Göçmen Meselesi ve Fiilî İktidarın Nüfus Üzerinden Yönetme Politikası

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Marksistler göçmenlik yahut sığınmacılık meselesini soyut bir evrensel olarak ele alamaz. Bir Marksist çözümleme yaparken elbette göçmenliği yaratan koşullara dair düşünür, göçmenlik olgusunun mümkünlük koşulları üzerine kafa yorar ve bunun mevcut ulus-devlet politikalarından kapitalizmin sermayenin serbest dolaşımına koşut emeğin serbest dolaşımı politikasından (kaldı ki bu da sermaye açısından bir politik düzenektir emeğin serbest dolaşımı sermayenin serbest dolaşımının koşulu içinden mümkündür) ayrı olmadığı göz önünde bulundurarak konuşur. Diğer yandan göçmenlik yani zorla göç ettirilme, göç etmek zorunda kalma ve gönüllülük temelinde göç etme olgusunun maddi zemini üzerine düşünmek, göçmenleri siyasal tercihlerinden bağımsız soyut bireyler olarak edinmeyi de gerektirmez. Dahası göçmen meselesi genel bir kapitalizm karşıtlığı içinden değil o kapitalizmin belirli bir ülkeye özgülenişi o ülkedeki mevcut siyasi iktidarın konumu ezcümle siyasi iktidarın güç ilişkileri uyarınca mevcut sistem içindeki özgün yeri saptanarak tartışılır. Bu anlamıyla bizler göçmenlik yahut sığınmacılık meselesini kapitalist dünya sistemi içinde özgül olarak da Saray rejiminin savaş politikaları içinden tartışmakla mükellefiz.

Yönetmek biyopolitik yönetimsellik çağında bedenleri ve nüfusu da yönetmektir. Fiili iktidarlar göçmen meselesini üzerinden aynı zamanda ülkelerindeki siyasi demografiyi oluşturmakta, nüfusa yönelik bir dağılım ve dizilim yaparak olası bir politik muhalefeti de kontrol altında tutmaktadırlar. Türkiye’deki fiili rejim, gelen her göçmen başına “geçici koruma statü”sü hamiliğine soyunarak para almak bir yana göçmenlerin kimlerden oluşacağını seçen, onları istediği bölgelere yerleştiren, onların ücretli emeğini gaspeden ve onların göç etme hakkını durduran bir rejimdir. Daha öncesinde tıpkı Yunanistan’ın tampon bölge seçilmesi gibi Türkiye’deki fiili rejim de göçmen sorununda bir ara bölgedir. (İstenilen bu topraklara girebilir fakat isteyen bu topraklardan çıkamaz.) Ek olarak Türkiye’de sadece savaştan kaçan sığınmacı statüsündeki göçmenler yoktur bizatihi bir iç savaşın aktörü olmaya hazır ve siyasi iktidarı destekleyen hayli geniş, azımsanamayacak sayıda bir göçmen kitlesi de mevcuttur. Bunları yok sayarak konuşamayız, konuşmamalıyız (Elbette bu durumu hesaba katmak bir ulusa mensup sığınmacıları hakim ulus devlet söylemi içinden ve ilerlemeci mantıkla total olarak “geri”ci gibi görmemize, onları böyle nitelememize imkan tanımamalıdır.) Bir faşistin ülkemizden gitsin, gitmeli dediği göçmenle bizlerin belirli göçmenlere yönelik temkinli ya da eleştirel tavrımız göçmen karşıtlığı altında eşitlenemeyeceği gibi bir insan hakları retoriğiyle konuşan sivil toplumcunun göçmenleri bir vicdan nesnesi kılarak evrenselleştiren yaklaşımı da bizlerin göçmen meselesine yaklaşımımız ile aynılaştırılamaz. Bir Marksistin ödevi göçmenleri yahut sığınmacıları göç ettikleri ülke içinde örgütlemektir. (Yalnız bir noktayı kayıt düşmek şartıyla: Marksistler politik hasımlarını ‘seçerken’ onları göçmen ve göçmen olmayan diye okumaz. Bir göçmen de siyasal konumu uyarınca rahatlıkla düşmanımız olabilir. Fakat göçmen olduğu için düşmanımız değildir siyaseten karşımızda durduğu için düşmanımızdır) Gelgelim bu da somut durum uyarınca güçler dengesi içinden hayata geçirilebilir.

Burada göçmenlere yönelik ulusal, şovenist bir histeriye mahal vermeden fakat özgül durumu yok saymadan siyasi iktidarın göçmen politikasını sorunsallaştırmalı, teşhir etmeli karşımıza almalıyız. Farkında olmadan genel bir göçmenlik savunusu yapanlar Arap-alevi nüfusun yaşadığı bir bölgeye siyasal islamcıların sığınmacı statüsünde yerleştirilmesini ihtimali üzerine düşünmelidir. Ya da kürt coğrafyasına toplu bir göçün ne anlama geleceği üzerine. Yani tartışma her özgül durumda ve yerel iktidarı okuyan bir yerden yeniden ve yeniden ele alınmak zorundadır. (Ki zaten bizler göçmen yahut sığınmacılık meselesini soyut bir evrensel olarak değil Türkiye ve mevcut AKP iktidarı altında yani özgüllüğü içinden konuşuyoruz.) Marksistler göçmenleri folklorik bir öteki olarak okuyamayacağı gibi ücretleri düşürüyorlar, ucuz emek gücünün nedeni gibi bir yerden sınıf ırkçılığı içinden de okuyamazlar. Hele de yaşam tarzımızı bozuyorlar gibi bir yerden asla. Marksistler mevcut rejimle ülkeye kabul edilen göçmenler arasındaki kurumsallaşmış toplumsal ilişkilere odaklanırlar. Bu kâh devlet aygıtını kâh siyasal rejimi bu kurumsallaşmış ilişkiler içinden okumak düşünmek ve teşhir etmek demektir.

Elbette tartışmanın bir başka temel boyutu yukarıda değindiğimiz iktisadi-politik boyuttur. “Nüfus devletlerin kuvvet dinamiğinde temel bir öğedir çünkü aynı devlette işgücü içerisinde en yüksek rekabeti sağlar, bu da elbette düşük maaş demektir.” [1] Bugünün yeni liberalizmdeki neo-faşist rejimler sadece ülke içinden dış göçü engelleyen ve ülke dışına çıkan göçmenlerini geri çağıran bir devlet değildir artık. Kimlerin (o ülkenin yurttaşı ya da değil) göçmen olarak alınacağını ve kimlerin dışarıya gönderileceği (o ülkenin yurttaşı ya da değil) karar veren yönetmeyi bir yönetimsellik mantığına geçiren devlettir. Bizler elbette burada göçmenlere ücretlerin düşmesinin nedeni olarak da kültürel uyum, uyumsuzluk gibi alt-politik bir yerden bakamayız. Ülkedeki göçmenler bizim alışkanlıklarımızla, yaşam tarzımızla uyuşmuyor yaklaşımının varacağı modernist okuma son raddede burjuva siyaseti içinden konuşmaktır. Fakat göçmenlerin siyasal tercihlerine ve siyasi iktidarla ilişkilerine her daim bakmak durumundayız.

İktidarın sadece tebaa üzerinde uygulandığı monarşinizm temel teziydi [2] ve bu tezi geride bırakalı çok oluyor. Bugün neoliberal iktidar çok daha katmanlı çalışıyor bir taraftan her canlıya sermaye ve yönetilebilir bir güç olarak bakıyor bir yandan siyasal olarak ‘yönlendireceği’ bir güç olarak. Yani genel bir nüfus yönetimi politikası uyguluyor. Foucault’nun vaktiyle söylediği gibi: Devlet(ler) nüfusu ve siyasal tutumları yönetir. “Yönetmek, başkalarının davranışlarının (conduct) nasıl yönlendirileceği sorusunu sormak anlamına gelir.” Keza sermaye ve emeğin ikili dalgalanması kapitalist değerlemenin elastikiyetine göre yönetilir.

Bu gibi gerçeklikler bir yana bizler göçmen meselesini ne evrenselleştiririz ne devlet aklı ilkesine yöneten bir siyasi iktidara rasyonel çağrılar yaparız ne de onun politikaları gözetmeden göçmenlik meselesini tartışırız. Başka diğer meselelerde de olduğu gibi bu meselede de siyasal iktidarın niteliğini ve politikalarını çözümleyerek onun karşısında siyasal konum almamız gerektiğini biliriz.

Tikelden tümele gidecek olursak; İnsanlara kelle başı akçe olarak bakan saray rejiminin göçmen politikasını eleştirmek ve sığınmacı meselesinde durduğu yeri saptamak onun hem kapitalist dünya sistemi içindeki yeri üzerinden düşünmek, hem günümüz kapitalizminin yönetme rasyonalitesini anlamak hem de sığınmacı ya da göçmen sorununu ulus-devletlerin tarihsel sınırlarını aşındıran bir güç olarak devrimci bir yerden edinmek anlamına gelecektir.

[1] Güvenlik, Toprak, Nüfus, Michel Foucault s. 63

[2] Özne ve İktidar, (İktidarın Halkaları), Michel Foucault

Kaynak:https://komunizminguncelligi.wordpress.com

Yorumlar kapalı.