Deprem, Kent ve Ölümler

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala


Maraş’ın Pazarcık  ve Elbistan ilçelerinde meydana gelen 7,7 ve 7,6 büyüklüğündeki depremler, ülkemizdeki depremlerin yıkıcı gerçekliğini bir kez daha gözler önüne serdi. Malatya, Kilis, Maraş, Antep, Diyarbakır, Hatay, Osmaniye, Adana, Urfa ve Adıyaman’a kadar 10 kenti kapsayan, etkileyen deprem; Suriye’de de yıkım yarattı. Milyonlarca insan doğrudan etkilendi. Depremden kurtulan ve enkaz altında kalanlara yardım etmek için çırpınan insanların çaresizliği acı bir gerçek olarak hafızalara kazındı. Devlet kurumları mücadele etmede etmedi, var olan gücünü harekete geçirmedi. Müdahale sürecince yetersiz kaldı, organize olamadı. Tüm bunlara teknik ekipmanın, deneyimli insan gücünün yetersizliği eklenince yaşamını yitirenlerin sayısı çoğaldı. Sadece maden işçilerinin harekete geçmesi bile birçok insanın kurtarılması demekti. Ki deprem bölgesine giden maden işçileri “patronlar istemedi ona rağmen geldik” diyorlar. Bu şunu gösteriyor; sermaye böylesi büyük bir afet döneminde bile kendi çıkarını düşünmektedir. Burjuvazi her durumda kendi kârını düşünmektedir. Ülkenin birçok bölgesinden gönüllü olarak gitmek isteyen maden işçilerine kolaylık sağlansaydı, onbinlerce deneyimli arama-kurtarma ekibi çalışmalara katılırdı. Halk kendi “kaderine” terk edildi. Ancak şuda görüldü; ülke çapında (ve dünya genelinde) halkın dayanışması üst boyutlara vardı.

Peki başta ‘99 Gölcük depremi olmak üzere hafızalara kazınan deprem gerçekliğine uygun planlama, hazırlık ve önlemler alınıyor mu? Elazığ ve İzmir depremleri sonrası, Maraş bölgesi civarında deprem riskinin yüksek olduğu yönünde kimi yer-bilimci deprem uzmanları tarafından ivedilikle önlem alınması yönünde uyarılar yapılmış. Deprem olacağına ilişkin uyarılar ciddiye alındı mı? Onbinlerce insanın öldüğü, yüzbinlercesinin yaralandığı, milyonlarcasının doğrudan etkilendiği ve arama kurtarma ekiplerinin günler sonra deprem bölgesine gitmesi; önlem ve hazırlığın olmadığını göstermektedir. Yapılan kimi deprem tatbikatları göz boyama ve şov yapmanın ötesine geçmemiştir. Ki bu tatbikatların gerçek yaşamla bir bağı da yoktur. Başını kollarının arasına alıp çömelmek tatbikatlarda çokça gösteriliyor. Maraş merkezli deprem bir kez daha gösterdi ki, böylesi göstermelik tatbikatların yaşamla hiçbir bağı yoktur.

Deprem değil, binalar öldürüyor. Bu olgu öyle gerçektir. Ama bu olguya bağlı olmayan, insan yaşamını merkeze almayan ve önemsemeyen egemen burjuva siyaset tarzı vardır. İnsanı değil kârı esas alan burjuvazi Hatay’da Maraş’ta ve diğer kentlerde birkaç yıl önce “imar affı”, “imar barışı” adı altında yüzbinlerce yapıya ruhsat verdi. Ve bugün bu binalar halka mezar oldu. Denetlenmeyen, depreme dayanıklı olup olmadığı kontrol edilmeyen ve siyasi hesaplar uğruna dağıtılan ruhsatlar kuşkusuz insan yaşamını önemsemeyen bir politikanın ürünüdür. Bu olumsuz durum beklenilen İstanbul depremi için de geçerlidir. Çürük, dayanıksız, çarpık yapılaşmanın önü bizzat burjuvazinin kâr ve ranta dayalı siyasetiyle açılıyor. Deprem odaklı bir yapılaşma planı yok. Bırakalım bunu nasıl ve hangi malzemeyle yapıldığı bilinmeyen yapılara ruhsat veriliyor. Sonrada çıkıp göstermelik tatbikatlar yapılıyor. “Kader” denilerek halkın acılarıyla oynanıyor. Elbette bu burjuvazinin, burjuva siyasetçilerin niteliğidir. Onlardan halkı düşünmelerini, acılarını paylaşmalarını beklemek saflık olur. Bırakalım insanların yardım çığlığına ses olmayı; dayanışmada bulunanlar, yardım edenler engellenmek isteniyor.

Peki yalnızca ruhsat verilen kaçak yapılarda mı denetimsizlik var? Elbette hayır. İnşa edilen yapılar depreme uygun zeminde yapılmadığı gibi, gerekli miktarlarda malzemenin doğru kullanılması yönünde de bir denetim yok. Zeminin depreme uygun olup olmadığı yönündeki kimi çalışmalar kağıt üzerinde bulunmaktadır. Bunun doğruluğu Maraş depremiyle görüldü. Hatay’da yıkılan rezidans ve havaalanının kullanılamaz hale gelmesi sadece bir kaç örnektir. Eski yada yeni olsun, yapıların sağlam olduğunu kestirmek güç. Çünkü farketmiyor, yeni yapılan birçok site ve blok yerle bir olmuştur. Çöken binaların enkazında beton yerine kum yığınıyla karşılaşılıyor. Dolayısıyla bir depreme uygun yapılaşma planı olmadığı gibi ülke genelinde kâr ve ranta dayalı dayanıksız, çürük, çarpık yapılaşma sorunu vardır. 

İki büyük deprem fay hattının geçtiği coğrafi bölge üzerinde yaşıyoruz. Bu gerçekliğe bağlı kalarak bir yapılaşma siyaseti izlenmelidir. Deprem sürecinde gördük; mimar ve denetimciler odasının depreme dayanıklı şekilde yaptığı kimi yapıların camları bile kırılmadı. Demekki bilimsel çalısmaya dayalı planlama ve yapı inşası gerekmektedir. Halk olarak, sağlam ve dayanıklı binalarda oturmayı istemeliyiz. Bunun mücadelesini vermeliyiz. Dolayısıyla, depreme dayanıklı yerleşim yerleri için yer-zemin kontrolü, hangi zemin üzerinde nasıl binaların yapılması yönünde çalışmalar olmalıdır. Bu çalışmaları kontrol ederek ve yapı denetimini sağlayacak bir mekanizmayada ihtiyaç vardır. Yerbilimci deprem uzmanlarınında dahil olduğu, bölge ve il (ve hatta ilçe, köy) bazında güçlü, yaygın yerel yönetim inisiyatiflerini oluşturulmalıdır. Maraş depremi geniş bir alanı (Suriye’de de etkili olan deprem binlerce can aldı) etkisi altına aldı. Dolayısıyla depremin halka zarar vermemesi ve olası deprem sonrası yıkılan bina enkazlarına ulaşmak için şehirler arası yapı inşa projelerini kapsayan çalışmalar gerekmektedir. Otoyollar, havalimanları, demiryolları da zarar gördü. Tüm bunları dikkate alan inşa projeleri devreye konulmalıdır. Keza termal kameradan vince kadar donanımlı teknik malzemeler gerektiren güçlü yerel afet kurumları oluşturulmalıdır. Elbette sayılanlar işin küçük bir parçasıdır.

Peki yukarıda sayılanlar temelinde bir siyaset izlenebilinir mi? Ki her deprem sonrası “ders çıkarılmalı” sözlerini sıklıkla duyuyor ve yer-bilimci deprem uzmanlarının uyarılarının olduğunu biliyoruz. Kimi emperyalist-kapitalist birçok ülkenin depreme dayanıklı yapı inşa projeleri geliştirdiğini ve başarılı olduklarını biliyoruz. 

İnşaat sektörü Türkiye ekonomisinde önemli bir yer tutmaktadır. Dört bit yanda inşaat alanları açılmaktadır. Köprü, otoyol, havalimanları yapmakla övünen bir siyasi anlayış vardır. Öyleki gelişmeyi, kalkınmayı bu esaslar üzerine oturtanlar haddinden fazladır. Buradan bakıldığında yapıların sağlam, dayanıklı olması sonucu çıkar. Çünkü bir tecrübe edinildiği izlenimi doğar. Ancak Maraş merkezli depremde gördükki enkazda beton yerine toz yığını var. Ve o enkaz yığını altında onbinlerce insan yaşamını yitirdi, yaralandı. Bunlar ne kaderdir nede tesadüftür. Çünkü Türkiye’de yapılan inşaatlar standartlara uygun yapılmıyor. Asgari ücreti geçen kiralar var. Bir dairenin fiyatı yüzbinlerle, milyonlarla ifade ediliyor. “Dev projeler” diye sunulan, bölgelerde ucuza kapatılan arsalar ihalelerde, ruhsat alımında dönen oyunlar. Yüksek fiyatlarla işyerlerimin kiralanması vb. kâr ve ranta dayalı şekilde yürüyor inşaat sektörü. Sermaye buralardan sağladığı vurgunlarla büyüyor. Önlem alınmadığı için her yıl onlarca, yüzlerce inşaat işçisi yaşamını yitiriyor. Sömürü ve ranttan beslenen burjuvazi kârına kâr katıyor. Müteahhitler, siyasetçiler, bürokratlar bu sömürü düzeninden besleniyor. Bu düzeni koruyan, kollayan devlet yapılanması var. Dolayısıyla depreme dayanıklı yerleşim alanlarının inşasının burjuvaziden beklenmesi hayalidir. İstemek ve bunun mücadelesini vermek gereklidir.

Halkın hali hazırda barınma ve konut sorunu vardır. Deprem gerçekliği bu sorunu daha da katmerleştiriyor. Güvenli, dayanıklı, sağlam ve ücretsiz konutlarda oturma yönelimiyle hareket edilmelidir. Ki barınma temel insani yaşam hakkı olup halkın bedava ulaşması gerekmektedir. Ancak burjuva devlet düzeni bunları gerçekleştiremez ve bu hükümetlere bağlı değildir. Burjuvazi niteliği gereği soruna kâr üzerinden yaklaşıyor. Maraş merkezli depremde insanlar halen kurtarılmayı beklerken ve yaşam mücadelesi verirken, kurtarma ekipleri yoğun emekle çalışıyorken “bir yılda konut sorununu çözeceğiz” diye “müjde” veriliyor. 

Devlet, hükümet Elazığ, İzmir depreminden etkilenen insanların konut sorununu çözememişken, milyonlarca insanın konut sorununu çözemeyeceği açıktır. İkinci olarak; hala ders alınmış değildir. Depreme dayanıklı yerleşim alanlarından söz edilmiyor, sadece “konut yapacağız” deniliyor. Üçüncü olarak; arama kurtarma çalışmaları sürerken, tüm enerjiyi buraya harcamak gerekliyken; insanların acısının üstüne basarak aklı “konut yapmaya” ve enkazı biran önce kaldırmaya giden yaklaşımın burjuvazinin niteliğine uygun olduğunun belirtilmesinde fayda var.

Deprem bir doğa olayı olup engellenemez. Bu anlamda siyaset üstüdür. Ancak doğa olaylarının yıkıcı etkisinden halkı korumak, doğa olayını denetim altına almak siyaset üstü değildir. Siyasetin konusu olup, sosyal-ekonomik-siyasal temeli vardır. Kader değildir. Maraş merkezli depremin büyük yıkıcı etkisinin temelinde rant, sömürü, rüşvet ve burjuvazinin kâr hırsı vardır. Günümüzde halkın hali hazırda barınma ve konut sorunu vardır. Deprem bu sorunu ağırlaştırmakta, büyük acılara neden olmaktadır. Dolayısıyla barınma ve konut sorununu deprem gerçekliğiyle birleştirip hareket etmek gerekli ve hayati önemdedir. 

Yorumlar kapalı.