Türkiye ve Kuzey Kürdistan halkları 41 yıl önce faşizmin sivil parlamentarist biçiminden, askeri darbe yoluyla askeri faşist diktatörlükle, yani gerçeklikle tanıştı. Hafıza-i beşer şaşar derler. Türkiye faşizminin kuruluşundan günümüze yarı askeri ve askeri faşist biçimleri ile sık sık tanışmıştı oysa.
Büyük emperyalist savaşın sona ermesinden kısa bir zaman sonra sömürge, yarısömürge, yarıfeodal Osmanlı imparatorluğundan, yarısömürge, yarıfeodal Türkiye Cumhuriyetine dönüşen devlet, kemalist diktatörlük, Milli şef ve çok partili sisteme geçildikten sonra önce 27 Mayıs sonra 12 Mart askeri darbeleri ile yüzyüze gelindi. Elbette dış ve iç koşullar gereği devletin ihtiyaçlarına göre şekillenen baskı ve zulüm mekanizması verili sistemin bekaası için yöntem ve araçları değiştirmiştir sadece.
Emperyalist sistem 2. Büyük kriz dalgası ve savaşla kazandığı zamanı kaçınılmaz olarak erken tüketmiş yeni krizler birbirini takip ederken sistem geçici çözümler üreten çeşitli ekonomi politikalarla ekonomik ve sosyal süreçlere yön verme yolunu tutmuştur. Çeşitli isimlerle anılan ekonomi doktrin ve politikaları özünde Dünya tekelci sisteminin hammadde kaynakları pazarlar ve sermaye piyasası üzerine kurulu değişken denklemlerdi.
1970 lere kadar Keynesyen politikalarla, özellikle SSCB nin varlık şartlarından kaynak rekabetin soğuk savaş gerçekliği içinde sosyal politikalar izlenmesi zorunluluğu büyük krizlerin aşırı meta ve sermaye yoğunlaşması üzerine yeni bir fay hattı kurulmasına yol açtı Friedman modeli yada ithal ikamecilikten İthalat ihracat politikalarına evrilen Neo Liberalizm süreci, yeni modele uygun olarak özellikle geri kalmış yarı sömürge ülkeleri için kamu harcamalarının kısıtlanması, sosyal hak gasplarının artışı ve azgın kapitalist sömürünün şahlanması olarak Dünya işçi sınıfı ve halklarına yönelik tekelci kapitalist sistemin saldırılarını göğüslemesi gerekmektedir.
Dünya da bu politikalara karşı yükselen mücadelelere karşı, paramiliter saldırılarve askeri darbeler yoluyla gerici karşıdevrimci saldırılar ve devletlerin baskısı içiçe gündeme gelmişti. Birçok ülkede sosyal hareketin gelişkinliği karşısında askeri cuntalar devreye konuldu.
Türkiye de bu sürece adapte olmada geciken ülke konumundaydı parlamenter maskeli sistemin zorunlulukları içinde IMF nin dayattığı koşullar ve para ilişkilerine bağlılık taahütlerini karşılayamayan koalisyon hükümetleri, sınıf mücadelesinin kabarmasınada, klasik hükümet araçları yada sıkıyönetim sopası ile yanıt olamıyordu. Devrimci dalganın sürekli artışı ve yeni yeni kitlesel katılımların büyüttüğü devrim hareketi silahlı mücadele karakterinide içererek düzeni tehdit ediyordu.
Bu tür durumlarda askeri müdahalelerin haklı çıkarılması için koşullar hazırlamada CİA’in deneyimleri Türk hakim sınıflarının imdadına yetişti. Bu tür açmazlar için kurdukları paramiliter kuruluşların Türkiye modeli olan, Faşist Irkçı MHP, Ülkücü hareket ve kurumlarını sivil faşist terör için siyasi cinayet ve kitle katliamlarında kullandılar. Bunların yetmediği yerlerde Türk kontrgerillası ve CİA’ nın uzman katilleri devreye girdi. Halka karşı bu yaygın cinayet ve katliamlara karşı komünist ve devrimci hareketler özsavunma eylemleri geliştirerek faşist teröre karşı devrimci şiddet eylemlerini ortaya koydular.
Bu süreç te dönemin Başbakanı Süleyman Demirel Hükümeti 24 Ocak kararları olarak formüle edilen IMF politikalarını etkili biçimde uygulayabilme yeteneği göseteremiş ve Ana Muhalefet Partisi ile uzlaşma sağlayamamış olmasının bedeli olarak askeri faşist darbe ile hükümet koltuğundan 2. kez düşürülen Başbakan olarak ta tarihe geçmiştir.
Kenan Evren ve diğer 4 Kuvvet Komutanı General, ABD’nin ‘’ nihayet bizim çocuklar yaptı’’ övgüsünü kazanacak halk düşmanlığında zirve eylemlerinde yeni bir sayfa daha açmış oldular.
1980 AFC(askeri Faşist Cunta)sı yerini devamı olacak olan Sivil Faşist Cuntaya bırakana kadar, her türlü demokratik hak gasp edildi. Sendikal faaliyetler durduruldu. Grevler yasaklandı ve toplu iş sözleşmesi hakkı askıya alındı. Basın-yayın, toplanma ve örgütlenme özgürlükleri ağır baskı altına alındı. Darbenin ilk günü yayımlanan 7 numaralı bildiri ile DİSK’in ve DİSK üyesi sendikaların faaliyetleri durduruldu. 12 Eylül’de faaliyetleri durdurularak hakkında dava açılan tek sendikal konfederasyon DİSK oldu. 12 Eylül 1980 sabahı sokağa çıkma yasağı ilanı ile birlikte koyu bir yasaklar ve cezalandırmalar dönemi başladı. Toplam da 1 milyon 683 bin kişi fişlendi. Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı. Toplamda7 bin kişi için idam cezası istendi.Faşist askeri mahkemelerde 517 kişiye idam cezası verildi. Haklarında idam cezası verilenlerden 50′si asıldı. İdamları istenen 259 kişinin dosyası Meclis’e gönderildi. Kürdistan’da jandarma ve asker postalı görmeyen köy, mezra kalmazken mezra dan büyük şehirlere kadar her yer açık hapishane ve zulüm kamplarına çevrildi. Başta Diyarbakır olmak üzere Mamak, Metris te sembolleşen işkence, ve tretmannlar devrimci ve ulusal mücadeleyi kökten silmeyi hedefliyordu. Bu süreçte Partimiz MKP’nin önceli TKP(ML) başta önderi Süleyman Cihan’ı işkencede kaybetmiş yine bir çok ileri kadrosu işkence ve dağbaşlarında silahlı çatışmalarda ölümsüzleştiler.
Toplumsal travma olarak etkileri yıllarca sürecek bu karşıdevrim ve gerici saldırıların askeri versiyonu daha sonraki yıllarda demokrasiye geçiş şovlarıyla birlikte yerini askeri faşist Cuntayı aratmayacak sözümona sivil parlamenter rejim ve hükümetlere devretti.
Türk devlet sisteminde, geleneksel bir ordunun siyaset üzerinde kontrol veya vesayeti ile baskı ve diktatörlük salt yasal resmi devlet aygıtı ile değil aynı zamanda gölge mekanizmalarla derin devlet yada gayrıresmi baskı ve zor araçları ile kriz yönetimlerini süreklileştirme olgusunu görüyoruz.
Politik islamcı AKP ve Fethullah cemaati koalisyonu ve daha sonra AKP-MHP-Avrasyacı Kemalist koalisyonun da da temel olarak devletin fasizan karakteri korunurken Türk-İslam tezi İslam-Türk biçiminde ton değişiklikleri ile halklarımıza kan kusturmaya devam edegeldi.
Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da 1915’lerden beri çeşitli ad ve örgüt modelleri ile Komünist, Sosyalist ve Devrimciler Paramazlar ve 15 lerde somutlandığı gibi can bedeli mücadelelerle açtıkları yolu, uzun bir pasifist- revizyonist küllenme döneminden sonra 70’lerin ihtilalci devrimciliğiyle Mahirler Denizler ve İbrahimlerde sembolleşen kuşak devam ettirmiş onlarda can bedeli tarihsel mirası büyütmüşlerdir. !’ Eylül Cuntası ile ideolojik olarak ta bitirilmek istenen bu sınıf mücadelesinin iktidarı hedefleyen damarı kesilmek istenmiş ne varki 12 eylül askeri faşist cuntasının toplumsal yanıtı sosyal ve ulusal kurtuluş için gerilla hareketi ve yeniden tırmanışa geçen silahlı silahsız direnişler oldu.
24 Nisan 1972 de kurulan Partimiz 12 Mart ve 12 EylülAskeri Faşist Cuntalarına karşı mücadelelerde ve sonrasından bugünlere başta kurucu önderimiz İbrahim Kaypakkaya olmak üzere onlarca önder kadrosunu, yüzlerce militan ve savaşcısını, milisini, sempatizanını devrim için feda etmiştir. Çeşitli dönemlerde ortaya çıkan tarihsel fırsatları ve devrimci dalganın yükseldiği dönemleri, Ibrahim Kaypakkayanın temellerini attığı programatik düşüncelerini yaratıcı biçiminde politik askeri çizgi olarak uygulayamaması sonucu ağır bedeller ödeyerek kaçırmış ancak sınıf mücadelesinden çekilmemiş, yenilgilerinden dersler alarak kendini yenileme çabası içinde olmuştur.
Faşist Cuntalar da dahil halklarımıza karşı işlenen suçların cezası halk savaşı ile verilecektir. Emperyalist sistemin kriz yükünü katliamlarla, baskı ve açlıkla teslim alarak halklarımıza yıkmaya çalışanlara yanıtımız Sosyalist devrim olacaktır.