılması yolu ile faşist diktatörlüğün bu örtüyle gizlenerek sistemin demokrasi görünümüne bürünmesidir. Halkın bu yolla aldatılmasıdır. Türkiye cumhuriyeti kurulmadan da seçimler vardı. Ama hiçbir dönem burjuva demokratik ölçülere kavuşmadı. Kemalist faşist diktatörlük devlet sistemi olarak tepeden aşağıya doğru sistemleşti. Sonraki hükümetler tarafından uygulandı. Faşizm Türkiye’de bir parti politikasıyla sınırlı bir rejim olmadı, bilakis emperyalizme bağımlı egemen sınıf sistemidir. Ama partiler faşist devlet diktatörlüğüne temsil ettikleri ideolojik, siyasi renklerini kattılar. Sınıf devleti bu partileri tüketirken, onlar da sınıfsal pozisyonlarıyla devletten yararlandılar. CHP döneminde “laik, aydınlanmacı, modern” seçkinci, Kemalist milliyetçilik, ırkçılık yönün baskın olması AKP döneminde islamcı, muhafazakar milliyetçiliğin, ırkçılığın öne çıkarılması gibi her iki dönemde de esas olan emperyalistlerin, egemen sınıfın çıkarlarını koruyan politikaların mutlak alınmasıdır. Emperyalizmin işbirlikçisi AKP yönetim biçimiyle milliyetçi-islamcı muhafazakar statükoculuğunu ispatlamış faşist bir sermaye partisidir. AKP-MHP, Ergenekon, Perinçekçilerin kutsal ittifakının ideolojik hamuru Kemalist milliyetçiliğin islamiyetle kutsallaştırılmasını sağlayan zemin üzerinde kurulmuştur. Türk milliyetçiliği siyaset, politika, hukuk, din, kültür, sanat, spor vd. her alanda yeniden üretilmektedir. 

Halk Yoksullaşıyor, Yağma, Rant Düzeni Sürüyor

Faşizm katmerleşirken, komprador burjuvazi ile komprador bürokrat burjuvazi, hükümet ve bürokrasi ile iç içe geçmiş blok rantçı ve askeri devlet aracılığıyla halk kitlelerini soymaktadır.

Türkiye gibi faşist devlet diktatörlüğünde ordu-polis, mahkeme, hapishaneye yaslanan sivil hükümetin -AKP yönetimlerinde yeniden ispatlandığı gibi- halka karşı işlediği suçlar, her türden yoksulluk, hortumlama, hazinenin boşaltılması, manipülasyon, mafyatik organizasyonlar ve her yolla servet edinmeleri denetim dışıdır. Yönetici elit bürokrasi ve iç içe geçtiği sermaye ile her türden suç, mafya grupları arasında çıkar ortaklığı kurulmuştur. Rant paylaşımı düzeneği devlet şiddeti ile kolkola gidiyor. Denetim dışı çıkar gruplarına sağlanan cezasızlık zırhı, mafyatik kaynaklar ve rantın paylaşılmasıyla orantılıdır. Bu düzeneğin bozulmaması için dayandıkları baskıcı faşist devlet niteliğinin korunması stratejik amaç halini almıştır. Bu nedenle toplumsal bir istek olarak mücadelesi yürütülen demokrasinin gerçekleşmemesi için tüm güçleriyle karşı durmaktadırlar. Çete başlarının hapishaneden çıktıktan sonra ilkin cımhur ittifakı ortağı ve hükümet bloğundaki MHP’yi ziyaret edip, Bahçeli ile poz vermeleri demokratik bir ülkede rastlanabilecek şeyler değildir. ÖSO çetelerinin Bahçeli ziyareti de buna dahil.

AKP yönetiminde devlet ihalelerindeki vurgunların yasa planlamasını yapan, denetleyen, hesap soran kurum yok. Çünkü ihaleler, yani sermaye bu alanda denetim dışıdır. 2015 sonrasında ise “pazarlık usulü” yani dilediği yandaş sermaye gruplarına ihaleyi vermek şeklinde pastayı nasıl bölüştükleri tümüyle kendi aralarındaki ilişkiye bağlandı. İşçi sınıfı ve bütün emekçi halk kitleleri devlet-sermaye medya tekeli ittifakıyla aldatma politikası başarıyla yürütüldü. AKP ve bürokrasi ile içiçe geçmiş sermaye grupları gayri safi yurtiçi hasılanın yüzde 12’sine denk gelen devlet ihaleleri rantından doya doya yararlandılar. Faşist diktatörlüklerde anayasa ve kanunların pekte önemli olmadığı gerçekliğinde bir kenara atılabileceği, kanuna göre değil siyasi sınıf iktidarı ihtiyacına göre baskı ve şiddet oranını karşılayacak. 

Şekilde yargının siyasi olarak devreye konulması ve siyasi cezalandırmanın aktif bir aracı olması gerektiğini fazlasıyla görmüş durumdayız. İşçilere Taksim’in kapatılması hukuki değil, siyasidir. Kürt milletvekilleri, siyasetçilerinin meclisten alınıp hapishaneye yollanmaları kanuni değil siyasidir. Komünistler, devrimciler ve muhaliflerin “terörist” etiketiyle tutuklanmaları -binlerce siyasi davalarda görüldüğü üzere- siyasidir. Baskı, şiddet ile rant, yağma ekonomisi bağı unutulmamalı.

Bürokratik elitin sermaye sınıfıyla kurulmuş ortaklığı devlet şiddetinin arttırılması ve demokrasinin engellenmesiyle doğrudan bağı var. Ultra yüksek maaşlar, “huzur hakkı” adı altında milyon dolar gelire sahip bürokratlar, ranttan başı dönen suçlular korosunun statükonun korunması adına yapamayacakları şey yoktur. AKP’nin tek başına hükümet olması -M. Kemal’in tek partili CHP dönemi gibi- devlette kadrolaşma ve rant paylaşımı, halkın soyularak burjuvaziye sermaye aktarılmasının alt yapısını sağlamlaştırmıştır. Sermaye, hükümet, bürokrasi ve mafya gruplarının çıkar birliği zemininde yükselen kirlilik, suç, yozlaşma, çeteleşme bu güçleri birbirine muhtaç etse de rant paylaşımı ve sonu gelmeyen rekabet aralarındaki çelişkileri şiddetlendirir, şiddetlendirmiştir. 

Devlet büyük mal ve hizmet alıcısıdır. Pazarda etkin olmak, rekabet gücünü arttırmak, yönetmek ve pastanın büyük parçasını almak için devlete egemen olma meselesinde burjuvazinin rekabeti keskindir. Özelleştirme aynı zamanda devletin çok daha fazla mal ve hizmeti kapitalistler sınıfından satın almasıdır. Araba kiralama, onarım, temizlik, alt yapı, hizmet binaları, güvenlik, sağlık, eğitim vd. neredeyse her alanda yüksek bedellerle kiralama, satın almalar gerçekleşmektedir. Bu nedenle AKP’nin en fazla üzerinde oynayıp durduğu ve yer değiştirdiği devlet ihale kanunudur. Çünkü muazzam bir rant alanıdır. Hesaplamalara göre 2005-2014 yılları arasında AKP-Erdoğan Kamu İhale Kanunu’na tam 300 seksen müdahalede bulunmuştur. Yani ihtiyaca göre değişiklik yapmış, 2015 itibarıyla da “doğrudan temin”, “pazarlık” yöntemine geçmiş, yani istediği şirketten ihalesiz hizmet ve mal alma yöntemine geçilmiştir. Yolsuzluk, kayırmacılık, aile, çevre şirketleriyle pasta bölüşülüyor. Türk burjuvazisi güçsüzdür ve lümpen, çeteleşmiş nitelik onda köklüdür. Ermeni, Rum, Kürtler ve diğer çeşitli milliyetlerin birikimlerine el koyarak palazlanmıştır. Kirlenmiş, eli kanlı bürokrasiyle burjuvazinin yolsuzluklar ve rant ekonomisi çarkını döndürmeleri şaşırtıcı değildir. 

Belediyeler devlet ihale sisteminde toplam ihaleler miktarında yaklaşık dörtte bir oranında önemli yer tutmaktadır. Belediyeler bu yönüyle büyük rant merkezleridir. İstanbul, Ankara başta olmak üzere büyükşehirleri kaybetmesi rant yönetiminde karşı karşıya kaldığı engelin büyük olduğunu gösterir. Ayrıca sadece AKP değil, CHP ve diğer burjuva partilerin belediye yönetimlerinde rant çarkı dönmektedir. Her siyasi güç adına hareket ettikleri burjuvaziyle pastayı paylaşmaktadır. İşçi sınıfı ve tüm halk kitleleri açısından bir fark içermez, nihayetinde vergiler yoluyla soyulan kitlelerin birikimi kapitalist sınıfa, yozlaşmış bürokrasi ve politikacı elitine aktarılmaktadır. 

Tüm bunlarla birlikte Kürtler üzerinde milli baskının savaş biçimiyle sürdürülmesi ve Suriye başta olmak üzere Ortadoğu’da Türkiye’nin yürüttüğü işgal, savaşı açımlamaya çalıştığımız yapıların beslendiği savaş ekonomisi sistemin siyasi karakterlerine doğrudan etki etmektedir. Savaştan beslenen burjuvazi ve çıkar grupları tüm demokratik taleplerin bastırıldığı politikanın gevşetilmeden devamından yanadırlar. Bu konunun başlı başına ele alınması gerektiğini de belirtelim.

Sonuç olarak, kapitalist mevcut düzenin sömürücü siyasi karakteri açıktır. Devrimci işçi sınıfı demokrasi ve özgürlüğü hiçbir burjuva partisinden bekleyemez. Mücadele mevcut şartlarda güçsüz, geri ve dağınıktır, ama yığınların öfkesi büyümekte, mücadele etme isteği güçlenmektedir. İşçi sınıfının kurtuluşu kendi ellerindedir. Tüm mesele değiştirmektedir. Milliyetçiliğe, sosyal şovenizme, gericiliğe, Kürtlere karşı yürütülen savaşa, baskılara, yasaklara, cinsler arası eşitsizliğe, kadın katliamlarına, din ve inanç özgürlüğünü tanımayan politikalara karşı örgütlenmek, sınıf mücadelesinde birleşmek dışında kurtuluş yolu yoktur. Halk kitlelerinden büyük güç yoktur. Örgütlenmiş devrimci halk kitlelerinin değiştirici gücüne inanalım ve onu açığa çıkarmak için var gücümüzle çalışalım…

İşsizlik, Savaş, Açlık Üreten Kapitalizme Karşı Devrimci Sınıf Mücadelesi 
Yorum Yap
Giriş Yap

Devrimci Demokrasi ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin