Ağır hastaların tedavi edilmesi gerekir, hapishanelerde öldürülmesi değil. Hasta tutsaklar serbest bırakılsın istiyoruz. F, D, T tiplerinden sonra Y, S ve Yüksek Güvenlikli Cezaevleri denilen hapishaneler uygulamada tredman, tecrit tipi hapishaneler çeşitlendi, koşullar daha da ağırlaştırıldı. Türkiye’de komprador burjuva hükümetin övünüp durduğu hapishaneler muhaliflerin cezalandırılması, egemen sınıf devletine karşı gelenlerin toplanma kampı, yeri geldiğinde sistemle sorunu olmayan ama aşırılıklara muhalif olanların konulduğu yer, devrimci sınıf hareketi ve ulusal özgürlük hareketinin güçlendiği, halk hareketinin doğduğu koşullarda ise kitlesel tutuklamaların mekanı olduğu kadar, bunlar dışında politik tutsaklara karşı zamana yayılmış sistematik bir öldürme politikasının uygulamada olduğu yerlerdir. Hapishaneler ordu-polis-mahkemeler ile birlikte düşünülmeli, mücadele kuvvetlerine, ezilen sınıflara tehdit ve şiddet içeren duvarlarla örülü, kameralar donatılmış, insana ait ne varsa onu dışlayan bu mekanlar inceden inceye hesaplanmış öğütücü çarklara sahiptir. Konumuz hapishanelerin işlevini uzun uzadıya anlatmak değil, faşist diktatörlüğün devrimcileri öldürme politikasının sonuçlarına işaret etmek. Hasta tutsakların serbest bırakılmaması, göz göre göre öldürülmesi özünde komünist, devrimci hareketlere, Kürt ulusal hareketine, tüm demokratik ilerici güçlere, örgütlü kesimlere yönelik yürütülen imha, ezme, tasfiye etme saldırısının parçasıdır. Ölümü dayatanlara karşı yaşam hakkının savunulması bireysel değil, toplumsal bir mücadele konusudur.
Yasada idam olmadığı için genelde hapishaneler hapis cezalarının infaz edildiği yer olarak düşünülür ve ölüm cezası akla gelmez. Oysa idam cezası yerini fiili ve zamana yayılmış öldürme biçimine bırakmıştır. AKP döneminde Ölüm Orucu direnişlerinde ölümsüzleşen devrimciler dışında -ki buda açık bir öldürme politikasıdır- gardiyanların saldırısı sonucunda ölenler ve yine ağır ölümcül hastalıklar taşıyan, hapishanede yaşamını sürdürmesi olanaksız ve tedavi hakkı engellendiği için ölen/öldürülen hasta tutsaklar, hasta tutuklu ve hükümlülerin sayısı idam edilerek öldürülenlerin sayısından kat be kat fazladır. Görüntüde askeri cunta rejimi yok, ama gerçekte askeri darbe rejimi sivil hükümetle uygulamadadır.
R. T. Erdoğan 2 Temmuz 1993’te Sivas-Madımak’ta aydın, sanatçı, yazarların olduğu 33 insanımızı yakarak katleden Madımak katillerinden ağırlaştırılmış hapisle hükümlü Ahmet Turan Kılıç’ı 31 Ocak 2022’de affettikten sonra, Eylül 2023’te yine Madımak katliamında ağırlaştırılmış hapis cezası olan Hayrettin Gül’ü “sürekli hastalık” gerekçesiyle affetti. Liderleri başta olmak üzere domuz bağı cinayetleriyle ve kontra nitelikleriyle ünlü Hizbullahçılar hapishaneden çıkarıldı. “Dünya lideri” politik hasta tutsakların serbest bırakılması haykırışını duymuyor. 31 Temmuz’da yürürlüğe giren “infaz düzenlemesi” denilen af’la çeteler, uyuşturucu ve kadın satıcıları, tecavüzcü, kadın katilleri, hırsız ve dolandırıcılar serbest bırakıldılar. Sistem tortularını ödüllendirdi. “Yerli ve milli” infaz düzenlemesi AKP-MHP faşist yönetim anlayışını yansıtıyor. Sistemin kiri-pası ve hafriyatı olan her türden suçlulara cezasızlık ödüllendirmesi sağlanırken, komünistlere, devrimcilere yönelik cezaların ağırlaştırılması son sınırına kadar zorlanarak hapiste tutulmaları ve öldürülmeleri şeklindedir. İyiyi aydınlığı temsil edenlerin tutsaklığında artış ve ağırlaştırma ile kötü ve karanlığı temsil edenlerin özgürleşmesi ve kitlelere verecekleri kötülükler konusunda serbestlik aynı anda gerçekleşmektedir. Çete liderleri çıktıktan sonra ilk yaptıkları iş “reis”e destek, “dünya lideri çırağı küçük reis”e teşekkür ziyaretende bulunmak oluyor. Peki hapishanelerde gerçekliğin diğer yanı nasıl?
İHD verilerine göre, sadece 2022 yılında 78 kişi, 2023 yılı ilk beş ayında 15 hasta tutsak hapishanelerde hayatını kaybetti. Hastalar peş peşe ölüyor. Hâla 651’i ağır olmak üzere bin 517 hasta tutuklu ve hükümlü hapishanelerde tutuluyor. Madımak katilleri “hastalık” genelgesiyle bırakılırken, politik hasta tutsakların tedavi hakları engelleniyor ve yaşamını yitiriyorlar. Baskı politikası ölüme yol açan sonuçlar üretiyor.
Daha yeni İHD hasta tutsaklar listesinde ismi olan değerli yoldaşımız Kamil Turanlıoğlu Kandıra F’den sürgün edildikten iki ay sonra maruz kaldığı tecrit, baskılar ve stresin sonucunda sağlık sorunu ağırlaştı. Kollarda uyuşma, sırt ve göğüste ağrılar, çarpıntı ve nefes almakta zorlanma şikayetiyle doktora çıkmasına rağmen, acil sevk yapılması gerekirken hastaneye sevk edilmediği için 20 gün sonra bulunduğu hücrede kalp krizi sonucu yaşamını yitirdi. Hastaneye sevk edilseydi Kamil Turanlıoğlu yaşıyor olacaktı. Kamil, bir bacağı diz altı kesik, vernike korsakof, karaciğer yağlanması ve bir dizi hastalıkları vardı ama kalp hastası değildi. Engelli ve hasta olan tutsağa yapılan sürgün, tecrit, baskı zulmü ve ihmal kalp kriziyle ölümüne yol açtı.
Yine en son Erzincan L Tipi Hapishanesi’nde ağır hasta Kürt yurtsever tutsak Şakir Turan (76 yaşında) yaşamını yitirdi.
Sorun çözülene kadar hasta tutsaklar serbest bırakılsın şiarı daima günceldir! En ağır hasta tutsaklardan biri de Abdullah Kalay’dır. Serbest bırakılması için kampanyalar, basın açıklamaları yapıldı. Basında işlendi, meclis kürsüsünde konuşuldu. Yıllardır hukuksal, tıbbi tüm girişimlerin hiç biri sonuç vermedi. AKP her seferinde kamuoyunda büyüyen haklı talebi “düzenleme yapıyoruz” adı altında aynı yasayı farklı cümlelerle tekrar ederek duyarlı kesimleri “beklenti”ye sürükledi ve manüple etme politikası yürüttü. Elbette haklı isteklerimizde gerekse Abdullah Kalay, gerekse tüm hasta tutsakların serbest bırakılması yönünde mücadelemiz sürecektir. Beklenen sonuçlar alınmadığı için geri çekilme olmamalı, haklı isteklerinizde ısrar etmeye devam edilmeli, güçlerimizi birleştirerek tutsakların yaşam hakkına sahip çıkılmalı.
Abdullah Kalay ağır derece kalp hastasıdır. Kalbin sadece yüzde 25’i çalışmaktadır, (geride yüzde 75’i ise çalışmıyor) kalp yetmezliği var. Kalp pili takılmıştır. Günde 10 adetten fazla ilaç kullanıyor. Yoğun ilaç kullanımı mide ve böbrek, bağırsak sorunlarını ağırlaştırmaktadır. Risk oluşturduğu için kolonoskopi yapılamıyor. Yani kalp dışındaki sağlık sorunları da günden güne ağırlaştı. Ölüm Orucundan kalma vernike korsakof yanında bir dizi hastalıkla boğuşuyor. Hapishanenin elverişsiz şartları hastalıkları ağırlaştırdı. Çamaşır, bulaşık ve diğer gerekli temizliğini yapamaz durumdadır. Bu başkalarının yardımı olmadan kendi başına yaşamını sürdüremeyeceğinin en anlaşılır somut kanıtıdır. Kalp yetmezliği nedeniyle beş dakikalık yürüyüş bile kendisini yormakta, halsiz bırakmaktadır. Yemek yerken bile yorgunluk yaşayan böylesi ağır hastaya Adli Tıp Kurumu “bilim” saptamasıyla hiç utanmadan, hiçbir ahlaki kaygı duymadan “ağır hasta değil” diyebiliyor.
Son olarak Abdullah Kalay İstanbul ATK’na çıkarıldıktan 3,5 ay sonra “kalbi düzensiz çalışıyor, cezaevinde kalabilir” kararı verildi. Karar Ağustos’ta tebliğ edildi. Daha önce de “kalbi çalışıyor cezaevinde kalabilir” demişlerdi. Gazete manşetlerine konu olmuştu. Yani hastalık derecesi ne olursa olsun kalp durana kadar hapishanede tutulacak deniliyor. Kalp durumca amaçları gerçekleşmiş olacak. İnsan kurtaran bilim eliyle işte cinayet böyle işleniyor. Bilimin hangi sınıfın emrinde olduğu önemlidir. Çete ve mafyaların, parayı bastıranın sahte raporlat düzenlettiği İstanbul ATK politik tutsaklar söz konusu olunca “cezaevinde kalabilir” raporları düzenleyerek cinayet işliyor ve AKP-MHP hükümetinin buyruklarını yerine getiriyor. Bilim ile değil, talimatla çalışıyorlar. Öyleki daha önce “cezaevinde yalnız başına kalamaz” raporları veren hastane Adli Tıp kuruluşları durumu daha da ağırlaşan aynı hastalar için tam tersi yönde “cezaevinde kalabilir” raporu vermektedirler. İşte örnek;
Abdullah Kalay’a daha önce dört (4) adet yaşamını tek başına idame edemediği ve ağır hastalık kapsamında değerlendirerek “cezaevinde kalamaz” raporlarını düzenleyen Kocaeli Üniversitesi Hastanesi Adli Tıp Kurulu daha önceki tıp biliminin sonuçlarını bir kenara atmış ve 13.3.2023 tarihli 2023/255 sayılı Adli Kurul Raporunda şöyle denilmiş, “kişinin hastalığının ağır hastalık veya sakatlık kapsam ve derecede olmadığı (…) mevcut durumda cezaevinde kalmasının kesin bir tehlike oluşturmadığı” kararı vermiştir. Bu karara imza atanlar Prof ünvanlı doktorlar, ama Hipokrat yeminine sadakatini kaybetmiş yozlaşmış doktorlardır.
Şimdi bu “bilimsel” kurulların nesine inanılacak?! Demek ki bilim sınıf mücadelesinde egemen burjuvazinin elinde ve hükümetlerin emrinde devrimci kitlelere karşı kullanılan bir silahtır. Ayrıca anlaşılmaktadır ki, hasta tutsaklara rapor verilmemesi yönünde tüm sağlık kurulları talimatlandırılmış. Bu nedenle ATK kurullarında bilim ve mantık aramak boşunadır. Düşünün “ağır hasta değil” dedikleri Abdullah Kalay’a Kocaeli Üniversitesi Hastanesinde kalp pili takıldı. Yıllar içinde sağlık durumu daha da ağırlaşmasına rağmen aynı hastane Adli Tıp Kurulu “ağır hasta değil” diyor. Ne rezillik!
Ayrıca ATK süreçleriyle hasta tutsaklara ayrı bir eziyet çektirilmektedir. Hapishane idareleri sorumluluğu üstünden atmak için hastaları önce hastane kurullarına, sonra İstanbul ATK’na sevk etmektedir. Kurulların “cezaevinde kalamaz” raporu vermeyecekleri biliniyor. Ama hastalarla ilgileniyormuş görüntüsü için işlemler birer kanıt olarak görülüyor. Öldüklerinde “şu kadar sevk, şu kadar muayene, şu yada bu kurulun kararı, ilaçları” vs sayıp döküyor ve “ölüm allahın emri” denilerek işin içinden çıkılıyor. Onlar için önemli olan hastalarla ilgileniyormuş izlenimi için içi boş olsa da kanıtlar göstermektir.
Abdullah Kalay için ATK sürecini hapishane idaresi başlattı. 20 sefer insanın içinde nefes almakta zorlandığı ringlerde -ambulanslarla değil- hastaneye götürülüp getirildi. Raporun çıkması bir yıla yakın sürdü ve sonunda daha önceki dört raporunu bir kenara atarak “ağır hasta değil” denildi. Son sözü söylemek İstanbul ATK’na sevk edildikten 3,5 ay sonra çıkan olumsuz kararla süreç tamamlandı. ATK raporu için hastane sevkleri ağır hastanın durumunu daha da ağırlaştırmaya yeterli sözde raporun çıkma beklentisiyle hastaların katlanmak zorunda kaldıkları bu işlemler birer eziyet ve işkenceye dönüşmüştür.
ATK 5275 sayılı infaz kanununun 16. maddesi kapsamında başvuruları değerlendirir ve başvurucunun sağlık durumunun hapishanede tek başına yaşamasına uygun olup-olmadığını tıbbi olarak tespit eder. Fakat İstanbul ATK bu kapsamın dışına çıkarak yetkisi olmamasına rağmen bir skandala daha imza attı. Denetimli serbestlik hakkını etkileyen yönde yetkisi dışında karar verdi. 103/P 6292 sayılı yasaya göre cezası 3 yılın altına düşen hükümlülerin hastalıklarından dolayı hastane kararlarına dayanılarak infaz hakimliği denetimli serbestlik hükümlerini uygular. Bu maddeye ilişkin ATK’na başvurulmaz başvurulmuş olsa bile yetkisi yok. İnfaz hakimliği kişinin durumunu değerlendirir ve karar verir. Ama İstanbul ATK Abdullah Kalay raporunda bu konuda da karar verdi ve bir skandala daha imza attı. İstanbul ATK bir bilim kurulu değil, yozlaşmış doktorların AKP’nin talimatlarına uygun karar verdikleri ve politik tutsakların hapishanede ölmelerine imza atan bilim maskesi takmış cellatlardan tekabül bir siyasi kuruldur.
Her şey açık ve net. Hasta tutsakların yaşamı onları ölmeye bırakanların insafına bırakılamaz. Hasta tutsakların yaşamı mücadelenin konusudur ve mücadeleyle savunulabilinir. Kendi yasalarını bile çiğneyerek insani bir mesele siyasileştirilmiştir. Bu nedenle de hasta tutsakların ölümü bu kirli faşist politikayı yürütenler açısından “başarı” olarak görülmektedir. Hasta tutsakların serbest bırakılmasını ancak mücadeleyle kazanabiliriz. Genel olarak hapishanelerde ağırlaşan duruma karşı daha aktif, tutarlı bir politik duruş gerektiği gibi hasta tutsakların serbest bırakılması meselesinde de kararlı mücadeleye ihtiyaç vardır. Her zaman belli bir toplumsal duyarlılık mevcuttur, birleşerek, duyarlılıkları büyütülmeli hasta tutsakların yaşamı savunulup serbest bırakılmaları mücadelesine omuz verilmeli ki Abdullah Kalay serbest bırakılsın! Hasta tutsaklar serbest bırakılsın! isteği somut bir gerçeğe dönüşsün.
Yorumlar kapalı.