Rus çarına “Sizin içinzor olan şey nedir?” diye sormuşlar, “Rusya’yı yönetmek.” diye cevap vermiş. “Peki ondan daha zor olan ne?” diye sormuşlar, “Rusya’yı kötü yönetmek.” diye cevap vermiş.
Bu soruyu Rus çarına değil de bir başka ülkenin yöneticilerine sormuş olsalardı, herhalde Rusya’nın yerine kendi ülkesini geçirerek aynı cevapları verirdi. Ya da bir şirket müdürüne veya bir kurum yöneticisine sorulmuş olsaydı, onlar da, ülkelerin isimleri yerine kendi şirketinin ya da kurumunun ismini koyarak aynı cevapları verirlerdi. Çünkü yöneticilik ağır bir sorumluluk ister ve bu sorumluluklardan uzak tutumlarla kötü bir yönetim sözkonusu olursa bu sorumluluğun üzerine ağır da bir yük biner. Bu yüzden hangi yönetim olursa olsun yükünü hafifletmek için sorumluluklarını daha bir arttırarak belli yönetim prensipleri oluşturmak durumundadır.
Gerici sistemlere ve gerici yönetimlere baktığımızda, bu prensiplerin, ağırlıklı olarak, katı bir hiyerarşi ve katı bir bürokrasi üzerine oturtulmuş olduğunu görürüz. Bunun için hemen hepimizin doğrudan bildiği şu örneği hatırlatmak yeterli gelir; erlerin kara mizah yaparak aktardığı şekliyle ordu içerisinde birinci kural, “Komutanın söylediği doğrudur” kuralıdır, ikinci kural ise, “Eğer yanlış ise birinci madde geçerlidir” kuralıdır.
Bir gerici yönetim bu katı hiyerarşi ve kurallar dizisi içerisinde başarılı olur ya da olmaz, bu, değinmek istediğimiz konunun dışındadır. Ama ilerici, devrimci bir yönetim, yarına dönük yeni bir sistem ve bu sistem içerisinde yeni bir insan amacı taşıdığı için kendi yönetim prensiplerini oluştururken, bu amaca paralel bir prensipler dizisi oluşturmak durumundadır. Çünkü bu amaca ulaşabilmek için çeşitli düzeydeki örgütlenmeler ve bu örgütlenmeler içerisindeki hiyerarşik ilişkiler bir zorunluluk olarak karşısına çıkmaktadır. Bu yüzden gerici kurumları ve gerici yönetimleri analiz ettiği kadar kendi deneyimlerine de dayanarak çözümler üretmek durumundadır.
Sorunu böyle koyduktan sonra herhaldeki bürokrasi ve yönetimden, bu bürokrasi içerisinde yöneten ile yönetilen arasındaki çelişkilerden hareketle yönetici sorumluluğu üzerine durmak önde gelen bir şey olmalıdır. Dolayısıyla toplumu ileriye taşımaya yönelen halk güçlerinin demokratik mevzileri olan demokratik kitle örgütlerinde yönetici sorumluluğuna değinmekte fayda var.
Hangi modelde olursa olsun bürokrasinin olduğu yerlerde yöneten ve yönetilen arasındaki çelişki her daim mevcuttur. Demokratik kitle örgütleri de asgari ölçeklerde de olsa belli bir hiyerarşiye sahip olduğu için bu çelişkiden azade değildir.
Ancak devrimci ve demokrat kurumların, gerici iktidarlardan ve bu iktidarın yedeği durumundaki gerici kurumlardan farklı olarak hiyerarşiyi ve dolayısıyla bürokrasiyi mümkün olduğunca asgari ölçeklere çekmesi gerekmektedir. Çünkü bürokrasi pekiştiği oranda tabandan kopar ve tabandan koptuğu oranda da gericileşmeyle karşı karşıya kalır. Bu yüzden devrimci ve demokrat kurumlar, zorunlu bir ihtiyaç olarak hiyerarşiye başvururken durduğu politik noktanın sorumlulukları gereği başvurduğu bu hiyerarşinin katı bir bürokrasiye evrilmesinin önüne set örer; kendine özgü modellerle bürokrasiyi asgari ölçeklere çekerek ve asgari ölçeklerdeki bu bürokrasiyi de kitleye açık bir şekilde işleterek varolan bürokrasinin katılaşmasını önlemeye çalışır.
Genel yaklaşım bu olmakla beraber bu yaklaşımın hayat bulması için, demokratik kitle örgütlerinin yönetiminde ya da bu yönetime bağlı olan komisyonlarda bulunan yönetici kadroya önemli bir sorumluluk düşmektedir. Çünkü, demokratik kitle örgütünün seçilmiş iradesi olduğu için, kurumun amaçları ve üyelerinin ihtiyaçları doğrultusunda politika üretmenin yanısıra, üretilen politikaları uygulama aşamasında kurum bileşenlerinin toplamını harekete geçirme noktasında da kumanda etme becerisi göstermek durumundadır.
Politika üretme ve kumanda etme becerisini gösteremediği taktirde ilgili kurumu sohbetlerin tüketim alanına dönüştürür ki, bunun da demokratik mücadele açısından hiçbir anlamı yoktur; anlamı olmamanın ötesinde demokratik mücadeleyi rencide eden bir yanı vardır. Dernek adı altında kurulup, lokal şeklinde çalışan mekanların demokratik kitle örgütlerinin adını ne derece rencide ettiği ortada olan bir gerçektir.
Bu yüzden demokratik kitle örgütlerinde seçilmiş her irade ve bu irade bünyesindeki her bir yönetici, öncelikle seçene olan saygıyı yitirmeksizin her politikasında ve davranışında önemli bir sorumluluk taşımalıdır. Çünkü çift taraflı bir kuşatma altındadır. İlk olarak aldığı görevi yerine getirmenin sorumluluğuyla kuşatılmıştır. İkinci olarak ise, yönetilen tarafından her hangi bir üye gibi çıplak gözle değil, mercekle gözlenme kuşatmasındadır.
Bu her iki kuşatmada olumlu bir kuşatmadır ve hiçbir rahatsızlığı kabul etmez.
Bu iki kuşatmadan ikincisi, genel kitle psikolojisinden ve oturmamış zeminlerde dedikoduya evrilen politika biçiminden dolayı ayarı sıkça kaçan bir kuşatmadır. Ve ayarı kaçtığı dönemlerde yönetime ve yöneticilere daral veren bir ortam yaratır ki, bu ortamlarda yönetici, genel prensiplerini unutarak seçene olan saygıyı yitirmeyle yüz yüze kalır.
Böylesi anlar demokratik kitle örgütlerini felce dahi sürükleyebilir. Bu karakterinden ötürü, yönetici yıkıp dökmekten ya da küsüp gitmekten başka yollarda arayış içerisine girmelidir ki, kurumunu muhafaza ederek geliştirebilsin ve böylelikle demokratik mücadeleye kalıcı ve oturaklı bir mevzi yaratabilsin.
Bu arayış yolları, kesinlikle vazgeçilemeyecek olan sorumluluk bilincidir ve bu bilinç, böylesi anlarda metanet içerisinde sağlıklı politikalarla dışa vurmalıdır.
Çünkü demokrasi güçleri ve demokratik mücadelenin bileşenleri arasındaki ilişkilerde saygılı ve ölçülü bir ilişki şart olduğu kadar, çelişkilerin çözümünde de metanet aynı derecede şarttır. Bu çelişkilerin ele alınışında metanetten uzaklaşılıp, gericiliğe karşı olan reflekslerin diriliği ile harekete geçilip, tepki örgütlenirse, bu, her şeyden çok ilgili kurumu ve kurum iradesini rencide eder. Dolayısıyla demokratik kitle örgütleri bünyesinde nükseden sorunlara yaklaşırken ve sorunların bir parçası olan yöneten ile yönetilen çelişkisinin yarattığı problemleri ele alırken, doğan kuşatmaları kurum ve kurum yönetimi için eğitim vesilesine dönüştürmek ve dolayısıyla ayarı kaçmış tepkiler geliştirmeksizin sağlıklı çözümler bulma eğilimi taşımak gerekir.
Aksi halde, yönetim ya da yönetici, sorumluluktan uzaklaşarak yeni yanlışların uç vermesine neden olur ki, bu, bir kurum bünyesinde sorunların büyüyerek çoğalması ve iç boğuntular içerisinde kuruluş amaçlarına uygun politika üretememe noktasına varması anlamına gelir. Bu yüzden, her bir yönetim ve her bir yönetici, seçilmiş bir irade olduktan sonra -yönetim olması bunun sonucudur- Ahmet ya da Mehmet kimliğinden sıyrılarak, Ahmet ya da Mehmet kimliği ile beraber kurum kimliğine bürünmüş olur ki, bu dakikadan sonra sadece yaptığı politika ile değil, attığı her adım ile kurumun sorumluğunu taşıyor demektir; dolayısıyla yumurta küfesi taşıdığını bilerek ağır bir sorumluluk taşımak durumundadır.
Bu sorumluluk taşındığı vakit, düşülen yanlışlar yönetimi seçen kurum üyeleri tarafından da hoşgörü sınırları içerisinde ele alınır ki, bu hoşgörünün tesis edildiği kurumların demokratik mücadeleye katacağı büyük değerler olacaktır.