Sömürü, yıkım, işsizlik, açık ve yoksulluğun derinleştiği; her türden baskının artarak sürdüğü ülkemizde, tüm bunlara karşı işçi sınıfı ve tüm emekçi halklar da tepkilerini ortaya koymaktalar. Ancak kabul etmek gerekir ki, mevcut durum ve gerçeklik itibarıyla bu tepkiler, merkezi ve çok boyutlu olan saldırıların hem çok gerisinde, zayıf hem de çok parçalı ve lokaldir. Yine ancak, kitlelerin kendiliğindenci mücadelesinin ifadesi olan ve kitlelerin örgütlenme ihtiyacını ortaya koyan bu zayıf, çok parçalı ve lokal düzeydeki kendiliğindenci tepkilerin -Lenin’in “bilinç var bilinç var” sözünü akılda tutarak- şu veya bu düzeyde de olsa bir bilinç yarattığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Kitlelerin örgütlenme ihtiyaçlarına cevap olmak, bunun içinde de ekonomizmle içkin kendiliğindenci bilinçlerini proleter/devrimci politik bilince evriltmek mümkündür. Buda komünist ve devrimci hareketlerin devrimci sınıfsal sorumluluk bilinciyle mücadele yürütmelerine bağlıdır.
Devrimci hareketin kendisinden bekleneni karşılayamadığı bir gerçektir. Bunun nedenlerinden biri de, mücadeleyi aktivizm anlayışıyla yürütmektir. Bugün kitlelerin özgün sorunlarından açığa çıkan hak arayışlarına destek, dayanışma ve daha ileri taşıma adına katılım gösteren devrimci ve demokratik kurumların pratiğine genel olarak aktivizm hakimdir. Bu durum, ortaya koydukları politikalarında da kendisini gösteren bir gerçektir. Küçük-burjuva “sivil toplum hareketin” bir yansıması olarak gelişen ve karşımıza çıkan aktivizm, mücadeleyi daha ileri taşımak bir yana tam tersine geriletme potansiyeli taşır. Kitlelerin çeşitli sorunlarının etrafında birbirinden bağımsız gelişen mücadelenin, aynı hedefe birlikte hareket etmesini aktivist anlayış kösteklemektedir.
Aktivist anlayışın en yaygın şekilde karşımıza çıktığı sorunlar çevre, LGBT+’lar, hayvan haklarını ilgilendirenler diye belirtebiliriz. Ancak bu anlayış sadece bu sorunlarla sınırlı kalmayarak genişlemektedir. Çalışırken yaşamını yitiren yada yaralanan işçilerin ardından gelişen tepkilerde de bunu görebiliyoruz. Burada temel yaklaşım mevcut sorunu onunla bağlantılı diğer sorunlarla ilişkilendirmeden, özgün sorunun çok daha fazla öne çıkarılmasıdır. Eylemlere katılımda seçiciliğin gelişmesi söz konusudur. Kadın sorununu ilgilendiren eyleme katılan birey çevre sorununu ilgilendiren eyleme katılmakta geri adım atabilmektedir. Karşı karşıya kalınan sorunun doğrudan muhatabı emekçilerin kendiliğinden bilincinin özgün soruna tamamen odaklanması doğalken, devrimci hareketin de bu yönde ilerlemesi sakıncalıdır. Anlaşılacağı üzere özellikle dikkat çekmek istediğimiz, devrimci hareketin bu yönde savruluşudur.
Burjuva demokrasisinin hakim olduğu Batı ülkelerinde, tek tek sorunlar etrafında bir araya gelerek çeşitli boyutlarda tepkiler ortaya koyan küçük-burjuva hareketler mevcuttur. Greenpeace, FEMEN gibi kuruluşlar bu konuda bilinen örneklerdir. Greenpeace çevrenin zarar görmesine karşı yankısı çok büyük olan eylemlilikler ortaya koyabiliyor. Keza kadın sorununa dikkat çektiğini iddia eden FEMEN’de medyanın olağanüstü ilgisini çeken eylemler gerçekleştirebiliyor. Bu tip hareketler sorunlara bir aktivite alanı olarak bakarak, onun etrafında uzmanlık boyutunda yoğunlaşırlar. “Greenpeace aktivistleri”ni birgün bakarsınız balina avcılığı yapan koca koca gemilerle, yel değirmenlerine mızrağıyla savaş açan Donkişot vari şekilde spreyli boyalarla tepkilerini gösterirler. Başka bir gün nükleer santral tesislerinin çatılarından aşağıya toplumun ilgisini uyandıracak sloganların yazıldığı pankartlar sarkıtırlar. Bilinen Extran/tehlikeli sporları aratmayacak düzeyde bir çaba söz konusudur. Ancak çevreyi ilgilendiren bu iki örnek olayın etrafında bile bir araya gelemezler. Yoğunlaşma sadece o andaki sorunla ilgilidir. Çevre sorununu ilgilendiren saldırılar bile bir arada ele alınmazken, kapitalizmin neden olduğu diğer sorunlarla ortaklaşmalarını beklemek hayal olur. İşçi sınıfının sorunlarıyla birleşme gibi bir kaygıları yoktur. Bu anlayışa göre, çevreyi ilgilendiren sorunlar çevrecilerin, kadını ilgilendiren sorunlar feministlerin, işçileri ilgilendiren sorunlar sendikaların ve diğer sorunlarda onun doğurduğu öz örgütlerinin alanına girer. Her örgütlenme kendi sınırları içinde görevler icra etmelidir. Diğer yandan soyut anlamda tüm bu sorunların kaynağı olarak kapitalist sistem gösterilirken, bu sorunlar etrafında gelişen mücadeleleri ise kapitalizme karşı birleştirme çabası söz konusu değildir. Pozitivist düşüncenin gereği olarak kapitalizmin yıkıntıları arasında kendilerine yaşam alanı ararlar. Çünkü her şeye rağmen içinde yaşanabilecek sistem kapitalizmin egemenliğindedir. Küçükten büyüğe bu anlayış devrimci güçleri de etkisi altına almaktadır. Bu durum, zayıflığın belirtisi olarak kendine ve halka güvensizlikten beslenmektedir.
Halk kitlelerini ilgilendiren sorunların özel yanını dikkate almak, emekçilerin iradelerinin devrimci mücadele içinde açığa çıkması için önemlidir. Ancak bu iradenin başarıya ulaşabilmesi için onu değiştirip dönüştürmek gerekir. Mao Zedung’un “kitlelerden kitlelere” anlayışında bu durum özellikle vurgulanır. Buna göre; “kitlelerin fikirlerini (dağınık ve sistemleşmemiş fikirlerini) almak ve onları derli toplu hale getirmek (onları incelemek, derli toplu fikirler haline getirmek) ondan sonra yeniden kitlelere gitmek ve kitleler bunları kendi fikirleri olarak benimseyene, onlara sıkı sıkıya sarılana ve onları eyleme dönüştürene kadar bu fikirleri yaymak, açıklamak ve bu fikirlerin doğruluğunu bizzat kitlelerin eylemi içinde sınamak” diye belirtilen anlayış, kitlelerle kurulması gereken ilişki yöntemidir. Ancak fikirleri dönüştürmeden olduğu gibi kabul etmek, kitle kuyrukçuluğu yada kendiliğindenci hareketin sınırlarına sıkışmaktır. Kitleleri olduğu gibi hareketin içinde muhafaza etmek öncülük rolünü yerine getirmemektir. Devrimci hareket kendiliğindenci eylemlere gösteriş için, ne kadar faal olduğunu ilan etmek için değil, işçi sınıfı ve tüm emekçi sınıfların bilincini, fikrini ileri taşımak ve anti-kapitalist devrimci mücadeleye kazanarak esas misyonunu yerine getirmek için katılır. Aksi taktirde Paulo Freire’nin dikkat çektiği, “düşünce bir yana bırakılıp tek yönlü olarak eylem vurgulanıyorsa, söz aktivizme dönüştürülmüş olur.” (Ezilenlerin Pedagojisi, Sf-107/Ayrıntı Yay.)
Şurada burada çeşitli sorunlar etrafında, irili ufaklı gerçekleştirilen hak arayışlarının temelinde yatan sorumlu kapitalizmdir. Biz bu temel düşünceyi emekçi halka taşımakla görevliyiz. Kitlelerin kendiliğindenci eylemlerine bilinçli katılım yada herhangi bir sorun etrafında politik çalışmalar yürütmek bu misyonu gerçekleştirmektir. Kapitalizmi yıkmak, onun yarattığı sorunların mağduru kitleleri bir araya getirip tek bir amaç doğrultusunda birleştirmekle mümkündür. Ancak görülüyor ki, devrimci hareket bu rölünü kendiliğindenci hareketin sınırlarına hapsederek kitlelerin bilincinin kendiliğindenci gelişimine bel bağlamıştır. Aktivist mücadele, eylemin peşinden sürüklenmektir. Demokratik haklar için mücadele veren bireyler çevre aktivisti, kadın hakları aktivisti, hayvan hakları aktivisti, sendika aktivisti vb. biçimde karşımıza çıkarılır. Bize göre bu bireyler işçidir, emekçidir, köylüdür, yurtseverdir, emekçi kadınlardır, gençtir, devrimcidirler. Varolan sorunları boş zamanı değerlendiren bir aktivite aracı olarak görmeyen, sorunu bizzat içinde iliklerine kadar hisseden, onunla yatıp kalkan devrimciler olmalıyız.
Kitlelerin karşı karşıya kaldığı sorunlar somut kazanımlar hedefler. Bu kazanımı elde etmek için gerektiğinde eylem yerine bir taktik olarak geri çekilmede tercih edilebilir. Bu, eylemi körü körüne amacın önüne koymamak, amaç ile eylem ve taktik arasındaki doğru ilişkiyi kurmaktır. Kitleleri boş, amaçsız hedefler ardında sürüklemek uzun vadede başarısızlık getirir. Aktivizm tüm bu belirttiğimiz doğruların karşısındadır. Aktivizm için önemli olan eylemdir. Bugün çığ gibi büyüyen sorunlar karşısında yetersiz tepkiler, aktivist anlayışın ortaya koyduğu eylemliliği normalleştirir. “Daha ne istiyorsunuz, eylem oluyor” diye çıkışlar duyarız. Eylemin amaçla bağı, kitleleri devrimci anlayışa taşıma gücü mukayese konusu bile olamaz.
Aktivizm, yıllar önce Bernstein’in Marksizmin altını oymak için ortaya attığı revizyonist saldırılarla örtüşür. Bernstein; “sosyalizmin nihai hedefiyle neyin kastedildiği sorunu bana anlamlı gelmiyor ve beni ilgilendirmiyor” diye başlattığı saldırılarını “bu hedef ne olursa olsun, benim için hiçbir şey değil, her şey hareket” deyişi aktivizm anlayışıyla aynı kapıya çıkar. Özetle belirtilen, “hareket her şey, amaç hiçbir şeydir.” Amaca yabancılaşmanın teorisi eyleme sıkışmaktır. Ne için gerçekleştiği önemli olmayan eylemler ortaya çıkarılır. Kitle hareketini amacından koparabilen, kendi başına buyruk, anarşizme kayan, kitlelere ve sosyalizm amacına yabancılaşan pratik ortaya çıkar. Bunu gerçekleştirirken mevcut eylem içinde olabildiğince görünür ve aktif performans sergilenir. Ancak, “önder grup ne kadar faal olursa olsun, faaliyeti kitlelerin faaliyeti ile birleştirmedikçe, bir avuç insanın verimsiz çabası olmaktan öteye gitmez.” (Mao Zedung, Cilt:3, Sf-124)
Aktivist anlayışın ortaya koyduğu pratik, kazanımdan ziyade eylemin sürdürülmesine odaklıdır. Eylem, hareket ne yöne gidiyorsa oraya sürüklenmektedir. Birgün Akbelen’de köylülerle barikat başındadır, birgün umudu seçimlere endekslen(diril)miş kitlelerin içinde seçim çalışmasındadır. Birbiriyle kurulu bir bağı olmayan, kitlelerin ardısıra sürüklenen bir anlayış söz konusudur. Gerekçeleri de hazırdır; “kitlelerin ilgisini çeken böylesi bir olay, olgu, gelişme karşısında devrim ve demokrasi güçleri nasıl ilgisiz kalabilir.” Elbette kalamaz, ancak kitlelerin peşinden sürüklenerek değil, ona bilinçli müdahalede bulunarak ve yön vermeye çalışarak içinde yer alır. Kitlelerin düşünce yapısını değiştirmek yerine, varolanla yetinme ve mevcut dağınıklığın beslenmesi söz konusudur. Ortaya konulan eylemin başarısızlığı halinde ise suçlu emekçiler olurken, kendilerinin ortaya koyduğu aktivist pratik göklere çıkarılır.
Lenin; “kapitalist düzende, devamlı bir sönürü ve baskıya ve çok kere hayat koşullarının kötüleşmesine ve iflasa uğrayan bir toplumsal tip olarak küçük mülk sahibinin, küçük üreticinin aşırı bir ihtilalciliğe kolayca geçtiği, ama bu sınıfın tutarlı, örgütlü, disiplinli ve sağlam bir tutum benimsemediğini” belirtirken, bugün karşımıza çıkan aktivist anlayışların gelişimindeki sınıfsal temeli açıklamaktadır. Aktivist bireylerin kararlı bir çizgide hareket etmedikleri bir gerçektir. Konjektörün, dönemin etkisi üzerinde hissedilir. İçinde bulundukları sürecin seyrine göre, sürekli şekilde değişikliğe uğrayan amaçlar etrafında mücadele anlayışları değişmeksizin aynen devam eder. Karşılaşılan zorluklar karşısında amaç süreli şekilde küçülürken, mücadele yöntemi aynen korunur. Küçülen amaç, söylenen büyük sözlerin ardına gizlenirken, ortaya konulan görünen mücadele kendilerinin haklılık temeli olur. Bir bakmışsınız 1 Mayıs’ta Taksim yasağını delmişlerdir. Herkesin gözünde en devrimci konuma yerleşirler. Her örgütlü, iyi niyetli mücadele halkın çıkarı yönünde bir gelişim ortaya çıkarmaz. Önemli olan örgütlü mücadelenin proleter-devrimci nitelikte olmasıdır. Amaca giden yolda ihtiyaç duyulan mücadele yöntemini kitlelere ve devrimci sınıf savaşımı tarihine rağmen değil, kitlelerin ortaya koyduğu pratiğin içinden doğurup benimsemek ve benimsetmek doğru anlayıştır. Halk kitlelerinin çıkarlarının aksine kendi başını alıp gitmek, mücadeleye verilebilecek en önemli zararlardan biridir. Devrimci mücadele, sosyalizm amacı doğrultusunda somut koşullar içinde çözülerek vücut bulan pratik politikaların ortaya konulmasıyla gelişir. Bunu gerçekleştirmek için gerekli olan koşullar içinde proletaryanın “tutarlı, örgütlü, sağlam ve disiplinli bir tutumu”nu benimsemiş zihniyet yapısına ihtiyacımız vardır. Bunu sağlamak için de kitlelerle iç içe olmalıyız.
Sosyalizm mücadelesinde geride kalanlar olabildiği gibi, aktivist tarzda alıp başını gidenlerde olmaktadır. Mücadelenin gelişimi bu iki sapmaya karşı doğru müdahalelerde bulunarak, devrimin güçleri olarak doğru şekilde konumlandırmak olması gerekendir.
Maoist komünistler kitlelerin devrim, demokrasi ve sosyalizm mücadelesine hem öğrenen hem de öğreten anlayışıyla katılır. Kitlelerin pratiğinden öğrenilen en önemli derslerden biri; kendiliğinden mücadelenin kendi başına kaldığında kendisini tekrar edeceğidir. Devrimci öncülük kendisinde gelişmiş olan politik bilinci üstünlük vasfı olarak değil, kitlelere aktarma ve örgütleme misyonuyla direnişe katılır. Maoist komünistler asla varolan direnişle yetinmez ve kitlelere rağmen ve proletaryanın devrimci sınıfsal çıkarlarına aykırı şekilde alıp başını gitmez. Amacı; işçi sınıfı ve tüm emekçi sınıfların örgütlü devrimci mücadeleyi benimsemesidir. Bunun da kitlelere mücadeleyi kendi elleriyle başarıya taşınacağını, mucizevi bir dokunuşun beklenmemesi gerektiği kavratıldığında gerçekleşeceği bir gerçektir.