Güya “küresel dünya” çelişkisiz bir ekonomik bütünlük oluşturuyordu. Emperyalist dünya sisteminin çelişkileri miadını doldurmuştu. Emperyalistler arası çelişki, emperyalizm ile yarı-sömürge ülkeler ile ezilen halklar arası çelişki küresel emperyalizm aşamasında anlamını yitirmişti. “Çokuluslu tekeller”in ekonomik ilişkileri öylesine iç içe geçmişti ki birbirlerinin çıkarlarını gözetmek zorundaydılar. Ve dünyada paylaşım artık eskisi gibi savaş yoluyla değil, barış içinde ve serbest rekabetin kurallarına göre olacaktı! Dünyaya “huzur, refah barış…” gelecekti!
Emperyalist burjuvazinin küreselleşme teorisi temelinde yürüttüğü bu ideolojik saldırıların ezilen dünya halkları üzerinde etki etmedi diyemeyeceğiz. Keza dünya devrimci hareketi üzerinde de bu ideolojik saldırılar etkili oldu. Günümüzde anti-emperyalizm ve proletaryanın sınıf iktidarı uğruna mücadelesi zayıfladıysa kuşkusuz burjuvazinin ideolojik saldırılarının politik etkilerinden dolayıdır.
Küreselleşme teorisi temelindeki savunular bugün açısından pratik olarak anlamını yitirse de, oportünizmin yıllarca savunduğu yanlışları ve halkı aldatan tutumlarını tekrar tekrar vurgulamak gerekmektedir. Proletaryanın sınıf iktidarı uğruna mücadelesini zayıflatan ideolojik savrulmaları, bugün dünya çapında yaşanılan gelişmelerden ayrı tutarsak kavrayışımız zayıf olur.
Emperyalist devletlerin ezilen ülkeri işgalleri ve yönetimlerini askeri darbe yoluyla değiştirmeleri yeni değildir. 2000’lerden sonra Afganistan ve Irak işgali, Yemen’de, Suriye’de vd. ülkelerde çıkarılan savaşlar, Kırım’ın ilhakı ve son Ukrayna’yı işgal var.
Emperyalizm paylaşım amacıyla dünyanın dört bir yanında haksız savaşlara neden olmaktadır. Rusya’nın Ukrayna’yı 24 Şubatta işgali sonlanmayan ve sonlanmayacak tekelci rekabet ve egemenlik mücadelesinin son halkasıdır. Emperyalist burjuvazinin savaş çığırtkanlığı, yarı-sömürge ülkeleri işgal ve bu ülkeleri yardım adı altında silahlandırarak kendine yedekleme siyaseti dönem açısından daha bir açıktan yapılmaktadır. Keza emperyalist devletler sömürü alanlarını genişletmek için “demokrasi götürme, terörizmle mücadele vb.” argümanlarla halkı aldatmaya çalışıyorlardı. Görülüyor ki şimdi artık buna da ihtiyaç duymuyor!
Rus emperyalizminin Ukrayna’yı işgali haksız savaşların yönünü şimdilik Ortadoğu’dan Avrupa’ya kaydırdı. Sadece Avrupa kıyılarına kaydırılan bir savaş olması itibarıyla değil, emperyalistler arası çelişkinin yoğunlaşması ve şiddetlenmesi boyutuyla da önemli bir gelişmedir. Bu, bir süreçtir. Emperyalist dünya savaşı, emperyalizm yer yüzünden silinmediği sürece bir olgu olarak varlığını devam ettirecektir. Emperyalist devletler tüm hızıyla dünya çapında savaş hazırlıkları yapıyor, yeni yeni ittifaklar oluşturmaya çalışıyorlar. Ukrayna’yı işgal tüm bunları daha bir görünüyor kıldı.
Rusya’nın işgali milyonlarca insanı yerinden yurdundan etti. Katledilen binlerce insan, harabeye dönen şehir ve kasabalar savaşın acımasız yüzünü bir kez daha gösterdi. Rusya’nın İsveç ve Finlandiya gibi NATO’ya üye olacağını belirten (ki üyelik için başvurdular) ülkelere yönelik tehditleri var. Keza NATO üyesi Doğu Avrupa ve Baltık ülkelerine yönelik işgal girişimleri “zor” görünse de savaşın nereye sıçrayacağı belli değil. Moldova’da bu açıdan düşünüldüğünde diken üstündedir.
ABD-İngiltere ilişkisi NATO güçleri arasında daha bir öne çıkmaktadır. NATO’nun genişlemek ve Rusya’yı çevreleme hamleleri yeni değildir. Rusya’nın hakimiyet ve sömürü alanını daraltmak için Baltık ve Doğu Avrupa ülkelerinde askeri yığınak yapması, Karadeniz’den Gürcistan’a ve en son Kazakistan’da emekçilerin haklı mücadelesini kullanmaya çalışmasıyla dünden bu güne Rusya’yı çevrelemeye çalıştığı bilinmektedir. Ukrayna’yı yardım adı altında silahlandırarak Rusya’yı durdurma, savaşı zamana yayarak oyalama, yıpratma ve zayıflatarak güçten düşürmek NATO’nun hedefleri arasındadır. Rus işgali ile başlayan sürecin durmak bir yana genişleyerek yayılma durumu vardır. İlk zamanlar Ukrayna’yı silahlandırmada çok istekli davranmayan Almanya, Rus gazı ve petrolüne olan ihtiyaç ve Avrupa’ya savaşın olumsuz etkilerinden dolayı daha temkinliydi. Ancak sürecin durmak bir yana genişleyerek yayılacağı ihtimalli ağır bastığı için acil silah “yardımı” yaptı. Böylece Almanya gelişmelerin gerisinde kalmamak ve AB ülkeleri üzerindeki etkisini yitirmemek için sürece daha bir aktif katılacağını ilan etmiş oldu.
Elbette emperyalistler arası çelişkilerin şiddetlenmesi olgusu sadece Rusya’nın işgali ve Avrupa kıyılarına vuran savaşla sınırlı değil. Emperyalist Çin’in sömürü alanını genişletmesi, Rus-Çin bloğunu zayıflatmak ve dağıtmak amacıyla ABD öncülüğünde NATO’nun siyasi-askeri hesapları savaşın yönünü kısa yada orta vadede Pasifik’ede kaydırabilir. ABD Tayvan üzerinden Çin’i yokluyor. İngiltere ile birlikte Çin’e karşı Avustralya ve Japonya’yla çeşitli askeri-siyasi ilişkiler geliştirmek istediği biliniyor.
ABD öncülüğündeki emperyalist blok (tam bir bütünlük olmasa da) Çin-Rus bloğunu zayıflatarak egemenlik alanlarını sınırlandırmak, mümkünse yok etmek istemektedir. Önce Rusya’yı yalnızlaştırmak ve ardından da Çin’i kıskaca almaya çalışacaktır. Çin-Rus emperyalist bloğunun (özellikle Çin’in) ekonomik sömürü ağının genişlemesi ve askeri-siyasi etki alanının buna bağlı olarak büyümesi ABD’yi daha da saldırganlaştıracaktır. NATO şemsiyesi altında genişleme çabası boşuna değildir. Çin ile Rusya’yı durdurma amacı taşımaktadır. Dolayısıyla durdurulmak istenen bu iki emperyalist devlet gerektiğinde işgale başvuruyor, başvuracakta. Emperyalistler arası çelişkinin yoğunlaşması ve şiddetlenmesi temel olgusu üzerinden haksız savaşlar çıkıyor ve ezilen ülkelerin işgali pratik politik bir olgu olarak bu çelişki üzerinden şekillenmektedir.
Ezilen dünya halkları o veya bu gerici devletin siyasetine göre konumlanmak zorunda değildir. Emperyalizmin ve gerici uşak devletlerin siyasetine karşı işçi sınıfının sınanmış bayrağı altında kendi kaderini eline alma alternatif siyaseti vardır. İşçi sınıfının dünya çapındaki politik etki gücü günümüzde zayıf olabilir. Ancak bu durumun tersine çevrilme objektif koşulları vardır. Keza emek sermaye çelişkisi ve bunun sınıfsal ifadesi olan burjuvazi ile proletarya arasındaki çelişki, temel çelişkidir. Bu gerçeği karartmaya ve yok saymaya çalışmak yersizdir. Yanı sıra dünyadaki baş çelişki, emperyalizm ile ezilen dünya halkları ve ezilen uluslar arasındaki çelişkinin şiddetlenmesi olgusu var. İşçi sınıfı Maoist partiler aracılığıyla örgütlenmesini geliştirdiği ve sağlamlaştırdığı, burjuvaziye amansız darbeler vurduğu ölçüde gelişmenin yönü devrime doğru kayacaktır.
Dünya devrim tarihi iki emperyalist savaş gördü. Birincisinde, işçi sınıfı uluslararası alanda önderlerinin esasının ihanetiyle karşılaştı. Sosyal şovenizmin etkisi altında ezilen dünya halkları adeta yalnızlaştı, burjuvazinin insafına terk edildiler. Ezilenler bir birine kırdırıldı. Lenin’in önderliğindeki Marksist çizgi bağımsız siyasi çizgisi ile iktidar uğruna mücadele perspektifiyle ayakları üzerine dikildi. Ve nihayetinde Ekim devrimiyle taçlandı. Dolayısıyla bugünde, ideolojik politik savrulmalara karşın proletarya devrimci çizgisiyle doğru yolda sebatle ilerleyecektir. İkinci emperyalist paylaşım savaşında da işçi sınıfının proleter devleti Sovyetler faşizme karşı mücadelede önderlik etti. Naziler inlerine kadar kovalanarak faşizm yenilgiye uğratıldı. Ezilen halklar proletaryanın önderliğinde kendi kaderlerini ellerine alarak savaştı. Birçok ülkede bağımsızlığına kavuştu.
Sosyalist ülkelerdeki geriye dönüşler sonrası güç kaybeden proletarya, bugün önderlik etmede objektif olarak yetersiz kalmaktadır. Geriye dönüşler sonrası emperyalizmin askeri-siyasi saldırılarının yanı sıra ideolojik saldırılarda yoğunlaştı. Küreselleşmeci burjuva teorisinin etkisinde kalan kesimler emperyalizme yeni bir nitelik biçerek Lenin’in emperyalizm değerlendirmesini rafa kaldırıp küresel emperyalizm teorisine sarıldılar. Bu teoriye göre genel olarak; “ulusal” tekeller “çok uluslu” tekellere dönüşerek ekonomik ilişkileri öylesine iç içe geçmiş ve bütünleşmiştir ki, Lenin’in tespitleriyle hareket edilemezdi artık. Tekellerin rekabeti yerine serbest rekabet konuluyor, emperyalistler arası çelişki yumuşatılarak (esasta yok sayılarak) savaş olasılığa indirgeniyor ve sönürüde barışçıl yollarla olmaktadır deniliyordu. Ancak gelişmeler bunun tam aksi yönde olmaktadır.
Emperyalist tekeller, ekonomik ilişki boyutuyla ne kadar işbirliği için de olurlarsa olsunlar, çıkarları uyuşmadığında yeniden ayrışabilirler. Böylece “bir birlerini gözetme” durumları kendiliğinden ortadan kalkıyor. Son yıllarda ve özellikle Ukrayna işgali sonrası bu daha net görülüyor. Bütünleşmiş ve çıkar birliği içinde gibi gözüken ilişkiler çözülebiliyor. Bir Amerikan tekeli, bir Rus, İngiliz, Çin, Almanya, İtalya, Fransız vd. emperyalist tekellerle ne kadar birlik halinde hareket ediyor olsa da, yeri geldiğinde ayrılır. Ve nihayetinde “ulus devlet aşıldı” diyen anlayış pratik olarak mahkum oldu. Çünkü “aşıldı” denilen ulus-devletlerin kimin için savaş çıkarttığı daha açık görünüyor. Bir Amerikan tekelinin çıkarı için İngiliz devleti kılını kıpırdatmaz. Yada Rus tekeli için Çin devleti aynı şekilde kılını kıpırdatmaz. O halde her bir tekelin çıkarını o tekelin mensup olduğu ulus devlet savunur tespiti, dün olduğu gibi bügünde doğruluğunu korumaktadır. Pratik olarak olan budur. Demek ki ulus devletler çözülmedi. Milliyetçilik halen burjuva ideolojisidir. Ne ulus-devlet, ne de milliyetçilik çözüldü. Burjuva aldatmacalar olarak tarih sayfalarındaki yerlerini aldılar.
“Tekeller birbirlerini gözeterek hareket ediyorlar. Çünkü birbirlerine bağımlılıkları artmış” tespitinin yanlışlığına en pratik bakış Ukrayna işgali sonrası yaşanılanlardır. Rus tekellerine yaptırımlar uygulandığı gibi bazı ortaklıklar da bozuldu. Almanya gibi bir çok Avrupa devleti Rus gazı ve petrolüne büyük oranda bağlıydı. Enerji, üretim ve ticarette temel önemdedir. Ama Avrupa ülkeleri bunu dinlemeyip Ukrayna işgaline hem alternatif gaz ve petrol arayışına girdiler hem de bir çok alanda yaptırım uyguladılar. Demek ki çelişki şiddetlendiğinde, savaş durumu ortaya çıktığında bağımlılık olarak görülen ilişkiler arka plana itilebilmektedir. Çünkü emperyalistler arası çelişki ve tekellerin rekabeti bunu koşulluyor.
Ukrayna işgali; hem savaşın Avrupa kıyılarına vurması, hem emperyalistler arası çelişkilerin yoğunlaşması ve şiddetlenmesi hem de olası ittifakların belirginleşmesi ve savaş düzeyinin yükselerek diğer ülke ve bölgelere sıçrama özelliklerini içinde barındırıyor.
Gelinen aşamada emperyalist savaş politikasına karşı enternasyonalizm bayrağını yükseltmeliyiz. Bugün açısından enternasyonal dayanışma ve mücadele zayıf ve herbir ülkedeki proleter hareket siyasi iktidar mücadelesinde yetersiz olabilir. Ancak bu, gelişmenin önünde engel değildir. Emekçileri birbirlerine kırdırtan emperyalist savaş politikasına karşı barışı ve ezilen halkların dayanışmasını yükseltmeliyiz. Anti-emperyalizm ve anti-işgalci mücadelenin gelişmesi yönünde adım atmak ve her bir parçada proletaryanın bağımsız siyasi çizgisi temelinde iktidar mücadelesi yürütmek siyasi görevlerimizdir.
Anti-emperyalizm (ve buna bağlı olarak anti-kapitalist mücadeleyle birleştirme zorunluluğu) ve anti-işgalci hareketin örgütlenmesi güncel politik olgu ve görevdir. Bugün açısından bu iki hareketin kitlesellik boyutuyla zayıf olduğu görülmektedir. Emperyalist burjuvazi ezilen halkların öfkesini o veya bu emperyalist bloğa kanalize etmektedir. Emperyalizme karşı mücadelenin zayıflamasının burjuvazinin ideolojik saldırılarıyla ilişkisi olduğu gibi, buna bağlı olarak reformizmin gelişme düzeyiyle de ilişkilidir.
O halde o veya bu emperyalist bloğa (veya gerici uşak devletlere) yedeklenen değil, ezilen halkların enternasyonel birlik ve mücadelesini geliştirecek çizgi izlenmelidir. Buna önderlik edecek yegane sınıf proletarya, yegane güçte proletarya ve tüm emekçi sınıfların politik savaş örgütü komünist partisidir.