6 Şubat tarihinde gerçekleşen ve 11 kenti etkisi altına alan Maraş merkezli iki deprem, bağımlı ekonomik yapıya sahip Türk devletinin, burjuvazisinin bürokratik-rantçı-talancı-inşaatçı karakterinin sonucunda büyük bir yıkımla sonuçlandı.
Şehirlerin haritadan silindiği depremde halk çöken, tozla buz olan, enkaza dönüşen “yapı denetimli” ve “depreme dayanıklı” binaların, evlerin, rezidansların altında kaldı. Kurtulanlar ise “ölenler kurtuldu, biz ne yapacağız, nasıl yaşayacağız” diyen gözü yaşlı bir rantçızede kadının anlatmaya çalıştığı gerçekliğin içinde buldular kendilerini. Enkazın altında kalanların durumunu aratmayacak bir gerçekliğin ve bu gerçekliğin yarattığı psikolojinin içinde bir yandan soğuktan donmamaya, açlıktan ölmemeye vb. çalışırken diğer yandan ise enkaz altında kurtarılmayı bekleyen ailelerini, akrabalarını, komşularını, sevdiklerini, canlarının parçalarını kurtarmak, enkazın altından sağ çıkarılmalarını sağlamak için bir umutla seslerini duyurmaya ve geçen saatlere, günlere rağmen devletten bekledikleri yardım bir türlü gelmeyince, arama-kurtarma çalışmaları başlamayınca da devletin kendileriyle baş başa bıraktığı enkazı kelimelerle anlatılması imkansız büyük bir acı ve çaresizlik içinde tırnaklarıyla kazımaya çalıştılar. Bir yanda şehir girişlerinde bekletilen, enkaz başlarına götürülmelerine izin verilmeyen ama diğer yandan ise rantçızedelerin ücretli olarak tutup getirdiği, kiraladığı iş makinaları. Bir yanda çeşitli ülkelerden gelen arama-kurtarma ekipleri, ama diğer yanda ise sayıları 220 bini bulan ve deprem bölgesine gitmek, arama-kurtarma çalışmalarına katılmak isteyen patronların/burjuvazinin ve devletinin kâr için izin vermemesi ve her şeye rağmen deprem bölgesine gelen az sayıdaki madencinin de AFAD’ça, devletçe engellenmesi…gibi uzayıp giden ve devlet gerçekliğini özel hiçbir açıklama yapmaya ihtiyaç bırakmaksızın ortaya seren bu çelişkiler, karşıtlıklar silsilesi içinde halk, devleti sorgulamaya başlıyordu. “Devlet nerede?” sorusuyla da sorgulama yapıyor, tepki ve öfkesini ortaya koyuyordu. Burjuva muhalefet hem halkın isyana dönüşen öfke ve tepkisini kendi gerici potasında toplamak, süren ve keskinleşen burjuva klik dalaşımda kendilerinin kaldıracı haline getirmek hemde halkın devlete ilişkin sorgulamasının önüne geçmek, sorunu yalnızca hükümette, AKP/Tayyip yönetimiyle sınırlı göstermek, burjuva devleti korumaya almak amacıyla hızlıca “devlet enkazın altında kalmıştır” söylemini geliştirdi. Reformistler ve uzun bir süredir AKP/Tayyip karşıtlığı üzerinden komprador burjuva muhalefetin yedeğine düşmüş, komprador burjuva muhalefeti demokrasi cephesi içine sokmuş olan küçük burjuva devrimciliği neye tekabül ettiğine, neyi anlattığına dahi bakmaksızın, sorgulamaksızın çok hızlı şekilde, alelacele büyük bir şevkle sahiplendi bu söylemi. Bu sahiplenmeyle sadece Marksizmin devlet ve devrim anlayışına yönelik olan burjuva saldırı sahiplenilmiş olunmadı. Bunun yanısıra Türk devletinin katliamlarla dolu tarihi de yok sayılmış, temize çıkarılmış olunuyordu. Bınlar, şu veya bu şekilde komprador burjuva muhalefetin yedeğine düşmüş olmanın getirmiş olduğu sonuçlardır.
Kapitalist toplumda devlet, üretim araçlarını elinde bulunduran, bu nedenle de egemen sınıf olan burjuvaziyi ve onun çıkarlarını temsil eder; kapitalist üretim ilişkilerinin korunması ve sürdürülmesinin garanti altına alınmasını, güvencelenmesini ifade eder. Çünkü devlet “egemen bir sınıfın bireylerinin onun aracılığıyla kendi ortak çıkarlarını üstün kıldıkları bir biçim”dir. (Marks) Bu şu demektir; kapitalist toplumun egemen sınıfı, ezen-sömüren sınıfı kutbunda olan burjuvazinin çıkarları ile ezilen-sömürülen sınıflar kutbunda olan işçi sınıfı, emekçi köylülük ve tüm halk kitlelerinin çıkarları karşıtlık halindedir ve burjuva devlet burjuvazinin çıkarlarının üstün kılınmasını ifade eder. Bu gerçeklik itibarıyladır ki, bırakalım faşist karakterde olanını, içte burjuva demokrasisinin hakim olduğu en demokratik burjuva devletin bile görev ve sorumluluğu halkın korunması, halkın çıkarlarının üstün kılınması vb. değildir. Kuruluşundan beri halk ile çelişme, karşıtlık halinde bulunan burjuva devlet, gerçekleşen bir yıkım ve enkaz karşısında şu veya bu neden veya nedenlerle olursa olsun ışık tutulmuş tavşan misali dona kalıp yıkıma/enkaza müdahale etmediğinde kesinlikle ama kesinlikle enkazın altında kalmış olan emekçi halkla birlikte enkazın altında kalmış olmuyor.
Genel olarak tüm burjuva devletlerin, özel olarak ise tarihi süreklileşmiş katliamlarla, soy kırımlarla, işkencelerle, tutuklamalarla, baskı ve yasaklarla dolu faşist Türk devletinin gerçekliği devlet ile halkı eşitleyen, aynı şeylermiş gibi gösteren, sınıfların üstünde ve de halkın çıkarlarının üstün kılınması, halkın korunması olarak koyan her türlü burjuva safsatayı tozla buz ediyor. İşçiler ve köylüler burjuvaziye ve toprak ağalarına karşı hak arama mücadelesine giriştiklerinde, işçiler greve gittiklerinde, iş yerlerini işgal ettiklerinde, köylüler topraklarını koruduklarında, toprakları işgal ettiklerinde bu devlet tüm kudretiyle işçilerin ve köylülerin üzerine gitti, karşısına dikildi, yeri geldiğinde kurşuna dizmekten, katletmekten geri durmadı, durmuyor da. Ulusal baskının en katmerlisine tanık olan Kürtler bu devlet tarafından düzenli olarak yakılıyor, yıkılıyor, köyler-şehirler bombalanıyor, Kürt köylüsü hayvanlarıyla birlikte küle çevriliyor. Savaş uçaklarının, topların, roketlerin yarattığı enkazın altında bırakılıyor, işgallere, tecavüze maruz kalıyor ve bu vahşet altında Kürdistan boşaltılıyor. Uzağa gitmeye gerek yok; özyönetim direnişlerinde bu faşist devlet Kuzey Kürdistan kentlerini uçaklarla, toplarla, roketlerle bombaladı, yaktı-yıktı, halkı çoluk çocuk-kadın, erkek-yaşlı, genç demeden, hiçbir ayrım yapmadan diri diri enkazların altına gömdü. Anne ve babalar kucaklarında, yanı başlarında vurularak öldürülen bebeklerinin, çocuklarının küçücük cansız bedenlerini kokmasın, bozulmasın, çürümesin diye kuşatıldıkları evin buzdolabında saklamak zorunda kalırken; insanlar sokak ortasında, birkaç metre ilerisinde duran cenazelerini alamıyorken faşist devlet yetkililerinin verdikleri “onları kazdıkları çukura göneceğiz”, “kaldıkları evleri başlarına yıkacağız” demeçleri, sözlü itirafları hafızalarımızdaki tazeliğini ilk günkü gibi aynen koruyor. (Hafızası silik oportünistlerden olmadık, olmayacağız) Devlet Türk-Kürt uluslarından ve çeşitli azınlık milliyetlerden ve inançlardan işçi ve köylülerin karşısına dikilirken, baskı uygularken, katlederken ve Kürdistan’ı yakıp-yıkıp harabeye/enkaza dönüştürürken, Kürt halkını en vahşi şekilde katlederken, yarattığı enkazın altına gömerken de tüm bunları tek bir amaçla yaptı; ezen-sömüren Türk egemen sınıflarının üstün kılınmış çıkarlarını korumak. Bu çıplak örnekler devletin görev ve sorumluluklarını ortaya koyuyor. Bu faşist devlet Türk hakim sınıflarının üstün kılınmış çıkarlarını korurken, görev ve sorumluluklarını yerine getirirken bunlarla birlikte nasıl ki kendini yakıp-yıkmış, katletmiş, enkazın altına gömmüş olmadıysa, tam tersine kendini gerçekleştirmiş olduysa aynı şekilde 6 Şubat tarihindeki depremler sonrasındaki tutumuyla da deprem enkazının altında kalmış olmadı.
Acısı ve öfkesi taşan halkın “devlet nerede?” sorusuna devrimcilerin “devlet; bu yıkımın temeli olan burjuvazinin yanında, postallarıyla gerçekleşen enkazın üstünde, yıkıma uğramış/enkazın altında kalmış halkın ise karşısındadır” yanıtını vermesi gerekir. Bu yanıt, devleti sınıfların üstünde, halkın yanında gösteren, devlet ile halkı eşitleyen “devlet enkazın altında kalmıştır” burjuva safsatasının yerine gerçeğin, yani yıkım ile toplumsal yapı, yıkım ile burjuva devlet arasındaki ilişkinin, bağın ve de burjuva devlet ile halk arasındaki çelişkinin doğrudan anlatılmasıdır.
Reformistlerden küçük-burjuva devrimcilerine kadar tüm kesimlerin hızlıca sarılıp sahiplendiği burjuva muhalefetin “devlet enkaz altında kalmıştır” söylemi üzerinden Marksist devlet anlayışına bağlı kalarak burjuva devlete ilişkin yaptığımız bu değerlendirme, teşhir ve eleştiri deprem sonrasında devletin tüm gücü ve olanaklarıyla hızlı şekilde arama-kurtarma çalışmalarına başlanması; madenciler başta olmak üzere arama kurtarma çalışmalarını yürütebilecek tüm gönüllülerin hızlıca deprem bölgesine ulaştırılması; depremden kurtulan ve dışarıda kalan rantçızede halkın barınmadan gıda-temizlik ve sağlığa kadar tüm ihtiyaçlarının acil olarak karşılanması gibi istemlerde bulunmamızın önünde engel midir, yada bunları dışlar mı? Elbette hayır. Dahası engel olması, dışlaması bir yana, halkın “devlet nerede?” sorusuna Marksizm devlet anlayışını savunarak cevap olmak, uşak burjuvaziyi ve onun faşist devletini tüm çıplaklığıyla halka göstermek, diğer yandan ise deprem bölgesindeki halkın, ailelerin kurtarılmasını sağlamak, bu ikisini birleştirmek doğru ve tutarlı biricik devrimci politikadır. Halkın devlete karşı açığa çıkan ve büyüyen öfkesi dillendirilmeden, şiddetlenen çelişki hafifletilmeden halk devrimci çizgide örgütlendirildiğinde ve birleştirildiğinde yalnızca devrimci nitelik, enerji açığa çıkarılmış olunmaz, beraberinde taleplerin hızlı şekilde karşılanması da sağlanmış olunur. Bu ise komprador burjuva muhalefetin söylemlerine sarılarak, onun yedeğine düşerek, kuyruğuna takılarak, halkın devrimci enerjisinin burjuvazinin gerici potasının altında eritilmesine göz yumarak değil, proleter devrimci çizgide durarak, proletaryanın devrimci amacına bağlı kalarak gerçekleştirilir. Enkaz altında kalan halktır, üstünde tepinen ise burjuva devlet aygıtıdır.