Komünist önder yoldaş Süleyman Cihan şahsında hareketimizin ölümsüzleşen üye, taraftar, savaşçı, komutan ve kurmay kademesinden bütün yoldaşlarımıza bağlılığımı bir kez daha ilan ederek yazıma başlamak istiyorum yoldaşlar.
Sevgili yoldaşlar bir önceki notlar kısmında yasal parti meselesinde kalmıştım şimdi bunu sizler için biraz açmak istiyorum.
Yasalcılık ve tasfiyeciliğin devrimci saflardaki hortlaması ve devrimci safları çürüterek gittikçe gerileştiren, insan aklını dahi zayıflatan durumu hakkında dilim döndüğünce, zihnimdekileri kalemim aracılığıyla kelimelere döküp sizler için daha anlaşılır kılmaya çalışacağım. Biraz da yasalcılığın hem tasfiyeci revizyonizmin saflarındaki izdüşümünü hem de dost siyasetlerde gözlemlediğim sınıfsal izdüşümünü aktarmaya çalışacağım.
Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da yasal parti tartışmaları doksanlı yıllarda yoğunlaşarak kimi devrimci hareketleri yutmuştur; tasfiye ederek sistem içine kazandırmıştır. Çünkü kimi hareketlerin uydusu Arnavutluk, Rus sosyal emperyalizmi bu dönemde çözülmüş ve dağılmıştı. Bu uydulara göre hareket eden hareketler kırılmalar yaşayarak geriye düşmüş, geriye düştükçe ‘’neo-liberal’’, ‘’küreselleşme’’ denilen teorilere sarılmışlardır. Oysa bizce emperyalizmin ulusal pazarlara yarı-sömürgelere sermaye ihracı ile gittikçe yoğunlaşarak hakim olma sürecinin açığa çıkarttığı çokluk anlatısına kapı aralamış kısmen sivil-toplumcu kısmen sol-liberal rüyalar görerek kimlikler dünyasına da böyle yaklaşımlar sergilemişlerdi. Onlar sınıfın artık bir devrim yaratamayacağını düşünmüş, bu çokluğun dünyasında demokratik özlemlerin sistem içinde kazanımlarla sağlanabileceğini iddia edecek kadar ileri varmışlardı.
Peki bizim hareketimiz tüm bu süreçten nasıl bunca zaman etkilenmedi de şimdi etkilendi? Hareketimizi etkileyen dünyadaki çeşitli gelişmeler ve proleter devrimcilerin varlığı hareketimiz içerisindeki kent-soylu ve köylü küçük burjuva unsurları dizginleyen en önemli etmenlerdendi. Dünya ölçeğinde Peru Aydınlık Yol Hareketinin deneyimleri, Hindistan devrimci hareketinin varlığı ve Nepal’deki devrimci durum hareketimizi mücadele sahamızda proleter devrimciler vasıtasıyla dünyadaki devrimci duruma koşut devrimci müdahalelerde bulunmaya zorluyor, hareketimiz siyasal ilkelere bağlı radikal duruşunu sağlamlaştırıyordu. Bu süreç geleneğimizin diğer devrimci kuvvetini de buna itiyordu. Onların siyasal arenasında bizden daha kent-soylu bürokrat küçük burjuva unsurların varlığı su götürmez gerçekti. Ancak onları da devrimci durumun içerisinde kalmaya iten süreç bizlerdeki devrimci tavrın sağlamlığıyla alakalıydı. Bir de dünyadaki gelişmelerle Nepal devriminin yenilgiye uğraması sonucu ülke devriminden çıkarı olan küçük burjuvaların devrimci durumda niçin ses çıkarmadığın,ı devrimci durum yenilgiye uğradığında niçin kazan kaldırdığını merak eder gibisiniz.
Anlatmaya çalışayım. Devrimci hareketlerdeki küçük burjuvalar kış uykusuna yatan ayı figürüne benzerlik gösterirler. Onlar devrimci duruma ses çıkarmaz çünkü devrimde kapacak koltukları, modern bürokrat burjuva yönlerini sergileyecek popülist potansiyel ortamlar doğacağını gayet iyi bilirler. Proleter devrimcilerle hareket eder gibi görünmekte pek mahirdirler. Devrimci durum yenilgiye uğradığında ise sistem içine taşınmakta pek beis görmezler. Çünkü onlar sisteme postu pahalı ve bir inci gibi değerli devrimci hareketi yani tırnakları ve dişleri sökülmüş aslanları teslim ederken alacakları ödülün, izzet-i ikramın gayet farkında olarak hareket ederler. Onlar devrimci hareket içerisindeki sağcılardır. Kimi dönem ve süreçlerde cephedeki sağcıdan daha tehlikelidirler.
Türkiye ve K.Kürdistan’da haddinden fazla yasal parti var. Elbette kimi parlamentarist potaya evrilmese de sistem içerisinde güvenli alanlarda fiili meşru militan mücadeleden uzakta dar kitle eyleyen biçimde hareket etmektedir. Parlemantarist potaya evrilenlerde ise kendi kitlelerinin, yönetici bürokrat figürlerinin dahi gittikçe zihninin gerilediğini gözlemlemekteyim. Adeta bu insan daha önce bu kadar geri değildi ne ara bu kadar geriledi demekteyim denk geldikçe. Niçin? Parlamentarist akıl kendisine ve çevresine oy vererek genel ve güncel meselelerin çözüleceğine dair o kadar zehirli iğne vurmuş olacak ki bilincini ve şuurunu kaybedecek duruma erişmektedir. Adeta zekalar dumura uğramış mankafalılık onda vücut bulmuş dersem yanılmayacağımı iddia edebilirim.
İşte Sera Kadıgil’in Akşenerle ilgili demeci. Kız kardeşlik uğruna verdiği söylem; yaşam hakkı meselesinde ve birden fazla meselede müttefikimiz olabilecek kırılmalar yaşayarak proleterleşen küçük burjuva feminist figürlerin dahi öfkesini çekmiştir. İşte kimlilçilik ve özcülük budur yoldaşlar ve ona bağlı tasfiyecilik, yasalcılık, MLM ideolojiyi tahrifata uğratıp ideolojik olarak sakatlamak budur yoldaşlar. Tabii Ahmet Şık’ın Gezi davası yargılamaları sonucu tutuklama kararlarında açığa çıkan halka öfke kusan kibri ve tavrı yine bu somut durumun yansımasıdır. Örnekler çoğaltılabilir ya, ben şimdiden bu gerileme halinden sıkıldığım için örnekler meselesini çok uzatmayacağım yoldaşlar.
Ve yine halkın vekili safsatasıyla yutturulan çeşitli milletvekili figürlerin dönem dönem siyasal ufkunu ve sınıfsal kompozisyonunu açığa çıkaran demeçleri sosyal-medyada kimi sol, muhalif figürler tarafından haklı olarak öfke ile karşılanmaktadır. Ve yine muhalif, sol halktan insanların ‘zeka’ya vurgu yaparak öfkeli tepkilerini çekmektedirler. Şöyle söyleyeyim, o vekiller gündelik yaşamları dışında zeka kullanmak zorunda değil çünkü onlar yerine düşünen, onların zeka kullanması gereken yerde onlar adına zeka kullanan yetenekli ücretli emekçiler sistem tarafından onlar için işe koşulmuş durumda. Bir de onların ait olduğu sistemin, onlar için planlayarak onların hayatını basitleştirip kolaylaştırdığını unutmamalıyız sevgili yoldaşlar. İşte hareketimizi bölen dağıtıcı, bölücü siyasetin taşındığı dünya budur yoldaşlar. Ne hazin ama herhalde en son isteyeceğim şey bir devrimcinin proleter safları terk ederek orta-sınıflaşmasıdır. Sistem içine taşınarak arı, duru, paslanmamış zihnini, bilincini yitirip durgunlaşarak gerilemesi sonucu çürümesidir. Gerçi çoğunlukla figürler vekil yapılıyor, proleter devrimciler onların yanında çorbacı kılıanarak ayakçı haline getiriliyor ya başka bir konu o. Şimdilik kapatalım. Bu ne pis koku yoldaşlar. Şimdiden bu kesif kokunun sizlerde de dayanılmaz boyutlara vardığını düşünüyorum. Bu bahiste yasalcılık ve yasal partinin niçin hızla tartışıldığını umarım anlatabilmişimdir.
Bir de yasalcılık zemininde faşizmin ahlakının, bu sol dediğimiz mahallenin, evin, zihinlerin, kültürel şekillenmesinde rol oynadığı gerçeği var. Öyle ki ciddi bir sinik, kinik sol bir kitle yaratılmış bulunmakta. Halkla örgütlenmektense, halka küfreden, halk için beter olsunlar çağrısında bulunan solcular mı desem, kriz çıksın iktidar devrilsin diyenler mi desem, hiçbir şey yapmadan çok şey kazanmak isteyenler mi desem hangisini anlatsam bilemiyorum. Cinsel özgürlükçülük taslarken erkeklere, eril dünyaya çalışanlar mı desem hangisini anlatsam bilemiyorum yoldaşlar. Kurucu, devrimci potansiyeli sürekli dışlayan, hiyerarşisiz dünyalar isterken, sözüm ona ‘hiyararşisiz’ ortamlarında kuralsızlık ve hukuksuzluğun dip yaptığı daha derin hiyerarşiler ve suçlar örgütleyen sol kitlenin varlığı bilinmekte uzun zamandır. İşte DAF (devrimci anarşist federasyon) içerisinde yaşananlar malum, hepimiz okuduk takip ettik.
Kriz beklentisi yine Gezi’den sonra bu sol kitlelerde çok yaygındı; AKP yıkılacak onlar rahatlayacaktı. Oysa yaşananlar nedir? Türkiye toplumun içe doğru büküldüğü, içsel patlamaların, halka karşı işlenen suçların açığa çıktığı, kadınlara ve çocuklara karşı, göçmenlere ve ezilenlere karşı işlenen suçların arttığı ve AKP’nin beklenilenin aksine yıkılmadığı bir süreç. Bu ne cehalet der gibisiniz yoldaşlar. Aynısını ben de bütün bu deli saçması tezleri okuduğumda dillendirmiştim.
Şu ifşa işlerine bakalım, sol’un genelinde ortaya çıkan ifşa meselelerine… Bu arkadaşlar kırıştırmayı aşk zannederken, hukuksuzluğu hukuk zannetmekte, flört dünyasının kırılganlığının (Tıpkı prekaryanın güvencesiz dünyasının kırılganlığı gibi) kadınlara neler yaşattığını bilmemekte veya görmezden gelmekte ama ne hikmetse hepsi cinsel özgürlükçülük taslamakta, genç yoldaşları henüz kadın-erkek ilişkilerinde dahi eğitememişken, bir sürü kimliğe özgürlük politikası yapmakta beis görmemekte ama ne hikmetse heyhat sınıfsal ve bilimsel hiçbir zemin bulunmamakta bu insanlarda.
Öte türlü saat kaç dediğimizde ‘ama kadınlar’, bu gün günlerden pazartesi dediğimizde ise ‘ama lubunyalar’ demezlerdi. Şekilsiz, hiyerarşisiz, demokratik merkeziyetçiliğe dayanmayan örgütler kurmaktalar. Oysa demokratik merkeziyetçiliği suçladıkları pek çok meselenin haydi haydi gerisinde kalmakta yine beis görmemekteler. Faşizmin ahlakı; liberal dünyanın emperyalizmin yayılmacı dünyasıyla bütünleştiği ortamda bireysel özgürlüklerin, toplumsal özgürlükleri dışladığı kimliklere ayrıştırılmış insan kaynağının ‘özcü’ kılındığı ortamda insanlığa neler sunuyor? Radikal feministlerden, trans feministlere, vegan aktivistlerden, türlü egzotik insan tasavvurunun sergilendiği ortama, kapitalist siyasetin yansıyan mottosu, liberalizmin birikime dayalı üretim ve bölüşüm ilişkileri sonucu açığa çıkan pastanın darlığı sorunu tüm bu özcü ve kimlikçi yaklaşımların içerisinde ciddi faşistleşen figürleri gözlemlememizi sağlıyor. Vegan ama endüstriyel et üretimini eleştirmektense insanları suçluyor, çevreci ama karbon salınımında dünyanın en büyük 100 firmasının salgıladığı karbon oranını insanlara paylıyor. Radikal feminist trans düşmanlığı yaparken, Trans feminizm kadın düşmanlığı yapmakta beis görmüyor. Kürt vatandaş bilim ve bilimsel sosyalizmle şekillenmeyince müthiş bir Türk düşmanlığı sergiliyor. Türk solcu kimlikçilik, Woke, Cancel kültür eleştirisiyle soslu kendince ‘sınıfçılık’ yaparken büyük Türk kimliğinin şovenizmini sergiliyor. Kürt hareketinin ciddi konforlu kesimleri liberalizm ve tersinden şovenizm salgılamayı ihmal etmiyor.
Tüm bunlar bizlere neyi öğretiyor? Devlet saldırıları saltında ve içteki düşman saldırıları ile tasfiye edilirken, bu özcü ve kimlikçi mefhumun dönüştürdüğü bilimsiz solcuların ise bizleri ideolojik olarak yendiğini ve kendi kitlesinin ise faşizmin ahlaki işgali altında olduğunu ortaya çıkarıyor. Faşizm bizi ahlaki işgale uğratamadı ama bizi, mahallelerimizi, sokaklarımızı, meydanlarımızı, işgal ederek dumura uğrattı, yendi; bu doğru yoldaşlar. Ancak doğrulup, silkinip ayağa kalkmamamız için hiçbir sebep yok. En azından ahlaki işgal altında değiliz.
Kurucu devrimci bütün potansiyellerin dışlanması meselesine gelince onu da açmaya çalışayım yoldaşlar. Bu anti-egemenlikçi yaklaşım solun büyük kesiminde yani hemen hemen hepsinde egemen tona bürünmüştür dersem yine yanlış sayılmam. Kapitalizmin, kapitalist yolcuğun Çin Halk Cumhuriyetinde, Sovyet Rusya’da hakim olması ve devamında pek çok devrimci hareketlerin ideolojik olarak sakatlanıp, tasfiye edilmesi süreci bu durumu yarattı. Yine Arendt gibi figürlerin alıcısının solda da çoğalmasına vesile oldu. Bugün orta düzey bir solcu devrimcileşememiş bir solcu bize sıradan bir insan daha kötü bir biçimde kapitalizmin mutlak ve yıkılmaz olduğunu vaaz edecektir. Çünkü onun zihni işgal altındadır. Olumsuz deneyimlerden öğrenip olumluya yürümek, yenilgiden zafere diyalektiğini işaret etmemek onun sakatlanmış zihnidir. Yerimiz dar olduğu için bu konuda güncel olarak Mavidefter.com sitesinde Duygu Türk kapsamlı eleştirel zekayla çevrili yazılar yazmakta hepinizin bakmasını öneririm yoldaşlar.
Öyle ya bir önceki notlarda Türkiye’nin Küçük Hindistan olduğunu açıklamaya çalışmıştım. İzin verin bu bahsi de açayım. Hindistan devleti tırnakları sökülmüş, sistem içine gömülmüş, dişleri dökülmüş sol hareketleri ‘sistem içi’ görmeyi T.C gibi oldukça sever. Bütün adiliklere, katliamlara, ezilenlerin katline ve uğradıkları hakaretlere duyarsız hale getirmeye çalışır. Bunda Hindistan faşizmi Türkiye faşizmi kadar başarılıdır. Faşizmin ahlakı orada da ciddi bir sol kitleyi, siyasalı etkisi altına almış bulunmaktadır.
Yoldaşlar peki biz kimliklere nasıl yaklaşacağız der gibisiniz. Biz kimliklere özcü yaklaşım gibi birbirilerine kendilerini dayatmalarından ziyade onların mücadelelerini birbirilerine tanıtmayı amaçlayan bir formla ve evrensellik etrafında devrimci kurucu potansiyelle çevrili bir hatla gideceğiz. Tıpkı kolektifin baskı, adaletsizlik ve sömürünün ilişkiselliği makalesinde belirttiği gibi.
Dünyanın yıkımını dayatan kapitalist üretim ilişkileri üretim ve bölüşüm meselesini bir kez daha sorunlu hale getirmiş bulunmaktadır. Pastanın darlığı; emperyalist-kaptalist sistemi ve onun ideolojik aygıtlarını toplumlara, ezilenlere birbirini suçlu göstererek aradan sıyrılma zorunluluğunu dayatmış bulunmakta ve tüm bunlara koşut dünyada gittikçe orta-sınıf anlam dünyasına kaymış solcu figürler ve siyasetler bile sistemden çok insan kitlelerini düşman olarak bir başka kitlelere sunmaktadır. Muazzam yıkımın arefesindeyiz yoldaşlar. Buna mukabil örgütlenme metotlarımızı güncellemek ve yaşayan MLM ideoloji ve politikaya sımsıkı sarılarak diyalektik materyalist yöntemi gelişmelerde kullanmak zorundayız. Yoldaşlar hatırlarsanız pandemi öncesi dünyanın içinde bulunduğu durumun salgın hastalıkları yaratacağını ve pastanın darlığı yani kaynakların küçülmesinin emperyalist tekeller arası çatışmayı körükleyeceğini, neo-liberal denilen sürecin, insanının atomlarına ayrışıp hiçleşmesi sonucu dünyada faşist kımıldanmaların, örgütlenmelerin varlığını artıracağını tartışmış belli başlı okumalar yapmıştık. Süreç bizleri haklı çıkardı demek için yazmıyorum bunları, diyalektik maddeciliği kısmen başarıyla dünyadaki gelişmelere tarihsel maddecilikle uyguladığımızı anlatmak için yazıyorum.
Burada birlik meselesine bakışımı da yazmadan noktalamak istemiyorum yoldaşlar. Benim birlik meselesine bakışım; kendimize siyaseten ve ideolojik olarak yakın gördüğümüz kişilerin ve siyasetlerin hızla birlik tartışmasına adapte edilerek, onlarla canlı tartışma içerisinde ilerletici pozisyonlara erişip sonrasında bu canlı pozisyonu eleştiri daha yukarı birlik anlayışıyla taçlandırmamızdır. Bu bakımdan çıkarcı siyasetlere çok kapı aralamamalı. Tasfiyeci revizyonist hareketten kopmuş olsa dahi bize karşı tasfiyeci revizyonist hareketin işlediği suçlarda birlikte olmanın özeleştirisini vermemiş, samimi davranmamış, üstüne özel örgütlenen gece ve konser gibi programlarda kitlelerimize ulaştırmak istediğimiz sözümüzü kesmiş siyasetlere pek kapı aralanmamalıdır. Bu arkadaşlar henüz siyaset bile olamamış boyuttadır. Öyle ki kendi birlikteliklerinin nedeni ve niçini bile anlaşılamamış boyuttadır. Bir siyaset düşünün ki bir alan örgütlenmesi komple kimlik politikacılığı yaparken diğer alanı sadece ölümsüz yoldaşlarımızın anıları üzerinden nostalji siyaseti yaparak kitlesini bir arada tutmanın gayreti içerisinde olsun. Bunlar incitici değil bu arkadaşların hatalarından dönmesi için yazmayı zorunlu bulduğum meseleler yoldaşlar. Kolektifin örgütlediği gecede, kolektifin kitlesinin önünde kolektifin sözünü kesme cüretini gösteren bu arkadaşlara müsamaha gösteren yoldaşlar özeleştirisini acilen sunmalıdır. Mevlana tekkesi olmadığımız gibi herkesin kafasına göre davranacağı bir tekke hiç değiliz. Bu benim kendi talebim olduğu kadar kolektifin de talebi olmalıdır. Geleneğimizin bütün taraflarını ve siyasetlerini incelediğimde yeni demokrasi çevresini ideolojik kararlılığını ve canlılığını koruduğu için birlik meselesinde tartışılması gereken yegane siyasettir yoldaşlar. Elbette samimi ve kararlı bir birlik tartışmasını açmak için sosyo-ekonomik yapı tahlilinden pek çok meseleye aynı düşünecek iradeye erişmeden yoldaşlarla böyle bir tartışma açmayacağımızın bilincindeyim. Zamana bırakalım tavrından ziyade yine de kolektifin böyle bir tartışma açması taraftarıyım. Hepinizi saygı sevgi ve özlemle kucaklıyorum. BİTTİ
Yorumlar kapalı.