Komünist hareketin ısrarı, bilimsel çıkışı ve bulunduğu mevzileri koruma anlayışı üzerine!
Yoldaşlar, dostlar; hareketimizin gerçek sahibi kitlelerimiz, tutsak yoldaşlarımız, ölümsüzlerimizin yakınları ve dışımızda kalan dost siyaset ve onun devrimci potansiyel yaratan kitleleri bu yazımız sizlere doğrudan seslenmeyi amaçlamaktadır.
Bu eleştiri yazımız Halkın Günlüğü gazetesinden alınan ve Gazete Patika isimli dost gördüğümüz siyasi kuvvetin sitesinde yayınlanan ‘’Yeni bir kültür, yeni bir yaşam yaratmanın temel şartı hedefe kilitlenmektir’’ isimli yazıya dönüktür.
Eleştiri hakkını kendimizde görmemizin başlıca nedeni, belirli bir dönem Kaypakkaya geleneğinin çeperinde, içerisinde veyahut yanında yöresinde bulunan şimdi ise adice galiz küfürler savurarak Kaypakkaya yoldaşa ve onun yüzlerce ölümsüz yoldaşına, Kaypakkaya geleneğine ve Komünist hareketimize saldıran leş yiyici kesim ve tiplerle, ismimizin, fikirsel birlikteliğimizin kısacası kolektifimizin, neredeyse on yıla yaklaşan kararlılığımızın ve son olarak bilimsel yönelimimizin aynı yazı içerisinde yer almasından kaynaklanmıştır.
Bilinmeli ki o şahsiyetler komünist hafızamızda hesap sorma bilincimizin bize yüklediği misyonla yer edinmiştir. Ve bahsi geçen yazıda bizce problemli gördüğümüz bir diğer husus bir baba figürü üzerinden çeşitli yönelimlerimiz olumlu gösterilirken, yoldaş olduğumuz dönem bu arkadaşlara yönelttiğimiz eleştirilerimiz ve kendi örgütledikleri darbeci-tasfiyeci ayrılık sonrası yaptığımız tespitlerimiz ise kısacası dezenformasyon ve çeşitli manipülasyon taktikleriyle hatalı ve bilimsel olmamakla itham edilmiştir. Bu en basitiyle büyük ekim devrimi öncesi Rus romanlarında görülecek cinsten baba figürü -bahsi geçen yazının ruh hali- yoldaş olduğumuz döneme ilişkin kısmi yetersizliklerini örtmek için hem kızan hem seven tarzda yaklaşımlar sergilemiş birlik meselesine dair ise gayr-i ciddi yaklaşmıştır. Komünistler elbette birlik meselesine sırt dönmez kendilerine yakın gördüğü grupları, kişileri, siyasetleri birlik eleştiri daha yukarı birlik esasına dayalı olarak örgütlemeye çalışırlar. Bu tarihimizin bize öğrettiği en büyük derslerden bir tanesidir. Meseleye yaklaşımımız bu temeldedir.
Bahsi geçen yazıdan aktaracak olursak ‘’… Ancak o günden bugüne geçen yaklaşık on yıllık zaman diliminde herhangi bir örgütsel varlık gösteremeyen bu arkadaşlar, 3. Kongremizin aldığı kararları Komünist önder Kaypakkaya’nın ortaya koyduğu bilimsel çizgiden olumsuz manada bir kopuş olarak değerlendirmişlerdi. Ancak daha sonraları bu arkadaşlar vazgeçilmez buldukları sosyo-ekonomik yapı değerlendirmesini ve sosyo-ekonomik yapı üzerinden yükselen diğer bazı konularda değişikliğe gitmeyi kendileri de gerekli görmüşler ve böylelikle Komünistleri revizyonizme düşmekle eleştirdikleri konularda kendileri de değişmeye mecbur kalmıştır. Bu önemli bir husustur. Bu nokta işlenmesi gereken iyi bir ders konusu olsa da bunu bu makalede tartışmayacağız fakat şu kısa vurguyu yapmakta fayda var. Gerçeklere sırtını dönenlerin zaman akışı içinde bu gerçeklere teslim olmak zorunda kaldıklarının harika bir örneğidir’’
Bu arkadaşlar hareketimizden ayrıldıktan sonra hareketimizde sosyo-ekonomik yapı tahlilinin doğru değerlendirildiğini, ancak sosyo-ekonomik yapı tahlilinin istatistiklerin dünyası olmadığını bilmeyecek kadar cahil olmayan yoldaşlarımız, komünistçe, devrimci bir tutumla, iç demokrasiyi işleterek diğer yoldaşlarını sürece katan bir anlayışıyla sebatla ilerleyerek bilimsel atılımlarını yapmışlardır. Lenin’i, Marks’ı, Engels’i okuyanlar bu bilimsel komünist yoldaşlarımızın sosyo-ekonomik yapı tahlillerini tek başına istatistiklere dayandırmadıklarını üretim ilişkilerine bağlı değişim ve kırılmalar yaşayan çeşitli toplumların çeşitli örgütlülüklerinin yönelimlerine bakarak ne derece tutarlı sosyo-ekonomik yapı tahlilleri yaptıklarını bilirler. Yerimiz dar zamanımız kısıtlı ve lise talebesi olmadığımız için burada alıntılar dünyasına dalmayacağız.
Eklektik bir programla Bilimsel Komünist atılım yaptıklarını ileri sürenler Emperyalist Kapitalist dünyanın tekelci aşamasıyla üretimin planlı aşamaya geçtiğini, rekabetin hafiflediğini ileri sürmüşlerdi. Oysa dünya tarihi ve emperyalist genişleme; buhran ve çeşitli devlet kapitalisti ülkelerin birikim modellerinin emperyalist tekelci tek kutuplu dünyanın kalbine bıçak sapladığı şu günlerde bu tespitlerinin ne kadar hatalı olduğunu dünyada yaşanan gelişmeler kanıtladı. Kaldı ki üretim anarşisine dayalı rekabet dünyasının tüm toplumlar için baş belası bir süreç olan pandemide işçileri nasıl ölümle burun buruna çalışmaya ittiği ortamda, üretim anarşisinin ne kadar kalıcı olduğu anlaşıldı. Yine bu arkadaşlar kapitalistlerin planlı üretimle planlı meta stokları yarattıklarını söylüyordu oysa dünyanın nasıl bir meta çöplüğü ve buna bağlı sermaye birikimine hapsedildiği ortada. Peş peşe yaşanan krizler, tedarik sorunu, enerji kaynakları üzerine yaşanan çatışmalar yine bu arkadaşları haksız çıkardı.
Bu arkadaşlar yine ezen ulus burjuvazisi ile ezilen ulus burjuvazisinin çıkar çatışmasının geride kaldığını ileri sürüyorlardı. (Elbette dönem dönem ezel ulus ve ezilen ulus burjuvazisi uzlaşabilir )Türkiye Kuzey/Kürdistan’da ve Katolonya ve İspanyada yaşananlar yine bu arkadaşların yanıldığını ortaya koymadı mı?
SHS teriminin mantığını yine pek çok şeyi çorba yaparak açıklayan bu pek değerli ve muteber eski yoldaşlarımız; SHS terimini ise, mücadeleye tek bir alan özgülünde bakan siyasal mücadeleyi pek de önemsemeyen belli bir kitleyi tatmin ve kazanmanın yolu olarak kurguladığına dair düşüncelerimiz aradan geçen zaman diliminde bizleri ne yazık ki doğrulamıştır. Keşke kendilerinin dediği gibi olsaydı. Devrimci mücadeleye büyük bir ortam açsaydı da bizler de oradan öğrendiğimiz şeyleri bu eski yoldaşlarımızın payını vererek hayata uygulasaydık.
Gelelim Proletarya diktatörlüğü deyimi yerine Emekçiler devletini ileri sürenlere. Eski yoldaşlar kaçırdığınız bir nokta var ki Proletarya diktatörlüğü Marks’tan Lenin’e en iyi şekilde geliştirilmiş teorilerden biridir, onun ispatlandığı çeşitli tarihsel kesitler ve sosyal pratikler vardır. Lenin’e sorulan ‘’Peki sizin programınızın gerçek Komünist program olduğunu ne kanıtlayacak’’ Lenin’in verdiği ‘’Kitleler programımızı kabul edip bu program ölçüsünde devrime katılırlarsa bu en büyük kanıt olacaktır’’ cevapla kristalize olmuş bir Komünist programın olmazsa olmazıdır.
Gelelim örgütsel varlığımızın olup olmadığına. Bizlerin bu konuda kitlelerimiz ve halk kitleleri dışında kimseye borcumuz olmadığı gibi bu değerli eski yoldaşlarımıza hiçbir borcumuz yok. Biz meseleyi yetmişli yılların küçük burjuva siyasetlerinin rüşt ıspatlamacı tarzıyla okumuyoruz. Biz Mao yoldaşın dediği gibi ‘’Bütün çalışmaların can damarı politik çalışmadır’’ düsturuyla hareket ediyoruz. Biz yine sizin gibi parlayan her kitle hareketini ileri görmediğimiz için bugünün dünyasında yatay halk hareketlerinin kesişimsellik uğruna taşıdığı hatta pek çok burjuva anlayış ve reformist oportünist tarza batmadığımız için sizler tarafından bir siyasi varlık olarak görülmüyor olabiliriz. Bizler tarafından sizlere bakılınca ‘’Kitlelere ulaşmanın yeni yol ve yöntemlerini yarattık’ dediğiniz yerde ciddi bir kitle kuyrukçuluğuna battığınızı gözlemliyoruz. Ekonomizm ve reformizmle dahi tanımlayamayacağımız tarzın kimi zaman içinizde hortladığını gözlemledik. Ticaret mi siyaset mi sorusunu kendinize sormanızı dostça ve devrimci bir içtenlikle iletiyoruz.
arkadaşlar en son saflarınızdan kopan siyasetle kimlik politikacılığına batmıştınız ki kesişimsel kimlik politikasının bugün ülkemizde görünen aynası aktivist sol tayfanın bu imtiyazlar dünyasından ve imtiyazlar topluluğundan yani burjuva hiyerarşik dünyadan imtiyazını ve alacağını alıp toplumsal mücadele hattında kenara çekildiği gerçeğini çok kere gözlemledik. Anladığımız kadarıyla sizlerde imtiyazlar dünyasından alacağını alıp kenara çekilmek isteyenlerdensiniz.
Gelelim en basitinden kitle kuyrukçusu olmanız meselesine; içinizden kopan siyasetle kimlik politikacılığının dip yaptığı noktadaydınız. Çeşitli geri kitlelerin Komünist nohut, Komünist Fasulye, Komünist Belediye propagandalarına dahi iki kelam ettiğinizi görmedik ama içinizdeki geri kalmış iki üç devrimci genç insanı ikna etmek için bizim bilimsel atılımımızı gösterip “işte bakın yoldaşlar biz yapmasak bu arkadaşlar yapamayacaktı” böbürlenmesini yaşamak maksadındasınız anlaşılan. Bu yöntemler, siyasal ve örgütsel olarak beceriksizlik, veya kendi kimi açıklarını kapatmak için başvurulan klasikleşmiş yöntemlerdir. Yürütememe hallerinin çaresiz salvolu vuruşlarıdır bu halsizlikleriniz. Hepimiz işin aslının ne olduğunu gayet iyi bilmekteyiz.
Pek değerli eski yoldaşlar, dostlar size karşı hep samimi, iyi niyetli, devrimci bir çaba ile davrandık bugüne kadar. Hareketinizin kimi üyeleri kimi arkadaşlarımıza garip, tuhaf davranışlar sergilerken kötü ve olumsuz düşünmemeye çabaladık. Yoldaşlarımızın bazıları hakkında çevre ilişkilerinizin yarattığı devrimci mücadelede gedikler açacak dedikoduları dahi dert etmeden kendi imkanlarımızla araştırarak ortaya çıkabilecek olumsuz sonuçları önledik. Ama bir nokta var ki ölçü aşılmamalı, akılla dalga geçilmemeli ve karşımızdaki/karşınızdaki insanlar çocuk olarak görülmemeli.
Peki biz bütün bu sıraladığımız eleştirileri arkadaşlara yöneltmedik mi? Elbette yönelttik. Ya okunmamış olunmalı ya da bilerek üzerinden atlanılarak mesele sadece sosyo-ekonomik yapı tahliline indirgeniyor. Dünkü çocuk değiliz. Geçmiş yoldaşlık hukukumuz, kötü niyetli okuma yapmamızı engelleyen en önemli etmenlerden biridir. Bunun ne kadar değerli olduğu aradan geçen on yıla rağmen anlaşılmamış umarız bundan sonra anlaşılır.
Bilindiği gibi hareketimiz 2012 yılına beklenilenin, ödenen bedellerin, kitlelerimizin yüklendiği müthiş birikimlerin ve yarattıkları muazzam potansiyelin aksine büyük bir yıkımın eşiğinde girmiş, hareketimiz yola; kadroları olmak üzere sayısız kitlesini mücadeleden düşüşlerini izleyerek devam etmek zorunda kalmıştı. Üstelik hareketimizdeki kırılma kendisini 40. yılında pek çok tartışma ve ayrılık süreçlerini hafızasına kaydederek göstermiştir. Bu süreçte 3.Kongreciler olarak örgütlenen Avrupa hizbinin payı kaçınılmazdır. Hareketimizin merkezi kadrolarına, çeşitli alanlara bağlı çalışmalarına burjuvazinin hempaları ve paralı, özel güçleri tarafından vurulan darbelerin sorgulaması yapılmadan, düşmanın hareket tarzı, düşünce yapısına ilişkin analiz ve veriler harekete sunulmadan adeta “herkes başının çaresine baksın” dercesine ve yangından mal kaçırırcasına, suçlu psikolojisine sahip çocuk yıkıcılığıyla yüklü, dediğim dedik çaldığım düdük tarzıyla, saflarında büyük bir yıkımı örgütlemiş ve hareketimizden ayrılıklarını resmi olarak ifade etmeseler dahi sonraki süreçte gördüğümüz üzere aklen, fikren, ruhen ve manevi anlamda terk ettiklerini sosyal pratikleriyle ifade etmişlerdir. Ayrılığa karşı ideolojik politik olarak örgütlenmiş, yapıyı korumaya çalışan, bu anlamda mevzi savaşçısı, ısrarlı ve kararlı yılmaz yoldaşlarımızın eleştiri ve köşe yazılarına ambargo uygulayan, onlara karşı dezenformasyon ve karalama pratikleri örgütleyen kimi kesimlerle ve isimlerle yan yana gelmekten çekinmeyen anlayış elbette ‘gelişimin’ yani çürümenin önünde engel gördüğü devrimci kadroların bilimsel çıkışının ardında yatan ısrar, kararlı tutum, mevzi koruma anlayışını anlamayacaktır.
Bahsi geçen yazıdan devam edeceksek ‘’…yakın tarhimizde komünist öncü bu gibi zorlukların en katmerlisini yaşamıştı. Komünist öncü en kıymetli kadrolarının önemli bir bölümünü yanlış hareket nedeniyle kaybetmişti. Bu kayıp sadece sayısal kayıptan ibaret değildi. Yitirdiği kadrolarla birlikte uzun yıllar içinde biriktirdiği tecrübe ve deneyimler de önemli ölçüde kaybedilmişti.’’
Eğer kastedilen yoldaşlar mücadeleden düşen ileri yoldaşlar ise -ki biz öyle anlıyoruz- 40. yılımızda hareketimizin en ileri unsuzlarının geriye düşmesinde bu ortamı bulanıklaştıran, siyasi ambargo uygulayan anlayış mesul değil midir? Bütün bu olup bitenlerin ardından hiçbir şey olmamış gibi devam eden, hareketine kapsamlı analiz ve var olan verilerin incelenmesini sunmayan anlayış bugün kalkıp her şey çok iyiymiş gibi davranıp bütün olup bitenlerden kendisini sıyırabilir mi? Asla sıyıramaz. Bütün bu hakaretlerin, engelleme çabalarının, sansürün, yok sayma kültürünün altında yatan neden Marksizm’e ‘Marksist’ olarak saldıran oportünizmden başka bir şey değildir. Bizler cephesinden umarız meselenin sosyo-ekonomik yapı meselesine indirgenemeyeceği, komünist çizginin kitlelerle, kitlelerin devrimci önderlikle buluşması meselesi olduğu anlaşılmıştır. Ki oportünizm bunu gayet iyi anladığı için komünistlere her türlü yöntemle saldırı girişimine sarılıyor olmalı.
Yorumlar kapalı.