1. Haberler
  2. FİLİSTİN
  3. Filistin Direnişine Omuz Verelim

Filistin Direnişine Omuz Verelim

featured
service

İçinde bulunduğumuz dönem Büyük Ekim Devrimi ile kapısı açılan Emperyalizm ve Proleter Devrimler çağıdır. Bu çağda proleter devrimin iki ana nitelikte kolu vardır; birincisi kapitalist ülkelerde proletarya önderliğinde gerçekleşecek olan Sosyalist devrimler; ikincisi ise, emperyalizmin yarı-sömürgesi feodal, yarı-feodal ülkelerde proletarya önderliğinde halkın gerçekleştirdiği Yeni Demokratik Devrim’dir. Bu iki ana proleter devrimin yanı sıra, eski çağdan günümüze taşınan Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı gasp edilerek, emperyalizmin ve bölgesel çok uluslu gerici devletlerin sömürgesi ve ilhakı altında işgal edilen ulusaların, devrimci ulusal kurtuluş mücadeleleri söz konusudur. Devrimci ulusal kurtuluş savaşları, çağımızın haklı savaşlarından biri olmakla birlikte, burjuvazi önderliğinde olması itibarıyla proleter devrimlerin ana bileşeni değil, ona kuvvet veren yedek güçleri arasında değerlendirilmekteyiz. Bu niteliği sebebiyle devrimci ulusal hareketler emperyalizm ve dünya gerici devletleri tarafından hedef halindedir.

Bugün ülkemiz ve dünya proleter devrim mücadelesi hiç olmadığı kadar gerilemiş ve zayıflamıştır. Buna karşın sınıflar arası eşitsizlik mevcudiyetini koruduğu sürece, proleter devrim mücadelesi sürmeye ve kendisini tekrar güçlü bir şekilde doğuracağı şüphesizdir. Somut koşullarda yaşanan zayıflık, ABD-AB ile Rusya-Çin emperyalist kliklerin arasında rekabetin derinleştiği süreçte, kapitalist sistemin elini güçlendiren nitelik taşımaktadır. Bu gerçeklikle birlikte çeşitli coğrafyalarda boyunduruk altında tutulan ezilen ulusların, emperyalist rekabetin derinleşmesine paralel mücadelelerindeki görünürlüğü artmaktadır. Bu mücadele emperyalist sistemi zayıflatma özelliğine sahiptir. Çünkü ulusal sorun sadece çok uluslu devletlerin sorunu olmaktan çıkarak, emperyalist sistemin bir sorunu haline gelmiştir. Buda, emperyalistlerin, dünyanın her hangi bir toprak parçasında büyüyüp gelişen ulusal mücadeleyi, zaman yitirmeden müdahale ederek kontrol altına alma istemini doğuruyor.

Varolan devletlerin günümüze taşınan sınırları 1. Emperyalist paylaşım savaşından sonra belirlenmiştir. Geçen yüzyıllık zaman içerisinde de sınırlar, çeşitli bölgelerde; Ortadoğu, Doğu Avrupa, Afrika, Güney Asya’daki emperyalist müdahalelerle günümüze son halini taşıyan ulusal çitler, daha fazla sürdürülebilir olmaktan uzaktır. Bunu içinde yer aldığımız ve yakından takip ederek destek verdiğimiz Ortadoğu’da Filistinli Arapların Siyonist İsrail devletine karşı ulusal mücadelesinden ve Kürt ulusunun dört parçada yürütmekte olduğu devrimci ulusal mücadeleden görmekteyiz.

Ortadoğu’da yaşanan ulusal eşitsizlik sorunu, Filistinli ulusal hareketlerin 7 Ekim 2023 tarihinde başlattığı “Aksa Tufanı” harekâtı ile bir kez daha dünya halklarının ilgisini bölgeye yoğunlaştırmıştır. 1. emperyalist dünya savaşı sonrası parça parça çeşitli ülkelerden Filistin’e göç eden Yahudiler, 1948 yılında kuruluşunu ilan ettikleri İsrail devletiyle kalıcı olduklarını gösterdiler. Kazanılan bu statüko bir başka ulusun, Filistin Arap ulusunun kendi kaderini tayin hakkı gasp edilerek ve toprağının ilhak edilmesi pahasına gerçekleşmiştir. Bunun sonucunda İsrail devleti ve ona tam destek sunan ABD ve Avrupa’nın NATO’ya dahil devletlerine karşı, günümüze kadar süren Filistin ulusal kuruluş mücadelesi gerçekleşmiştir. 1970’li yıllara kadar çeşitli boyutlarıyla bölgedeki Arap devletlerinin destek olduğu Filistin mücadelesi, bugün ise sessizlik ve görmezden gelmeyle karşı karşıyadır. Bu Arap devletlerinin İsrail ile kurdukları siyasi, ekonomik ve askeri ilişkiler Filistin sorunundan daha değerli bir noktaya gelmiştir. Örneğin, ABD’nin öncülük ettiği bölgenin önde gelen Arap devletleriyle (Birleşik Arap Emirlikleri-Bahreyn) İsrail arasında gerçekleşen İbrahim Antlaşması (13 Ağustos 2020) ve sonrası ilişkilerde ilerleme dikkat çekicidir. Bu ilişkilerdeki ilerlemenin yansıması olarak, Aksa Tufanı harekâtı sonrası İsrail’in topyekün Gazze’ye başlattığı saldırılarda katledilen binlerce Filistinliye rağmen, etkili bir müdahale gerçekleşmemiş ve görmezden gelme hakim olmuştur. Diğer tarafta Türk devleti gibi iki yüzlü, Filistin sorununu ülke içindeki gerici siyasal çıkarlarına alet eden devletlerde vardır. Türk devleti bu konuda önemli bir örnektir. Bir yanda İsrail ile askeri ve ekonomik ilişkiler sürerken, diğer yandan Türk devletinin sözcüleri timsah gözyaşları dökmektedir. Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkını katliamlarla, baskı ve asimilasyon politikalarıyla gasp ederken, diğer yandan Filistinli Arap ulusunun demokratik ulusal haklarını savunduğunu ilan edebiliyor. Bu iki sorun birbiriyle aynı nitelikte olması nedeniyle, ulusal haklarının tanınacağı özde yaklaşım gerektirir. Ancak Türk devleti Filistinli Araplar için savunduğunu iddia ettiği bu hakları ilhak ettiği Kürdistan’da geçerli görmemektedir. Bu iki yüzlü yaklaşımın Filistin sorununa da çıkarcı yaklaştığını gösterir; Türk devleti İsrail devletinin Filistin halkına yağdırdığı bomba ve kurşunların yazımında da kullanılan çelik dahil üzere, ihtiyaç duyduğu çeliğin yüzde 65’inin tedarikçisidir. İskenderun limanından kalkan gemiler İsrail’le kurulan ilişkinin, Filistin ulusal direnişin akıbetinden çok daha önemli olduğunu gözler önüne serer. Önemli bir diğer konu ise, ülkemiz halkının Filistin’de yaşanan zulme dair ortaya koyduğu tavırla AKP siyasetini bir bütün göstermedir. AKP’nin bu çıkarcı anlayışı ile halk kitlelerinin Filistin tavrı birbirine karıştırılmamalıdır. 

Uluslararası ve bölgesel gerici güçlerin Filistin sorununa çıkarcı yaklaşımına karşın, dünya halkları üzerindeki tüm baskıya, manipülasyona, karalamalara kapılmayarak, Filistin halkının direnişinin yanında olmayı sürdürmüş, sürdürmektedir. Bu karalamaların başında da HAMAS’ı IŞID ile aynı nitelikte gösterme çabası başta geliyor. 7 Ekim harekâtının önde gelen görünür gücü olan HAMAS’ın dinci ideolojik şekillenmesi, ulusal mücadelesinin önüne geçirilerek zayıflatma çabasına taviz verilmemelidir. Bu direniş HAMAS’tan ibaret olmadığı gibi, onun varlığıyla da haklı ulusal mücadelelerin meşruluk içeriği zedelenemez. FHKC gibi devrimci ulusal hareketlerle birlikte HAMAS’ın vermiş olduğu mücadelenin gerekçeleri arasında farklılıklar olmakla birlikte, buna esas rengini veren ulusal hak eşitliği talebidir. Bunun yanı sıra dini inanç, dilin kullanımı hakkı, eşit yurttaşlık hakkı vs. diye soralanabilecek herhangi bir talebi de daha fazla öne çıkarabilir. Bu durum ulusal mücadelelerini gölgelemez. Lenin yoldaşın da ifade ettiği gibi; “Emperyalist baskı koşullarında ulusal hareketlerin devrimci karakteri, harekette mutlak proleter öğelerin yer alması gerektiğini hareketin devrimci yada cumhuriyetçi bir programa, demokratik bir temele sahip olması gerektiğini ön şart koymaz.” (Lenin, Ulusal Sorun Sömürge Sorunu, 6. Defter Sayfa: 12) Ulusal mücadele açısından dikkate alınması gereken, somut şartlarda emperyalist güçleri zayıflatıyor mu? Yine onun ve işbirlikçi bölgesel güçlerin Filistin ulusu üzerindeki sömürgesi, baskısı ve asimilasyoncu faaliyetlerinin altını boşaltıyor mu? Bu sorular çerçevesinde bakıldığında, Filistin ulusal direnişi siyonist İsrail devletine karşı verdiği mücadeleyle dolaylı olarak ABD emperyalizminin Ortadoğu’da çıkarlarına zarar vermektedir. Siyonizmin ilk ortaya çıktığı yıllarda her ne kadar Yahudi devleti amacı ortaya atılsa da, 1890’larda Avrupa’da yükselen sınıf mücadelesine de bir engel olarak düşünülmüştür. Buna göre, “Siyonizmin babası Theodor Herzl’de Filistinin sömürgeleştirilmesinin Avrupa’nın yoksul Yahudileri arasında devrimci hareketlerin yükselişi sorununa bir son verebileceğini düşünüyordu.” (Büyük Sınıf Savaşı-1914, 1918- Jacques Pauwels, Sayfa-66, Yordam Kitap) Siyonizmin bu niteliği bugün için de geçerliliğini koruyor. Filistin direnişinin Siyonizmi zayıflatacağı ve bununla birlikte sınıf mücadelesini güçlendireceği olasılığı da gözardı edilemez. Ancak emperyalizmin İsrail devletine tam destek olması mücadeleyi zayıflatan önemli bir sorundur. 7 Ekim sonrası ABD emperyalizmi ve AB’nin önde gelen devletileri Almanya, Fransa ve İtalya ile İngiltere’nin koşulsuz İsrail devletinin yanında saf tuttuğunu görmek mümkündür. Emperyalist Rusya’nın Ukrayna işgali sonrası, işgali protesto ettikleri iddiasıyla Rusya’ya yönelik ekonomik, siyasi, sosyal, kültürel, askeri vs. alanlarda yaptırımlarla topyekün tavır geliştiren ABD ve AB devletleri, söz konusu İsrail’in Filistin’i işgali olduğunda tavrını tam tersi yönde, işgalci gücün yanında göstermiştir. Ayrıca bu ülkelerde sporcudan sanatçıya, parlamenteristten emekçi halka kadar Filistin’e verilen destek baskı gerekçesi yapılmıştır. 

Tüm bu uygulamalar ABD ve AB devletlerinin doğu tavır aldıklarını değil, İsrail’in Ortadoğu’daki misyonunun ABD ve AB emperyalistlerinin çıkarlarından bağımsız ele alınamayacağını gösterir. İsrail devletinin kurulduğu günden bugüne, ona her türlü desteği esirgemeyen ve gerektiğinde askeri gücünü onunla birlikte bölgesel saldırılar karşısında savaştıran bu güçler katledilen Filistin halkından sorumludur. Aralarındaki derin ilişkiyi İsrailli bir siyasetçi olan Yohanah Ramati şöyle diyordu, “İsrail, bir tür parya devletidir. İnsanlar bizden bir şey istediklerinde, onlara ideolojik sorular sorma lüksümüz yok. Destekleyemeyeceğimiz tek bir ideoloji var, o da Amerikan karşıtlığı. ABD’nin yardım etmekten çekineceği bir devleti desteklersek, farkına varmadan kendimize zarar vermiş oluruz.” Çok açık bir şekilde ifade edildiği üzere İsrail ve ABD arasındaki derin bağ, ikisini birlikte karşısına almayan mücadelenin yeterince gelişmesini engelleyebilir. Ortadoğu ve Afrika topraklarında sınırları emperyalistlerce çizilen 23 Arap devleti vardır. Bu devletlerin pek çoğunda ABD/AB askeri üssü mevcuttur. Hali hazırda da sürmekte olan ve ABD ile İngiliz emperyalizmi öncülüğünde gerici askeri birlik tarafından bombalanan Yemen gibi ülkelerde ise, emperyalist boyunduruğa karşı direniş söz konusudur. ABD üslerinin bu derece yayılmış olmasına rağmen, kendisinin bir eyaleti gibi İsrail’ide bölgede jandarması gibi kullandığı, İran ve Suriye’de aralıklarla yapılan saldırılarda görülüyor. Tüm bu gerçekler ABD ve İsrail arasındaki derin bağdan dolayı, İsrail’e verilecek her türlü zararın ABD’de yankılanacağını göstermektedir. 

Ortadoğu’da Derinleşen Emperyalistler Arası Çelişkiler ve Filistin Direnişine Etkileri

Ortadoğu’da sadece ABD-AB emperyalistleri yoğunlaşmış değil. Rusya’nın Suriye’de başlayan askeri üsleriyle yerleşimi, adım adım bu yönde ilişkileri özel askeri kurumlarıyla birlikte daha da genişlemeyi hedeflemektedir. Ayrıca “Aksa Tufanı” harekâtı sonrası İsrail’in Gazze’ye hedef tanımaksızın saldırıları üzerine, Çin’in bölgeye askeri gemilerini sevk etmesi de emperyalist çıkarların göstergesidir. Çin ve Rusya’nın bölgeye ilgisi insani değil, tamamen emperyalistler arası rekabet gereği ekonomiktir. Bu yoğunlaşma ve rekabetin esas nedeni de Ortadoğu’nun petrol rezervidir. Özellikle Çin’in gelişen ekonomisi petrol ihracını da artırmıştır. Örneğin İran’a ABD-AB yaptırımları nedeniyle alımı vazgeçilen petrolün yüzde 90’ını Çin satın almıştır. Bu şekilde İran ile ilişkilerini Çin geliştirse de bu petrol yıllık toplam ihtiyacının yüzde 10’udur. Avrupa’nın yanında Çin’in petrol ihtiyacının lafı bile edilmeyecek boyuttadır. Bu petrol ihtiyacı, Ortadoğu’daki muazzam rezerv nedeniyle emperyalistleri bölge üzerinde rekabete taşıyor. Buna son olarak Doğu Akdeniz’de olduğu söylenen doğalgaz rezervleri de eklenmiştir. Çinin bölgeye ekonomik ilgisini sayısal verilerle de açıklamak mümkündür. Özelde petrol ticareti üzerinden kurulan Çin’in Ortadoğu üzerinden 400 milyar dolarlık ticaret hacmi söz konusudur. Ayrıca Çin, İsrailin en büyük 2. ticaret ortağı konumundadır. Önemli bir diğer durum ise, İsrail ve Filistinin ticari güzergah üzerinde bulunmasıdır. 

Çin’in daha önce açıkladığı ve çalışmalarını yürüttüğü “Kuşak Yol Projesi”ne karşılık, Hindistan’daki G-20 zirvesinde (9-10 Eylül 2023) açıklanan ve ABD’nin destek verdiği “Hindistan-Ortadoğu-Avrupa Ekonomi Koridoru” projeleri bölge üzerindeki rekabete yeni bir boyut kazandırıyor. Nitekim Çin ticaret yolu projesi kapsamında İsrail’in Hayfa limanını satın almak istemiş ancak bu istek gerçekleşmemiştir. Çin bu istemini gerçekleştirme adına İsrail ile de ilişkilerini geliştirmiş ve 2008-2022 arasında 900 milyon dolarlık yatırım yapmış, Filistin’e de aynı zaman içinde 11 milyon dolar yardım yapmıştır. Çin İsrail’e şirin gözükebilmek, ilişkilerini geliştirmek için çabalarken, Suudi Arabistan’dan da geçecek olan “Hindistan-Ortadoğu-Avrupa Ekonomi Koridoru” projesine İsrail aktif şekilde dahil olmuştur. İsrail, Çin-Rusya emperyalistlerinin tamda karşısında olan emperyalist kliğin içindedir. Ancak buna rağmen Çin, İsrail’in bölge üzerindeki etkisi ve öneminden vazgeçme niyeti taşımıyor. Amaçları bir yandan ABD’nin ilişkilerini sınırlarken, diğer yanda ekonomik ilişkilerini sürdürmektir. Bu durumda bölgede ABD/AB ile Çin-Rusya arasında Ortadoğu üzerindeki hakimiyet savaşını ısıtmaktadır. Ayrıca Çin-Rusya emperyalist bloğu rekabet içinde oldukları alanlarda -Ukrayna gibi- İsrail vd. bölgenin gerici güçlerinin, ABD/AB ile kurdukları ilişkilerine rağmen görünüşte de olsa tarafsız kalmasını amaçlamaktadır. Sonuç olarak İsrail ticari geçiş koridorunda önemli bir durak ve bölgenin güvendiği uluslararası bir sorundur. Emperyalist güçlerin tamamını ilgilendiren İsrail’in Gazze’ye ve Lübnan’a saldırmasındaki pervasızlık da emperyalistlerin istemine de uygun olarak tam güvenlik sağlamaya yöneliktir. Gerici güçler İsrail’in saldırılarının ardından amaçlarından biri de Gazze’nin eski statüsünde bulunmamasıdır. Tüm bu belirtilenler üzerinden bölge üzerinde yaşanan rekabet sadece İsrail ile Filistin burjuvalarını değil, emperyalistleri de pazar rekabetinin içine çekmektedir. 

“Aksa Tufanı” harekâtı sonrası İsrail’in başlattığı saldırılarda 11 ay geride kaldı. Geçen süre içinde yaklaşık 46 Filistinli katledildi. İsrail devleti  7 Ekim öncesinde de bu katliam saldırılarını gerçekleştiriyordu. Öldüremediği Filistinlileri ise tutsak ediyordu. 7 Ekim öncesi, 2023 yılı 2005 yılından bu yana, bir yıl dahi dolmadan katledilen 203 Filistinli nedeniyle en fazla ölümün yaşandığı yıl olmuştur. İsrail devleti bu katliamlarıyla ve anayasanın yetkilerini kitlesel protestolara rağmen sınırlama çalışmasıyla, Filistinin ilhak edilmedik topraklarına yönelik saldırı hazırlığı içinde olduğunu gösteriyordu. Bu durum hükümete gelen saldırgan faşist temsilcileriyle daha fazla hissedilir boyuttaydı. Ayrıca “Aksa Tufanı” harekâtı gerekçeleri arasında da yer alan tutsakların durumu da ciddi anlamda sıkıntılar doğurmaktaydı. Keyfi tutuklamalar söz konusuyken, bu duruma şimdi “Aksa Tufanı” ardından yaşanan tutuklamalar eklenmiştir. Filistin halkı, ülkemizde devrimci, yurtsever ve her kesimden muhaliflere yönelik devletin tutumuna benzer şekilde; resmi bir “suçlama” olmaksızın, gizli kanıtlara dayanarak süresiz olarak gözaltına almayı sağlayan “Yasadışı Savaşçı Kanunu” kapsamında binleri bulan tutuklamalar yaşamıştır. “Aksa Tufanı” sonrasını dahil etmediğimiz takdirde İsrail hapishanelerinde 5200 olan Filistinli tutsak, 7 Ekim sonrası bu sayının çok üzerine çıkmıştır.

Anlaşılacağı üzere siyonist İsrail güçleri öldürmek ve tutsak etmekten başka bir amaç tanımıyor. Bu amaçla da sivil militarist güçlerin silahlanması önündeki engeller daha da gevşetilmiştir. İsrail devletinde yaşayan Yahudi halkın ağır askeri yükümlülükleri nedeniyle savaş ve militarizme yabancı değildir. Kadın ve erkeklerin uzun süreli zorunlu yükümlülüğünün yanı sıra, belirli sürelerle kısa zamanlı silah altına alınmaları nedeniyle militarizm halkın üzerinde hakimdir. Bu durumun yanı sıra Filistinin bilinen işgal alanları dışında, sivil Yahudi yerleşimcilerle gerçekleşen-bunun sayısı 150 bin kadardır- işgalcilere her türlü silah desteği sağlanmış durumdadır. Filistin halkıyla iç içe olan bu yaşam alanlarında yaşanabilecek her türlü Filistinli katliamından İsrail devleti sorumludur. 2. Emperyalist paylaşım savaşında katledilen, soykırıma uğrayan Avrupa’lı Yahudiler, faşist Nazi güçleri tarafından “alt insan” insan olmayan, insandan aşağı olan nitelemesine maruz kalmış ve katledilmelerine zemin hazırlanmıştır. Bugün Filistin halkının katledilmesini meşru gören ve bunu avazı çıktığınca ilan eden İsrail savunma bakanı da faşist Nazi zihniyetiyle Siyonizmin aynı olduğunu, Filistin halkını “hayvan insan” nitelemesinde bulunarak göstermiştir. 

İsrail son 15 yıl içerisinde Gazze topraklarına 7 Ekim sonrası saldırısını da dahil ettiğimizde 4. büyük çaplı askeri saldırısını gerçekleştirmiştir. Daha önce 2008, 2014 ve 2021’de karadan askeri operasyonlar yaparak katliamlar gerçekleştirmiştir. İsrail 2014 yılındaki operasyonda kullandığı “Çim Biçme Taktiği” ifadesi bu saldırıların bir yönüyle amacını açıklamaktadır. Ayrıca bu saldırıların belirli sürelerle yapılmasını meşru ve gerekli göstermektedir. Gazze’de yaşayan Filistinlilerin ortalama yaşı, dünya ortalaması olan 30’un çok altında 19,6’dır. Bu durum Gazze’nin genç ve dinamik bir nüfus barındırdığını gösteriyor. Ancak bu bölgede nüfus artış oranı dünya artış oranının üzerinde yüzde 2’dir. Anlaşılacağı üzere Filistin ulusal bilinci edinmiş önemli bir dinamik güç bu bölgede yaşamakta ve küçük bir bölgede artan bir nüfus söz konusudur. İsrail bu durumu kendi çıkarları için tehdit olarak görmekteydi. Bu nedenle her defasında “Çim Biçme Taktiği” adını verdiği saldırılarıyla, bu nüfusu kendisine uygun seviyelere çekerek, dinamik ulusal bilinç sahibi nüfusu eritmektedir. Bunu hem katlederek, hem de uzun yılları bulan ağır tutsaklık şartlarıyla sağlamaktadır. Siyonist İsrail devleti de bilmektedir ki, çözülemeyen bir Filistin Ulusal Sorunu oldukça, ulusal kurtuluş mücadelesi de varlığını sürdürecektir. İsrail yenilgiye uğratamadığı direnişi her defasında gerçekleştirdiği toplu katliam ve tutuklamalarla zayıflatarak, daha fazla sömürü ve işgalini yaymak için zaman kazanıyor. Yıllardır gerçekleşen “barış” ve “ateşkesler” bu mantığın ürünüdür.

1800’lerde Çarlık Rusya’nın gerici ordusunda görev alan M. D Skobelev isimli generalin katıldığı savaş, işgal ve yapmalardan deneyimleyerek itiraf ettiği, “Asya’da kural şudur: Yapılacak barışın süresi, karşındaki halktan ne kadar öldürdüğüne bağlıdır. Başlarını ne kadar ezersen, o kadar uzun süre seslerini çıkaramadan dururlar.” (Dünya Savaşı Tarihi- Sayfa, 536- İş Bankası Yayınları) anlayışının yüzyıllardır gerici ordular tarafından sürdürüldüğünü, bugün de siyonist İsrail ordusunun Filistin halkı üzerinde gerçekleştirdiği askeri operasyonlarında görüyoruz. Geride bıraktığımız tarihsel süreçte gerçekleşen katliamlar, pogromlar ve soykırımların gerçekleştirilmesinin altındaki önemli bir nedenle; ezilenlerin haklılığının her defasında tekrar tekrar onları bilinçlendirerek, ezenlere karşı mücadeleye çağıracağıdır. Bu nedenle yıllardır kapitalist hakimiyeti altındaki dünyada yaşanan savaşlar, işgaller, çatışmalar sonrası gerçekleşen “barışlar”, ezenlerin kendilerine karşı gelişecek direniş harekâtını makul seviyeye çektiklerinin yansımasıdır. Ezilenler ile ezenler arasında kurulan diplomasi masası, ezilenlerin her zaman taviz vermesiyle sonuçlanır. 

Bugün İsrail’in Gazze’de karadan, havadan ve denizden yürütülen askeri saldırı ve işgaliyle “Çim Biçme Taktiği” adını verdikleri katliamlarla nüfusun genç ve dinamik gücünü yok etmektir. Gerçekleştirdikleri bu katliamları arkasına aldığı ABD ve AB emperyalistlerinin koşulsuz desteği ve onların uşağı bölgenin gerici devletlerinin sessizliğinin ve iki yüzlülüğünün verdiği güvenle yürütmektedir. Filistin halkının direnişini desteklemek, katliamları durdurmak dünya halklarının omuzlarındadır. Lenin yoldaşın ortaya koyduğu proleter sınıf perspektifi “ezilen bir ulusun her burjuva milliyetçiliğinin genel demokratik, zulme karşı yönelen bir içeriği vardır ve biz bu içeriği kayıtsız koşulsuz destekleriz.” rehberimiz olmalıdır. Elbette mücadeleyi zafere taşıyacak esas güç Filistinli Arap ulusunun İsrail siyonizmine karşı mücadelesidir. Bunun yanı sıra ülkemiz ve dünya halklarının Filistin ulusal mücadelesinin yanında olduğunu gösteren eylemlilik içerisinde olması vazgeçilmez görevdir. Dünyayı sarsan 1968 devrimci kabarışın ateşleyicilerinden biri olan Vietnam ulusal direnişi anti-emperyalist bilincin yükselmesine nasıl katkı verdiyse, bugün Filistin ulusal direnişi de anti-emperyalist ve anti-siyonist mücadeleyi büyütmede dayanaklarımızdan biri olmalıdır. 

Filistin Direnişine Omuz Verelim
Yorum Yap
Giriş Yap

Devrimci Demokrasi ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin