Proletarya kavram olarak benim için sadece üretimde yer alan, emek gücünü kiralayan veya satan bir sınıf değil, 11. tezin ışığında dünyayı değiştirmeye adanmış bir siyasal ve felsefi hareket etme tarzıdır.
Evet o üretimde bulunan işçi, emekçi kitleleler, köylü rençber kitleler ile hemhal olurken onun taşıdığı bilinç, onu bu kitlelerden sadece örgütleyici öncü olarak ayırır. Taşıdığı bilinç bu kitlelerde yankı bulursa, kendisi kitlelere değil kitleler kendisine benzemiş demektir. Lümpen emekçi kitlelerle, proleterleri birbirinden ayıran sınıfsal, siyasal ve felsefi netlik burada yatmaktadır. Proletarya partisinde örgütlü olmak demek, onun yörüngesinde örgütlü olan insan kitlesi hangi sınıfsal uzantının ürünü olursa olsun, proleter demektir. Merkezileşmiş, disiplinli, hiyerarşisini oluşturmuş, her türlü içeriden ve dışarıdan üretilecek manipülasyon çabalarına cevap olacak çalışma tarzını yaratmış, ML ilkeler etrafında siyaset yapan, günü kurtarmaya değil, geleceği kazanmaya yazgılı parti demektir.
Proletaryanın devrimci politik dönüşüm ve değişimi muştulayan örgütü yoksa, onun görevi o örgütü yaratmaktır. Proleterler birbirinden ayrı siyasal yörüngelerde, küçük devrimci gruplara sahip olabilir, fakat bu sahip olma durumu, eldeki ile yetinmeyi değil, grupları birleştirip Komünist partiyi yaratma arayışını beraberinde getirmelidir. Birlik politikası tam olarak burada devreye girer.
Birlik Politikası
Proleterler için en can alıcı politika birlik politikasıdır. RSDİP tarihi birbirinden ayrı proleter öncü gurubun birliğinde yatmaktadır, sonrası 1903 kongresinde yaşanan bilimsel tartışmaların gölgesinde yaşanan ayrışma ile beraber sürekli birlik ve ayrılık diyalektiğinin damgasını vurduğu dönemler dizisi olarak Komünist parti yaratılana kadar devam etmiştir. Hakiki bir Komünist parti ancak ve ancak 1917 devrimi sonrası çarlık Rusya’da yaşayan tüm halk kitlelerine, işçi ve emekçilere muştulanmıştır.
Politika kör odalara, sağır duvarlara seslenerek yapılamaz. Diyalektik Devrimci politikadan hakkını istemektedir. Diyalektik için, Devrimcinin, Komünistin yapması gereken, kendisinden geri veya ileri olanla, Sürekli canlı tartışmalara ve halk kitleleri ile çeşitli etkileşimlere girmektedir. Bunun sayesinde düzeyini ölçer, ileri doğru adım atıp atamayacağını anlar. Taktik geri adımı dahi bunun sayesinde atar. Birliğe ilişkin basit ve yavan konuşmak, ayrılıkları sadece hırsa yorumlamak eğer süreç açısından canlı tartışmalar varsa, kadrolar ileri, devrimci gruplar ve hatta Komünist olduğunu iddia eden grupların kadro profili, yazdığı, çizdiği tartıştığı şeyler eleştirel zeka ve politik derinlik barındırıyorsa topa tutulmalı. Ne var ki ne kadrolar, ne de Komünist olduğunu iddia eden grupların düzeyi sanıldığı kadar ileridir. Durum tam tersine çok geri bir düzeydedir. Dolayısıyla devrimci gruplar için söylersek şu an içinde bulunulan ayrılık tavrındaki ısrar ve hatta oluşabilecek ayrılma çabaları birlik politikası yaratamamak ve ileriyi hedefleyen politik yönelim geliştirememekten, süreçlere karşı atıl kalmaktan başka bir şey değildir. İşçi sınıfının en ufak çalışma alanında kurduğu birliklerin çoğu hırs ve rekabete başvuran işçiler tarafından dağıtılırken, birliği kuran sürecin ta kendisi bilinç sahibi ve dayanışmayı mücadelesinin göbeğine çekmiş işçiler sayesinde gerçekleşiyor, kaldı ki bu birlik dahi sosyal ve ekonomik hak temelinde talepler etrafında gelişiyor.
Birleşik Komünist Parti/Marksist-Leninist-Maoist Türkiye ve Kuzey Kürdistan için yaratılmalıdır. Maoist olduğunu düşünen partili her grup kendi dinamiğine yaslanmak, kendi dinamiğini büyütmek ve bağımsız sınıf hareketini yaratmak zorundadır. Türkiye ve Kuzey Kürdistan’ın içinde bulunduğu koşullar işçi sınıfının birliğini, komünistlerin birliğini, faşizme ve emperyalizme karşı geniş halk yığınlarının birliğini zorunlu kılmaktadır. Birlik politikası olmayan ne devrimden bahsedebilir, ne de içinde bulunduğumuz zorlu koşullarda kendi siyasal hattından doğru politika üretebileceğini iddia edebilir. Her partili gücün saflarında yaşanan dağılma, çürümeye yüz tutma, son on yıllık periyotta emperyalizme bağımlı Türkiye kapitalizminin faşist yönetim biçimi ile saldırısına karşı gerekli cevabın verilememiş olmasının nedeni burada yatmaktadır.
CHP’nin seçim kaybının, reformist siyaset ve bazı devrimci hareketlerin kitlelerinde yarattığı moral bozukluğu dikkatle incelenmelidir. Komünistler açısından insan kitleleri seçmen olarak değil, çeşitli sınıfsal katmanlardan devrimin dostları, potansiyel kitlesi ve düşmanları olarak ayrıştırılır. İdeolojik gerileme, düşünsel bozunum, liberalleşme, post Marksizme saplanma, demokratizme iman etme, teorinin her şeye vakıf olduğunu düşünme ve pek çok şeyin çarpık öğrenilmesi, sağlam kurumsal mekanizmaların çöküşe uğramasından başka bir şey değildir. Ve unutulmamalıdır ki Marksizm, Leninizm ve Maoizmin teorik ve ideolojik krizi onun kendi pratiğinden asla bağımsız değildir.
Sınıf mücadelesi ve çatışması tüm dünyada olduğu gibi Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da olanca sertliğiyle devam ederken Başkan Mao’nun uzmanlara değil, kızıllara ihtiyacımız var dediği şey tam olarak işçi sınıfının ve geniş halk yığınlarının boyunduruk altından kurtulmak için kendi proleter öncülerine ihtiyacı vardır.
Lenin’den aktaracak olursak; “Yalnızca sınıf mücadelesini kabul edenler, henüz Marksist değildir. Marx’ın öğretisindeki ana noktanın sınıf mücadelesi olduğu çok sık yazılır ve söylenir. Ama bu değildir. Ve bu yanlış düşünce, her seferinde, Marksizmin oportünistçe çarpıtılmasına, onu burjuvazi açısından kabul edilebilir kılan bir ruha büründürülmesine yol açar, Çünkü sınıf mücadelesi öğretisi Marx tarafından değil, Marx’tan önce burjuvazi tarafından yaratılmıştır ve genel olarak, burjuvazi açısından kabul edilebilir bir öğretidir. Yalnızca sınıf mücadelesini kabul edenler, henüz Marksist değildir, bu kişiler hala burjuva düşüncesinin ve burjuva siyasetinin sınırları içinde kalıyor olabilir. Marksizmi sınıf mücadelesi öğretisiyle sınırlamak demek, Marksizmi budamak, çarpıtmak ve burjuvazi açısından kabul edilebilir olan bir şeye indirgemek demektir. Sadece, sınıf mücadelesini kabul etmeyi proletarya diktatörlüğünü kabul etmeye vardıran bir kimse, Markisttir. Marksist ile sıradan küçük (aynı zamanda büyük) burjuva arasındaki en derin ayrımı oluşturan şey de budur.” (Devlet ve Devrim)
Yalnızca sınıf mücadelesini kabul edip PD’ye karşı burjuvaziden aman dileyenlerin hâlini Lenin yüz yıl önce yazdı. Aradan geçen yüz yıl sonra sadece demokrasiye iman edenler Kılıçdaroğlu’nun yenilgisi ile devrimin yenilgisini bir tuttu. İşte bu siyasal hattan ayrılıp kopmak, daha ileriye demirlemek, bu siyasal hattı dönüştürmek, bu seviyeye düşmemek, bu siyasal hatta bulunanları kendi seviyesine çekmek, kendisine Kaypakkayacıyım, MLM’im diyen herkesin boynunun borcu değil mi?
İbrahim Kandahar
Yorumlar kapalı.