Eylül ayı, ülkemiz komünist hareketin tarihinde iki dönüm noktasına tanıklık etti. Birincisi Mustafa Suphi önderliğinde TKP’nin kuruluşu, ikincisi de MKP’nin Birinci Kongresini gerçekleştirerek TKP(ML)’nin ve önder yoldaş İbrahim Kaypakkaya’nın tezlerine bağlı kalarak çizgisini oturtmasıdır. TKP’nin kuruluşu, şanlı Ekim Devrimi’nin etkisiyle ülkemizde ilk olarak bilimsel sosyalizmin temel tezlerini rehber edinen modern anlamda komünist bir partinin kurulmasıdır.
İşgal altındaki ülkemiz topraklarında proletaryanın önderliğinde ezilen halkların kurtuluş bayrağıdır. Mustafa Suphi önderliğindeki TKP, her ne kadar ülkenin durumunu programına doğru bir şekilde uyarlamada eksiklikler taşısa da (ki zaten bu eksiklikler Mustafa Suphi önderliğinin Karadeniz sularında Kemalistler tarafından katledilmesine yol açtı) ülkemiz komünist hareketin tarihinde önemli bir adımdır ve komünist mirasını TKP(ML)’ye devretmiştir.
MKP’nin 1. Kongresi’ni Eylül ayında gerçekleştirmesi bu anlamda yukarıda da değindiğimiz tarihsellik içerisinde bir rastlantı olsa da doğru tarih bilinciyle yaklaşıldığında günümüz koşulları içerisinde MKP’nin 1. Kongresi’nin hem tarihsel hem de içinde bulunduğumuz dönem açısından anlamının kavranması daha kolay olacaktır.
Kogrenin dönem açısından önemi
MKP’nin 1. Kongresi dönem açısından ne gibi bir önem taşımaktadır? Birincisi tasfiyecilik ve reformizmin kol gezdiği, her başı sıkışan devrimcinin soluğu Avrupa’da aldığı bir dönemde gerilla bölgesinde gerçekleştirilmesi itibarıyla başlı başına bir duruş olarak tarihe kaydolmuştur. İkincisi ise MKP’nin tarihi açısından bugüne dek bir kongre gerçekleştirememesi ve bu nedenle sistematik bir önderlik çizgisi oluşturamaması nedeniyle önemlidir. Kongre gerek düşmanın “kongre yaptırtmama” çabalarına, gerek tabanımızın bu konudaki güvensizliğine karşı da önemli bir adım olarak tarihteki yerini almıştır. TKP(ML)’nin programatik görüşlerinin resmileştirilerek program haline getirilmesi, 30 yıllık Tarihi Muhasebe’de parti içindeki çizgi sorunlarının bütünlüklü bir değerlendirilmesinin yapılarak parti içi iki çizgi mücadelesinin doğru bir zemine çekilmesi sadece basit teorik sorunların halledilmesi şeklinde anlaşılmamalıdır. Gerek programın resmileştirilmesi gerek Tarihi Muhasebe’nin yapılmış olması stratejik ve taktik önderliğin kurumlaştırılması ve sürekliliğinin sağlanabilmesi açısından salt teorik değil aynı zamanda partinin ideolojik-politik yöneliminin netleştirilmesi anlamına gelmektedir.
Partinin tarihi başarılarıyla ve bir çok deneyimle zengin bir tarih olmasına karşın gerek önderliğin gerek çizgi sorunlarının aşılamamasıyla bu zengin tarihin bizlere bıraktığı mirası doğru değerlendiremiyor, kalıcı ve kurumsallaşmış bir şekilde geleceğe bırakılmasında sorun yaşıyorduk. Bu sorunlar partinin örgütsel durumuna da yansıyor ve gerilla bölgelerinden şehirlere kadar, tüm alanlarda, kısa vadeli ihtiyaçlar doğrultusunda ve o günkü kadro şekillenişinin ufkunu ve yeteneklerini aşamayan bir örgütlenme gerçekliğiyle yine kalıcılaşma ve kurumlaşma sorunu yaşıyor ve bu nedenle varolan tabanımızın dağınıklığına yeni bölgelere ve ilişkilere açılmamıza engel oluşturuyordu.
Kongreyle bir bütün olarak bu sorunları aştığımızı söylemek gerçekçi olmayacaktır. Fakat sorunun farkına varmak, yani problemi anlamak problemi çözmenin yarısı anlamına geldiğinden bu sorunların aşılmasında ciddi bir mesafenin katedildiğini de söyleyebiliriz.
Tarihimizde yaşadığımız çizgi sorunları ve örgütsel kaoslar genel olarak örgütlenme bilincinde ciddi erozyonlara yol açtı. Bu erozyon genel olarak Türkiye-Kuzey Kürdistan’da varolan tasfiyecilik ve reformist eğilimle de birleştiği noktalarda örgütlü yapımız ve tabanımızda güvensizliklere yolaçmıştır. Fakat kongrenin gerçekleşmesi ve ortaya çıkardığı ideolojik-politik sonuçlar bu güvensizliğin aşılmasında ve örgüt bilincinin yeniden şekillenmesinde önemli bir araç olmaktadır.
Partilerin tarihinde kongreler önemli süreçlerdir
Partilerin tarihlerinde kongreler önemli süreçlerdir. Kendi durumları ile sınıf savaşımının güncel ve dönemsel seyrini birleştirebilen partiler önder ve öncü rolünü gerçekleştirebilen partilerdir. Bu nedenle kongrenin kendisini ve ortaya çıkardığı sonuçları basitçe ele almak sınıf savaşımında partinin ve ideoloji-politik donanımının önemini kavramamaktadır. Bu şekilde kavrayışsızlıkların olduğu açık. Kongre öncesinde kongrenin önemini kavramayıp kongrenin gerçekleştirilmesi konusunda ayak bağı olanların kongrenin sonuçlarına yaklaşımı da bunun göstergesidir. Halen kongrede parti iradesinin ortaya çıkardığı sonuçları dar ve küçük hesaplarla ele alıp ideolojik-politik bir mücadele ortaya koymak yerine kendi kendini tatmin edici yaklaşımlara girmek en basitinden kongrenin ortaya koyduğu iradeyi anlamamak demektir.
Kongre öncesi partinin içinde bulunduğu durum bilinmektedir. Örgütsel olarak daralmış ve yukarıda belirittiğimiz gibi kendi tabanıyla örgütlü bir şekilde buluşamama sorunları yaşanmaktaydı ve tüm bunlar partinin ideolojik, politik, askeri ve örgütsel görevlerini yerine getirmede engel oluşturmaktaydı. Kongre bunu tespit ederek planlar yaptı ve durumu tersine çevirmek için çalışmalarına başladı. Hem de kongrenin sonuçlarına karşı yalan yanlış bin bir türlü spekülasyonlara rağmen. Kongrenin hemen sonrası süreçte ABD önderliğindeki emperyalist işgal koalisyonun Irak’ı sömürgeleştirme savaşını başlatmasıyla gündemin bu ağırlıktaki görevleriyle de karşı karşıya kalan parti hem bu görevi hem de kendi planlarını gerçekleştirme konusunda ağır bir yükle karşı karşıya geldi. Buna rağmen görevlerinin altında kalmadı ve subjektif gücü oranında kitlelere önderlik etmeye çalıştı.
Kongrenin yıldönümünü selamladığımız bu günlerde geçen bu bir yıllık sürece baktığımızda kongre öncesi süreçle bugün arasında önemli farklılıkların olduğu ortadadır. Bu da pratik olarak kongre ve yöneliminin doğru sonuçlar ortaya koyduğunun bir göstergesidir. Açıktır ki daha katedilmesi gereken mesafe çoktur. Fakat sınıf savaşımında bir partinin değerlendirilmesi yapamadıklarından çok gerçekleştirdikleri ile değerlendirilir. Geçmişte sık sık “olmamız gereken yerde değiliz” diyerek partinin durumunu değerlendirmeye çalışıyorduk. Oysaki geleceğe de dair bir belirleme içeren bu değerlendirme tarzıyla partinin nerede olması gerektiği de bir türlü açıklanamıyor bu nedenle de partinin gerçek durumu bilimsel olarak tartışılamıyordu. Parti, Tarihi Muhasebe’nin yapılmış olmasıyla tarihindeki somutluk içerisinde-geleceğe ait bir belirsizlikte değil-yapıp, yapamadıklarıyla değerlendirilerek partinin gerçek durumu tarihsel gelişimiyle birlikte incelenmiştir. Elbette eksikleri vs. söz konusudur. Ancak temel konularda muhasebe partinin tarihsel gelişimini çok yönlü bir şekilde ortaya koyarak ne yapılması gerektiğini tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermiştir.
Kongre’yle birlikte “tarih yeni başlamış” değildir. Ya da bazılarının anladığı şekliyle geçmiş inkar edilmemektedir. Kongre’de yapılan Muhasebe bir “eleştiri”dir ve devrimci eleştiri köklü olmak zorunda olduğundan Muhasebe de sorunu kapsamlı ve köklü bir şekilde ele almaya çalışmıştır ki bu bir yöntem sorunu olarak doğru bir yöntemdir. Tarihsel muhasebe incelendiğinde görülecektir ki muhasebe çeşitli dönemleri aklama ya da haklı çıkarma çabası içerisinde değildir. Parti tarihine damgasına vuran tüm önderlikler eğrileriyle, doğrularıyla birlikte ele alınmaya çalışılmıştır. Bunun dışında ideolojik, politik, örgütsel ve askeri sorunlara bilimsel bir yanıt olunmaya çalışılmıştır.
Ancak bu yöntem doğru anlaşılmadığından bugüne kadar muhasebenin bütününe yönelik eleştirilerden ziyade dönemlerin eleştirisi “eleştirilerek” aslında o grupçu, klikçi zihniyetten kopulamayarak muhasebe ele alınmaktadır. Yani bu tarz eleştiri sahiplerinin muhasebeye yönelik ilgisi sadece kendi dönemleriyle sınırlı kalmakta ki grupçu zihniyet sonucu diğer bölümlerin okunması zahmetine bile katlanılmamaktadır. Bu da partiye damgasını vuran önderlik çizgilerinin halen diyalektik ve tarihsel materyalizmden ne anladıklarının ya da nasıl kavradıklarının iyi bir göstergesi olmaktadır. En hafifinden eklektik düşünce tarzı diyebileceğimiz bu düşünce tarzı zaten muhasebenin konusu olmaktadır ve bu haliyle tutucu bir şekilde kendi dönemlerine toz kondurmak istemeyenlerin bu “eleştirileri” getirmesi anlaşılmaz değildir. Muhasebenin bu tarz eleştiri alması ve çeşitli çatlak seslerin çıkması kötü değildir. Aksine iyidir. Bu eleştiriler ne kadar sekter ve kaba olsa da sonuçta kongre çizgisinin kendisini denetlemesine hizmet etmektedir. Bu nedenle bu “eleştiri” sahiplerinin niyetleri ne olursa olsun hangi platformlarda karşımıza çıkarlarsa çıksınlar ideolojik olarak tartışmaya ve onların deyimiyle “hesaplaşmaya” hazırız ki her aktivistimiz de bu tartışmalara ölçülü bir şekilde katılmalı ve kongre çizgisini bıkmadan usanmadan anlatmaya çalışmalıdır. Şu iyi anlaşılmalıdır, kongre çizgisine karşı böyle çatlak sesler çıkmaması kötü olurdu. Çünkü bu yanlış ideolojik çizgilerden ve politikalardan köklü bir şekilde kopamadığımız ve herkesi memnun eden bir “muhasebe” yapıldığı anlamına gelirdi ki bu da kongrenin partiyi daha sağlam bir zemine çekmesine değil, çürük zeminlere taşırdı. Bu nedenle böylesi bir köklü kopuş karşısında “iki çizgi mücadelesi”nden imtina edenlerin gazetelerinde sayfalar dolusu “ak aktır, kara karadır” “açıklamaları”(?!) doğal bir sonuçtur.
Kongredeki köklü kopuş, program ya da ideolojik çizgiden kopma değildir. Yani İbrahim Kaypakkkaya yoldaşın tezlerinden ve Maoizm’den bir kopuş sözkonusu değildir. Aksine program ve ideolojik çizgi konusunda partinin netleşmesini sağlamaya çalışmaktadır. Tabii ki bu geçmiş önderlik çizgilerinden bir kopuşu ve özü yakalayışı ifade etmektir. Geçmiş önderliklerin eleştirisi tarihi reddetmek anlamında değil, tarihimizden öğrenmek içindir ki bu tarih bizim tarihimizdir.
Kongre çizgisiyle bütünleşmek öyleyse önemsiz veya basit bir şekilde ele alınamaz. Bu yeniden kalıba dökülmektir. Politika yapış tarzından bunu ifade edişe kadar, örgütlenme çizgisinden askeri çizgiye kadar, kendimizi yeniden eğitmektir. Tüm bunlar aynı zamanda kitle ve önderlik çizgisinin de ne olduğunun ifadesidir.
Çizgiyle bütünleşmek önemsiz ve basit bir sorun değildir
Kongre çizgisiyle bütünleşmenin ve kendini yeniden kalıba dökmenin en iyi göstergesi bağlılık ve niteliktir. Disiplin içerisinde ve kollektivizmden kopmayarak örgütlü bir şekilde çalışmalarımızı sürdürmektir. Anlık heyecanlar ya da duygularla değil planlı programlı bir şekilde çalışmaktır. Devrim heyecanını ve çoşkusunu yitirmeden sabırlı ve kararlı bir çalışma yürütmektir. Bağlılık deyince kör bir bağlılıktan bahsetmiyoruz. Bağlılık devrime, halka ve partiye bağlılıktır. Partinin tartışma ve demokrasi işleyişi bellidir. Bağlılık bunları dıştalamaz. Ancak “hep demokrasi, hiç disiplin olmamalı” anlayışı ya da demokrasiyi de disiplini de kendi öznel durumuna göre yorumlayan anlayışlar devrimci ve komünist bir anlayış ve çalışma tarzı olamaz.
Devrime bağlılık, halka bağlılık ve partiye bağlılık örgütlenirken, nitelikle birlikte esas alınmalıdır. Kararsız unsurlarla örgütlenmelerimizi şişirmek yerine her zaman kararlı yoldaşlarla yeteneklerine göre örgütlenme yapmalıyız. Bu konuda mükemmeliyetçi olmayacağız. Yoldaşlarımızın yeteneklerini çoğaltarak bilgi ve deneyimlerini arttırmaları için onlara yardımcı olacağız. Sağlam bir örgütlenmeyi ancak bu şekilde yaratabiliriz.
Parti örgütlenmesiyle, politik kitle örgütlerinin niteliğini birbirine karıştırmamalıyız. Birincisinde örgütlenme kriteri olarak bağlılık ve nitelik tayin ediciyken, diğerinde aynı kriterler aranmaz, aranmamalıdır. Fakat yıllara varan yanlış örgütsel politikaların izlenmesi sonucu bu ikisi birbirine karıştırılmış ve örgüt bilinci muğlaklaşmıştır. Politik kitle örgütlenmeleri ve genel olarak kitle örgütlenmeleri adından da anlaşılacağı üzere kitlelerin yer aldığı örgütlenmeleridir. Bununla birlikte kitlelerin örgütlenmesinde esas alacağımız Yeni Demokratik Cumhuriyet Programıdır. Kısacası bu programın gerçekleşmesini sağlayacak olan Yeni Demokratik Devrim’in örgütlenmeleri ve kurumları olmalıdır.
Kongreden bu yana bir yıl geçti. Önümüzde ikinci yıla ait planlar sözkonusu. Tüm aktivistlerimiz bu iki yıllık planlama doğrultusunda çalışmalarını sürdürmeli ve Kongrenin önümüze koyduğu görevlerin gerçekleştirilebilmesi için canla başla çalışmalıdır.
Buraya kadar söylediklerimiz ilk etapta “genel geçer doğrular” olarak adlandırılıp, değerlendirilebilir. Fakat iyi okunduğunda bu söylenenlerin bizim ve bizim olduğu kadar devrimin nesnel durumuna ilişkin somut doğrular olduğu anlaşılacaktır.
Bir devrimcinin olmazsa olmazı: Tutku!
Tutku olmadan devrimci heyecan duyulmadan kararlı ve sabırlı bir devrimci faaliyet yürütülemez. İçinde bulunduğumuz durumu ve bu durumu değiştirmek için sahip olduğumuz olanakları iyi değerlendirmemiz gerekir. Bu nedenle kongrenin birinci yıl dönümünde kongrenin önemi ve anlamı üzerinde durmalı ve sık sık tekrar ettiğimiz gibi kongre çizgisiyle bütünleşmeliyiz. İdeolojik tartışmalar kişilerin rekabet duyguları için değil devrimin ihtiyaçları içindir. Daha önce “ideolojik tartışma yapmayı bilmiyoruz” derken de bunu kastetmiştik. Bu halen geçerlidir ve sadece bize ait değil, Türkiye-Kuzey Kürdistan Devrimci Hareketi’nde genel olarak yaşanan bir hastalıktır. Bu hastalığa karşı en iyi mücadele tarzı gerek parti içi iki çizgi mücadelesinde gerek genel olarak ideolojik mücadelede devrimin ihtiyaçlarını esas alarak; her türlü tek yanlı, dar bireysel, grupsal, cinsel, dinsel ve ulusal kaygılardan uzak hareket ederek ideolojik mücadele yürütmektir.
Ülkemiz Komünist Hareketi TKP’yle bir partiye kavuşmuştu ve kısa zamanda yitirdi. TKP’nin komünist mirası üzerinde yükselen TKP(ML), ideolojik hattı, genel siyasal çizgisi, programı, stratejisi ve örgütsel ilkeleriyle TKP’den de köklü bir kopuşu ifade ediyordu. TKP(ML)’nin ideolojik, siyasi ve örgütsel devamı olarak MKP kendi tarihini eleştirel gözle inceleyerek bu köklü kopuşu sonuç alıcı bir tarzda örgütleme ve gerçekleştirme misyonuna daha güçlü sahip çıkmıştır. 1920 Eylül’ünden 2002 Eylül’üne kadar geçen ülkemiz devrimci ve komünist hareketinin 82 yıllık teorik-pratik bilgi ve deneyim birikimi Marksist-Leninist-Maoist ideolojinin süzgecinden geçmiş ve bugün en ileri şekliyle MKP’de temsil edilmektedir.
Önder yoldaşımız İbrahim Kaypakkaya’nın radikal eleştirilerine Kaypakkaya güzergahında 30 yıllık pratiğin muhasebesi eklenmiş ve bugün bu güzergahta daha güçlü daha bilinçli daha deneyimli, sağlam adımlarla ilerlenmektedir.
Ya bu ilerleyişe katılacağız ve zorluklara göğüs gereceğiz ya da devrimin mızmızlar korosuna katılacağız.