-Çin Hegemonyası-

ff3f3e10-b0nebfayrm7hmxfl0foi4q

*“Caydırılması gereken güç, hasım…”

Son yıllarda emperyalist güçler arasında iyice keskinleşen nüfus savaşının önemi aktörlerinden biri de Çin’dir. Çin, sosyalizmi terk edip kapitalist rotaya girdikten sonra devlet kapitalizmi ve sermaye birikimi ile emperyalist sistemin güçlü unsurlarından biri halini aldı. ABD, AB ve Rusya gibi tekelci devletlerin pasta payı mücadelesi bilinen bir olgudur, ancak dünya pazarındaki güç dengeler hiçbir şeyin sabit kalmayacağına işaret etmektedir. Bu gerçeklikten hareketle ABD’nin ekonomik, askeri, siyasi hegemonyasının gerilediğini ve bu alanları Çin’in yavaş yavaş kararlı adımlarla doldurduğunu söyleyebiliriz.

Çin, sadece ithalatı kısıp iç pazarda ürettiği malları kullanarak büyümedi, dünyanın çeşitli bölgeleriyle de ekonomik, ticari ilişkilerini sürdürdü. Deng Şiao Ping’in 1978 yılında “Reform ve Dışa Açılma” olarak adlandırdığı program, kolektif sosyalist ekonomik modelin tasfiyesi, ülke kaynaklarının, emek gücünün serbest piyasa ekonomisiyle entegre edilmesiydi. Kapitalizmin Çin’deki restorasyonuyla birlikte kâr için üretimin, tekelleşmesinin önünü açan dünya piyasalarıyla bağlantı kuran dışarı açılma hamleleri Deng sonrası da sürdürüldü. Son dönemlerde Çin’in ekonomik, askeri gücünün, hegemonya alanının artmasıyla birlikte sık sık gündeme gelen Şi Jinping de benzer politikalarla tekelci politikaya hizmet ediyor. 2012 yılında Çin’in başkanı olan Şi’nin önceliği yabancı sermaye yatırımlarını ülkeye çekmek ve kapitalist tekellerin önündeki engelleri kaldırmak olmuştur. “Kuşak ve Yol Girişimi” bu gerçekliğin somut politikalarındandı.

Çin sermayesi bugün dünyanın dört bir yanına yayılmış durumdadır. Fortune Global 500’ün 2017 verilerine göre, dünyadaki en büyük on tekelci şirketten üçü Çin’e ait. Bu tekel devleri Asya’dan Afrika’ya, Avrupa ve Amerika’ya kadar birçok kıtada etki alanını günden güne genişletmekte. Çin’li tekeller; doğal kaynaklar, altyapı, ulaşım, demiryolları, havaalanları, limanlar gibi alanlarda sermaye ihracatçısı konumundadır. Dünyanın pek çok bölgesinde sömürü ağlarını, bağımlılık ilişkilerini derinleştirmektedir. Afrika ülkelerinin altyapılarını üstlenip değerli madenlerini sömürmesi, ucuz dayanaksız metalarıyla pazarı doldurarak pazar payını arttırması, Asya-Pasifik ülkeleriyle sermaye aktarımı -kredi temini-üzerinden ilişki geliştirmesi, petrol tekelleriyle Afrika ve Ortadoğu’da işbirliği geliştirmesi, bölgedeki ABD destekçisi Japonya ve G. Kore gibi devletlerin pazar paylarını daraltıp ekonomik numaralarını kırması, Ortadoğu’ya meta pazarı açması, bölgeden enerji ihtiyacının belli bir bölümünü karşılaması, teknoloji alnında ilerlemesi (özellikle çip ve elektrikli otonom araçlarda) Çin’in son dönemde öne çıkan özelliklerinden birkaçıdır. Çin’in Güney Çin Denizi-Pasifik bölgesindeki geniş alanın kontrolünü elinde tutması nedeniyle bu bölgede ABD ile sık sık gerginlikler yaşadığı biliniyor. Çin sermayesinin Latin Amerika’ya, Afrika’ya, Ortadoğu’ya yayılmasından, bu bölgedeki etkisinin azalmasından rahatsız olan ABD’de Çin’in dikkatini Asya bölgesine odaklayacak adımlar peşinde. Bölgede Çin aleyhine en kullanışlı aparat şimdilik Tayvan olarak görülüyor. 2022’de ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi’nin Tayvan’ı ziyareti ve akabinde yaşanan kriz hatırlanacaktır. ABD’nin Tayvan’la ilişkisi 1979 Tayvan İlişkiler Yasası üzerinden yürütülüyor ve Tayvan resmen devlet olarak tanınmadığı için ABD-Tayvan arasında resmî bir askeri işbirliği anlaşması da bulunmuyor. Fakat tüm bunlar ABD’nin Tayvan’ı silah pazarı/müşterisi olarak kullanmasının önünde engel değil. Nitekim Çin-Tayvan arasındaki gerilimin ABD’nin işine yarayan bilinçli bir politika olduğunu da ifade edebiliriz. ABD’nin Tayvan’a 2022 yılında 18 milyar dolarlık silah satışı gerçekleştirmesi, bölgedeki gerginliğin dünyanın en büyük silah tekeli olan ABD’nin çıkarına olduğuna işaret etmektedir. Silah tekelleri gerilim, çatışma ve kandan beslenirler. Dolayısıyla ABD’nin silah ticaretinin devamlılığı açısından Tayvan’ın Çin’e karşı kışkırtılması hayati önemdedir.

G7 Zirvesi

Japonya’nın Hiroşima kentinde toplanan G7 zirvesi sonrası ABD Başkanı Biden ABD-Çin arası buzların eriyeceğini ifade etmişti, fakat parametreler bunun tersine işaret ediyor. Zira ABD bu zirveyi müttefikleriyle ilişkileri sıkılaştırıp Çin’i kuşatma, baskı altına alma ve bölgede yalnızlaştırma aracına çevirdi. Mesela, ABD-AB ve Japonya Çin’e karşı “güç birliği” artırmayı net bir biçimde ifade etti. Emperyalist güçlerin rahatsızlıklarının başında Çin’in dünya pazarındaki yükselişi geliyor. ABD ekonomisinde resesyon tehlikesinin güçlendiği, enflasyonun %8,5 olduğu bir dönemde bu adımların gelmesi şaşırtıcı değil. Bu arada Çin’in 225,5 milyar dolarla dünyada en fazla ihracat yapan ülke olduğunu da unutmamak lazım.

Ayrıca G7’ye birçok ülke de davet edildi. Asya’nın önemli güçlerinden Hindistan’da bunlardan biriydi. Peki Hindistan neden önemliydi? Zira Hindistan gerek nüfusu, gerekse de üretimdeki gelişimi dolayısıyla bölgede Çin’e rakip ülkelerin başında gelmekteydi. Ayrıca Hindistan Doğunun NATO’su olarakta adlandırılan Şangay İşbirliği Örgütü’ne (Sınır Bölgelerinde Askeri Güvenliğin Derinleştirilmesi) 2017 yılında üye olmuştu. Yanı sıra Hindistan, açıkça Çin’i hedefleyen ABD, Japonya ve Avustralya’nın yer aldığı 4’lü Güvenlik Diyaloğu (Quadrilateral Security Dialogue (QSD)) grubunun da üyesidir. Karşıt her iki grupta da yer alışı Hindistan’ı önemli devletlerden yapmıştı. G7’ye Hindistan dışında Endonezya, G. Kore, Brezilya, Afrika Birliği Başkanı ve Ukrayna davetliydi. Elbette bunlar da tesadüfi devletlerden değildi. Endonezya, Afrika Birliği ve Brezilya Çin’le sıkı ekonomik, ticari ilişkileri olan devletlerdir. Örneğin Çin’in yalnızca 2018 yılında Afrika’ya 60 milyar dolarlık yatırım, sermaye aktarımı yaptığı bilinmektedir.

Bu zirvenin sonuç bildirgesinde, önümüzdeki yıllarda Çin’e karşı nasıl durulacağı, caydırıcı hangi adımların atılacağı yer aldı. Çin’in “ekonomik baskı politikaları” kınandı ve Çin’in Asya’da hakimiyet kurmasını engellemek için Hind-Pasifik ortalığının önemi öne çıkardı. Ve son olarak Çin’in Güney Çin Denizindeki genişlemesi politikalarıyla Tayvan’a karşı tutumu eleştirildi. Bildirgeden de anlaşılacağı gibi G7 ülkeleri Çin’e karşı yapılacak hamleleri görüşmek üzere toplanmış ve Çin’i Tayvan’a karşı askeri bir müdahale yapmaya zorlamıştır. Peki tüm bunların: “Çin’in toplam küresel sinai katma değer içindeki payı, 2004-8 arasında %8-9’dan 2021’de %30 düzeye çıkarak 49 trilyon dolara, ABD (2,5 trilyon dolar) ve Avrupa’nın (2,5 trilyon dolar) toplamına ulaştı. ABD’nin 16 bankası SVB’nin geçen hafta batması, ABD merkezli finans sisteminin 2008’den bu yana zaaflarını alamadığını gösterdi. Moody’s ABD banka sektörünün derecesini negatife indirdi. (Cumhuriyet/ 16.03.2023)” verileriyle bir bağlantısı olabilir mi?

Çin’in Diplomasi Adımları

Çin’in sadece Asya ülkeleriyle değil, dünyanın birçok bölgesiyle de ticari ilişkiler geliştirdiğini belirtmiştik. Çin artık komşularını konsolide etmekle yetinmiyor, Afrika, Ortadoğu, Latin Amerika ülkelerini de yanında saf tutmaya davet ediyor. Bunun için ticari ilişkileri, arabuluculuk politikaları, kredi işbirliği gibi çeşitli ekonomik, askeri, teknolojik alanları kullanabiliyor. Mesela, yıllardır bölgede gerginlik yaşayan İran ve Suudi Arabistan’ın Çin’in arabuluculuğunda 10 Mart 2023’te anlaşmaya varması. Çin bunları dünya barış elçisi olduğu için yapmıyor elbette. Gerilimin o ülke halklarının üzerindeki olumsuz yansımalarıyla da ilgilendiği için de bu adımları atmıyor. Bunlar karşılıklı çıkara dayanan politikalar. Tabii daha çok Çin’in kazançlı çıktığı…Bu süreçte Çin, içinde Suudi Arabistan’ın da bulunduğu kimi ülkelerle “Kuşak ve Yol Dijital Ekonomi Uluslarası İşbirliği Girişimi”ni başlatmıştı. Kuşak ve Yol’un Güney rotası İran’dan geçtiği için bu iki ülkenin yakınlaşması hem Çin’in ekonomik kazancı hem de ABD ile sıkı askeri ilişkileri olan S. Arabistan’ın ABD’den uzaklaştırılıp kazanılması açısından önemliydi. Ve birçok konuyu tayin eden ekonomi, bu projede de gün yüzüne çıkmış, Çin-S. Arabistan 28 milyar dolarlık anlaşma imzalamıştı. Çin petrol ithalatının yarısını Ortadoğu’dan yapmakta ve özellikle Suudi Arabistan ve İran’ın bir numaralı petrol ithalatçısı konumundadır. Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesi 2021’de Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi kapsamındaki yatırımlarının %28,5’ini çekti. 2005’ten 2022’ye kadar Çin’in bölgedeki toplam yatırımı 273 milyar dolar oldu ve yatırımların %46’sı enerji sektöründe gerçekleşti. Bu gelişmeler Ortadoğu’daki enerjinin kapitalizmin üretim anarşisi için ne kadar gerekli olduğunu bir kez göstermişti. Başta petrol ve doğalgaz olmak üzere enerji; üretimde, pazarların emtiaya boğulmasına, kısacası kapitalist sistemin varlığı ve sürekliliği açısından olmazsa olmazdır.

Çin’in Arap ülkelerine açılımı sadece Suudi Arabistan ile sınırlı kalmadı. ABD’nin bölgedeki gücünü zayıflatmak için Şi Jinping 2022’de körfez ülkeleri ve 21 Arap ülkesiyle iki zirve düzenlemişti. Bu zirvelerin sonuç bildirgesi olan Riyad Bildirisi’nde “Sürdürülebilir kalkınmanın sağlanması için Arap ülkelerinin Kuşak ve Yol Girişimi’ne ortak olmasının önemi…” vurgulandı. (13.03.2023-Cumhuriyet)

Suudi Arabistan-İran arabuluculuğunu istediği şekilde sonuçlandıran Çin, ardından İran-Bahreyn arasındaki sorunun çözümü için devreye girerek bölgedeki etkisini artırmaya başladı. Dikkat edilirse Suudi Arabistan ve Bahreyn, ABD’nin bölgedeki en önemli müttefikleriydi. Fakat Suudi Arabistan Çin ile ilişkileri bir adım daha ileri taşıyarak ŞİÖ’de diyalog ortağı oldu. Elbette Çin’in diplomatik adımları bunlarla sınırlı kalmadı. En son bir diplomasi girişimi de tabiri caizse ABD’nin burnunun dibinde gerçekleşti ve Tayvan’la ilişkilerini sonlandıran Orta Amerika ülkesi Honduras, Çin’le diplomatik ilişki kuracağını açıkladı.

Yanı sıra Çin, bizzat ABD’nin taraf olduğu Rusya-Ukrayna savaşı hakkında da bir plan açıkladı. Çin 12 maddelik “barış” planıyla ABD’nin Ukrayna’daki savaş stratejisini engellemeyi hedefledi. Bu planın ABD’yi etkilediğini belirtebiliriz. Zira az önce G7 zirvesine Ukrayna’nın da davet edildiğini ifade etmiştik. Çin’in “barış” planının ardından Ukrayna’nın G7’ye daveti manidardır. Çin’in Rusya ile yakınlığı, dostluğu diğer ülkelerle Çin’in ilişkilerini geriletmek için kullanılmaktadır. Bunu bir etkisinin olup olmayacağı zamanla görülecektir. Ancak Çin’in belki de en büyük diplomatik adımı Rusya-Ukrayna arasındaki çatışmaları sonlandırma olabilir.

Çin’in ABD ve AB ile arasındaki krizin başlıklarından biri de teknoloji savaşlarıdır. Çin teknolojik alanda, çip üretiminde de dünya pazarında önemli bir paya sahip. Öyle ki, ABD bile çip alanında Çin’e bağımlı hale gelmiştir. Bu bağımlılık ilişkisini geriletebilmek için ABD geçen yıl Çin’den çip ithalatını sınırlandırmak adına Çip ve Bilim Yasası çıkarttı, çip üreten özel şirketlere ödenecek teşvikleri de artırdı.

Esasında ABD’nin önünde çok fazla seçenek bulunmuyor. ABD ya Çin’in teknolojik üstünlüğünü, pazar payını geliştirmesini, ekonomik olarak büyümesini, “barışçıl” diplomatik adımlarla hegemonya alanını genişletmesini kabul edecek -ki bu güncel veriler ışığında zor görünüyor- yada günden güne Çin karşısında eriyen gücüne karşın Çin’le en sert şekilde mücadele etmeyi sürdürecek.

Çin’in hegemonya alanını genişletmesi, pazar rekabetinde kararlı adımlarla ilerlemesi tekelci düzenin gerçekliğini bir kez daha göstermiş oldu. Emperyalist dünya sistemi saldırganlık ve gerici savaşlar karakterizedir. Mevcut durumda içerisinden geçilen siyasi-ekonomik krizlerin aşılabilmesinin yolu emperyalist blokları karşı karşıya getirecek olan emperyalist paylaşım savaşının taşlarını döşemektedir. Buda başlı başına bir kriz sistemi olan tekelci kapitalizmin doğası gereğidir.

*ABD Ulusal Güvenlik Belgeleri’nde Çin’le ilgili olarak yer alan ifade.

Exit mobile version