Ekolojik yıkımların tavan yaptığı 21. yüzyıl, kapitalistlerin iştahını kabarttığı, bizlerin de mücadelesini arttırdığı bir dönem olarak güncelliğini korumaktadır.
2019 yılında Kaz Dağları’nın Kirazlı bölgesinde altın arama çalışmalarını başlatan Kanadalı firma Alamos Gold’un Türkiye’deki iştiraki Doğu Biga Madencilik’in Genel Müdürü Ahmet Şentürk yaşanan protestoların ardından, “Üç-beş ay daha bekleriz sorun değil, Kaz Dağları’ndan hiçbir yere gitmiyoruz.” şeklinde konuşmuştu.
Kendi sömürü anlayışını açıkça dile getiren Şentürk’e karşı coğrafyamızın her yerinden gelen bölgenin faunasını ve florasını savunan halkın cevabı ise direniş olmuştu.
Tabii ki kapitalistlerin doğaya ve emekçilere nasıl saldırgan tutum sergilediklerini gösteren örnekler çoğaltılabilir. Ama üzerinde durulması gereken asıl şey; patronların gözlerini para hırsı çevirmişken halkların bu gözü dönmüş patronlar karşısında ülkedeki ve dünyadaki doğa direnişlerini birleştirecek örgütlü bir yapıya dahil olmasıdır.
Kuzey Kürdistan ve Türkiye özgülünde konuştuğumuzda kendi çıkardığı kanunu dahi uygulamayan, çıkardıkları anayasayı dahi rafa kaldıran ve kanundaki açıklıklardan yararlanan komprador burjuvazinin siyasi iktidardaki kolu AKP hükümeti, her fırsatta T.C. Anayasası’nın 169. Maddesi’ni söylemeyi de eksik etmiyorlar. Onlar, dillerine doladıkları “Devlet, ormanların korunması ve sahalarının genişletilmesi için gerekli kanunları koyar ve tedbirleri alır. Yanan ormanların yerinde yeni orman yetiştirilir, bu yerlerde başka çeşit tarım ve hayvancılık yapılamaz.” naraları eşliğinde çevrecinin daniskası olduklarını vurgulasalar da Cumhurbaşkanı’nın bir kararıyla bu arazilerin denetimini Kültür ve Turizm Bakanlığına devredebiliyor ve hangi sınıfın yanında yer aldığını açıkça göstererek doğa düşmanı olduklarını kendi pratikleriyle teşhir etmiş oluyorlar.
Türkiye’de geçtiğimiz yıllarda meydana gelen yangınlar da bu gerçeklikleri bir kez daha kanıtlar niteliktedir. Yangının yaşattığı tablo daha açığa çıkmadan 28 Temmuz 2021’deki Resmi Gazetede yayımlanan 7334 sayılı yasa, orman ve kıyı arazilerindeki yapılaşma yetkisini Kültür ve Turizm Bakanlığına devretmiş, bu alanların Cumhurbaşkanı tarafından belirlenmesinin yanı sıra orman arazilerinin 15 günde ruhsatlandırılmanın önünü açılmış ayrıca ÇED raporu da rafa kaldırılmıştı.
Üç yıl önceki yangınlardan etkilenen Muğla, Antalya, Adana, Mersin gibi iller bir bir afet bölgeleri olarak kabul edilirken, aynı günlerde de Van Başkale selle boğuşmuş; AKP hükümeti, Van Başkale’nin çığlığını duymak dahi istemediğini kanıtlamıştı. Kürt halkına uygulanan ayrımcı politikalar ve asimilasyon süreci görüyoruz ki AKP eliyle hâlâ canlılığını korumaktadır.
Doğayla mücadele içerisine giren sermayeye karşı sermayeden medet umanlar olduğunun altını çizmekte de fayda var. Kendini elitist, muhalif olarak ifade eden bu karakterler TÜSİAD gibi sömürünün tescil edildiği bir örgütten yardım talep ediyorlar. Otelleri olan Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy’a ve badem bıyıklı bakanlara sanki kendilerini dinleyecekmiş gibi ricada bulunuyorlar, sembolik olarak bu isimlerin istifasını istiyorlar. İşçileri, Kürtleri, köylüleri, kadınları, ekolojik yaşamı sömüren ve bu kesimlerin en ufak hak arama girişimleri karşısında sistemin kolluk kuvvetlerini halkın karşısına çıkaran bir sınıftan ve onun hükümetinden medet ummak tam ifadeyle paradigmanın iflasıdır.
Doğayı yaşatmanın ve onu yaşanacak bir yer haline getirmenin birinci adımı örgütlü toplumu yaratmak ve demokratik halk devriminin görevleriyle iç içe geçen sosyalist devrimle halkın iktidarını tesis etmektir. Sömürünün olmadığı bu üretim ilişkisinde doğa–insan çelişkisi, uzlaşmaz çelişkiye değil birbirini tamamlayan çelişkilerin hakim kılındığı toplumsal düzenin hayata geçirilmesidir, doğanın nefes alması yani doğanın ve toplumun zenginliğinin artması demektir…
Bir Devrimci Demokrasi okuru