BİR TÜKENİŞİN ADI: MEHMET ALİ ESER (4)

TKP (ML) TİKKO GERİLLALARI-1992/93

Bilgiçlikte Son Perde

Kitaba konu olan bazı meselelere ilişkin değerlendirmelerimizi yaparak sonuca bağlayacağız. Yazarın iddialarından biri de Yılmaz ve beraberinde olan yoldaşların, gerçekleşen birliği tesadüfen öğrendikleridir: 

“Volkan, Lenko, Yılmaz ve birliğin siyasi komiseri bir köşeye çekildiler. Üçü Yılmaz’a birliğin yapılış sürecine ilişkin bildiklerini anlattılar.” (S.245) 

İkisi de değil, üçü aktarıyor. Bu aktarım hayal ürünü, gerçekle ilgisi yoktur. Daha önce değinmiştik. Böylesi bir karşılaşma Yılmaz yoldaş dışında 1992 yazında Mazgirt’te gerçekleşiyor. Yılmaz yoldaşı Mazgirt barınağında gösteren yazar yanılıyor. 

Bu karşılaşma gerçekte 1992 yaz faaliyetinde gerçekleşir ve Mazgirt Birliğinde Yılmaz yoktur. Yılmaz yoldaş Birlik Komisyonu tarafından o yaz Ovacık, Hozat civarında komutan olarak görevlendirilir. Yazarın aktardığı üzere Mazgirt’te ne kış üslenmesi ne de bahar faaliyetleri söz konusudur. Yılmaz birlik sürecini tesadüfen değil, bizzat içinde olarak bilmektedir. Ancak birliğe dair bilgisi olmayan yada son durum hakkında bilgisi olmayan Volkan yoldaştır. Mazgirt kış üslenme birliğinin komutanı da odur. Bu birlik 7-8 kişiden oluşmaktadır. Bu birlik 1992-93 kışını Mazgirt’te geçirir. Baharın Amed Bölge Komitesi olarak örgütlenen “Baki” komutasında, komutan yardımcısının Lenko yoldaş olduğu birlik, daha önce kendilerine bilgisi verilen Mazgirt birliği ile görüşmek üzere bölgeye gider. Yazarın adını anmadığı “siyasi komiser” “Baki”dir. “Baki” birliğe dair son gelişmeleri Mazgirt birliğindeki yoldaşlara aktarır. Daha önce bahsettik bu birlikten 3-4 kişi Amed birliğine dahil edilir ve birbirlerinden ayrılırlar. Yazarın bir diğer yanlışı ise, “siyasi komiser” tanımlamasıdır. Bu tanım OPK sonrası kabul edilir. Halbuki bu iki birliğin karşılaşması OPK öncesinde gerçekleşir. Birlik sorumlusu yoldaş bu dönemde komutan olarak hala tanımlanmaktadır. Amed birliğinin Mazgirt Veliyan’da düşmanla girdiği bir çatışma vardır. Başarılı geçen bu eylemi yazar nedense “Baki” ismiyle tanımladığı yoldaşımızın ismini anmadan aktarır. Halbuki sorumlu “Baki”dir. Olumsuz pratikleri ardı ardına “Baki”nin sırtına yükleyen yazar, bu çatışmadaki olumluluğu “Baki”nin adını anmadan aktarır. 

M. Ali Eser’in romanda anlattığı, huyunu suyunu beğendiği, övgüye değer siyasi bir yetkinliği olduğunu iddia ettiği Emperyalist İsmail karakteri gerçekten var olan biridir. Ancak yapmış olduğu olumlu yorumları yazara bırakıyoruz. Birlik öncesi Konferans kanadı tarafında yer alan parti üyesi birisidir. Yazar Emperyalist İsmail’in yeni yoldaşlara eğitim verdiğini iddia ediyor.  Yazar kimseyle gerçekleştiremediği siyasi, askeri, örgütsel sohbetleri onunla yapabiliyor. Geçmişten tanışıklığın etkisi olsa gerek. Emperyalist İsmail ile  Atila arasında eğitim çalışmalarına dair geçtiği iddia edilen bir sohbet söz konusu; “[Atila sorar] “Derse, yani eğitim çalışmalarına komutanlar da giriyor mu? ‘İsmail’ onlar girmiyor’ demiş ve devamında nedenini Atila sorar, ancak yanıt tatmin edici değildir. Ayrıca bir başka yerde Emperyalist İsmail şunu ifade ediyor; “burada öyle ahım şahım politik kişilik arama fazla yoldaş” ve devamında da Emperyalist İsmail’in yüz ifadelerinden, Atila kendisine uzun uzun anlamlı ödevler çıkarır; “burada oyun oynanıyor, sen anlar mısın bilmem mi? dedi. Kendini kandırma değiştiremezsin mi? dedi” (S.88-89) diye bir bölüm aktarılır. Yazar, bulunduğu alanda özelde DABK kökenli kadroları işaret ederek, genelde Partizanlarda olduğunu iddia ettiği siyasi seviyedeki geriliği, kendine has kibir ve küçümsemeyle ifade ediyor. Özellikle bahsedilen eğitim çalışması, mücadeleye yeni katılan Partizanların siyasi seviyelerini ilerletmek amacıyla gerçekleşir. Misal kitapta ismi belirtilen Alev, 1 yıllık bir partilidir. Bu çalışmalara kadro ve komutanların girmesi yada girmemesi gerektiği şeklinde kesin bir hüküm yoktur. Gerektiğinde katılım gerçekleştirirler. Belirttiğimiz aktarımdan hiç siyasi eğitime katılmadıkları anlamı çıkmaktadır. Buradaki eğitim çalışması nedense hareketli arazidedir. Ancak böyle bir olanak bildiğimiz kadarıyla hiçbir dönem sağlanamamıştır. En fazla yoldaşlar fırsat buldukları yerlerde yanlarında taşıdıkları bir kitabı okumayı başarmıştır. Genelde eğitim çalışması kışlık üslenme alanlarında verildiği için, birliğin tamamı bu faaliyete katılır. Hareketli arazide eğer üs alanı olarak belirlenmemişse orada eğitim çalışması imkanı olanaksızdır. Yeni katılan gerillaların siyasi veya askeri seviyesini ilerletmek için gerçekleşen çalışmalara, illa da komutan ve kadroların katılması diye bir zorunluluk söz konusu olamaz. Yazarın burada işaret ettiği mesele, bir yanda eğitim çalışması sürerken, kadro ve komutanların boş boş oturduğunu okura göstermektedir. Böylesi bir durum, bulunduğun alana yabancılaşmadır. Bu pratiği de kadroların geri olan eğitim seviyelerine rağmen yaptığını yazar iddia ediyor. “Ahım şahım politik kişilik arama” bunun ifadesidir. Komutanların, kadroların ve savaşçıların tümünün katıldığı eğitim çalışmaları sürekli gerçekleşmiştir. Ancak bu çalışmalar kışlık üslenme alanında yapılır. Güvenlik sorunu ancak bu şartlarda olanak taşır. Yazar güvenlik meselesini çok ciddiye almıyor ama askeri hatalarda tek tek bireyleri suçlamayı biliyor. Yazarın değerlendirmesini yaptığı somut durumda eğitim çalışması beklentisi içinde olması olanaksızdır. Gerilla savaşında bulunan ve politikayı silahıyla yapan kişi için, kışlık üslenme alanı dışında siyasi eğitim imkanı bulma olasılığı olmamıştır. Bu çalışmaların kış dönemi haricinde yapılabilmesi Üst Alanları yaratılmasına bağlıdır. Ancak bu meselede yıllardır yaşanan kavrayışsızlık, planlama ve hedef olarak belirlenmeyi öteleyen yaklaşım bilinen bir olgudur. Asıl eleştiri eğitim çalışmasına katılıp katılmama olmamalıdır. Bu çalışmaların kışlık üslenme alanları dışında sağlanabileceği Gerilla Üs Alanlarının neden yaratıllamadığı eleştirisi olmalıdır.  Bunu başaramamak savaşı da zaman içinde geriletmiştir. 

Yazar dört dörtlük gerilla, komutan, kadro aramaktan vazgeçmelidir. Bu diyalektik düşünceye aykırıdır. Dönemin koşullarında köylüleri temel güç olarak kabul eden bir hareketen bahsediyoruz. Okuma yazmayı bile Partizan mücadelesinde yada tutsaklık koşullarında öğrenen savaşçılarımız vardır. Gerilla alanında siyasi seviyeyi geliştirmek için yeterince çaba verilmiştir. Ancak silahı elinde olan bir savaşçı için doğallığında öncelik askeri kabiliyettir. Bulunduğun alanın ihtiyaçları da buna yöneltmiştir. Peki Atila bilinen bu duruma nasıl bir çözüm bulur?!

Yoldaşlarımızın siyasi seviyesini beğenmeyen Atila, Emperyalist İsmail’e dayandırarak kendisine kurtarıcı misyonu yüklüyor. “Kendini kandırma hiçbir şey değiştiremezsin mi” diyerek nasıl bir böbürlenme, ben merkezci, peygamber vari bir kibirle cümleler kurarak kendini işaret ediyor. Yazar madem bu kadar özgüvenli niteliklerini ifade ediyor da, neden aynı yerinde sayıyor. Yıllarca kadro vasıflarıyla mücadele içerisinde bulundunuz, apoletlerinize bu kadar güveniyordunuz da neden mücadeleyi geliştiremediniz. Soruları yanlış soruyor ve yanıtı bireyselleştiyorsunuz. Yazara göre hatalar nasıl bireylere mahsussa, çözümde bireysel çıkışlarla yani yazar gibi peygamberlere bağlıdır. Bireylerin mücadelede etkisi vardır, ancak bu ne sürdürülebilir ne de esastır. Yazar devamlılık biçiyor ve bunu kitapta olduğu üzere kendisi üzerinden gerçekleştiriyor.

Yazarın savaşçı Alev’in de içinde olduğu nereye uzanacağını öngöremeyen bir değerlendirmesi vardır. Öncelikle Alev isimli Partizan, bireysel ve örgütsel sorumluluklarını açık bırakmak üzere, OPK’dan bir yıl sonra kendi isteğiyle mücadeleyi bırakır. 

Gelelim aktaracağımız bölüme; “Arkasında yürüyen ilk kişinin Alev olduğunu görünce “iyi” dedi Atila. Kuşandığından insana partizan olarak doğmuş dedirten biriyle yakın yürümeyi kır tecrübesi olmayan kendisi için önemli bir avantaj olarak görüyordu” (S.133) “Kır tecrübesi olmayan” biri olarak yazardan bize şunu açıklamasını isteriz. Bulunduğu alanda, “insana gerilla olarak doğmuş” dedirtmeyenler kimlerdi? Sahi bu kadar özgüvenli, kesin yargılarda bulunmayı kendinizde nasıl hak görüyorsunuz? Bu nasıl bir kibir ve kendini beğenmişlik örneğidir.

Diğer bir konu ise OPK’nın yapıldığı yerin değişimi sırasında yaşandığı ileri sürülen olaydır. Gerillalar OPK’nın yapıldığı Dereşaran Vadisi’ne taşınırken, yürüyüş esnasında yaşandığı ileri sürülen Nihat’ın Bahar’a farklı zamanlarda şiddet uygulama pratiği olmuştur. Bunlardan biri de DABK ve Konferans kanatları arasında birlik gerçekleşmeden kısa bir zaman önce yaşanmış ve buna ilişkin Nihat’ın özeleştirisi olmuştur. Kimi zaman buna müdahale edilse de sessiz kalındığı, görmezden gelindiği de olmuş. Aktardığımız pratik, bilinen ilk şiddet örneğidir. Özeleştiri verilse de uygulanan yaptırım yetersiz kalmıştır. Bu şiddetin kadına uygulanıyor olması farklı bir değerlendirme ve yaptırım gerekçesi oluştururken, bu tarz şiddet pratiği erkeğin erkeğe uyguladığı şiddet olarakta karşımıza çıkmıştır. Yaptırım ne kadar yetersiz kalırsa bu olumsuz pratiğin farklı şekilde karşımıza çıkmasına neden olur. Nitekim 1. Kongre sonrasında dahi bu tür şiddet olayları yaşanmıştır. Erkeğin erkeğe yada kadın yoldaşlara fiziki ve sözlü şiddeti karşımıza tekrar tekrar çıkmıştır. Bu pratiklerin önemli bir kısmının sessiz kalınarak sineye çekilmiş, ancak günü gelmiş şiddete uğrayanlarda gerilemelerle birikim ortaya çıkmıştır. Gerçekleştiği anda yaptırımın yetersiz olduğu her olumsuz pratiğin tekrardan gerçekleşmesi yanında maruz kalanların gerilemesine de engel olunamaz. Sınıflı toplum yapısı içerisinde oluşumuz bu durumun temel besin kaynağıdır. Komünist partisi saflarında oluşumuz her şeyi geride bıraktığımız anlamı getirmiyor. İşte bu olumsuz pratikler üzerinden ve bilinen Nihat tarafından işlenen pratiklerden yazar, sadece kendisinin görebildiği kurgusal bir olay yaratmıştır. 60’tan fazla birlik mevcudunun olduğu yürüyüşte yalnız yazarın bu pratiği görebilmesi ilginç tabi! Nihat’ın bu pratiği sergileme olasılığı mevcut, bunu tartışmaya açma niyetinde değiliz. Ancak olayı gördüğünü iddia eden yazarın, bu duruma yönelik hiçbir girişimde, müdahalede bulunmaması da ilginç. Nihat’ı ilk defa gören Atila, neden bu konuyu pek çok nitelikli kadronun bulunduğu alanda sıcağı sıcağına gündeme taşımamış. Nihat’ın kurduğunu iddia ettiği otorite, nede çabuk M. Ali Eser’i içine aldı. Bu nasıl bir nitelikli kurtarıcı pratiğidir. Üstte aktardığımız bir pasajda “burada oyun oynanıyor” diyerek verilen mücadeleyi küçümseyen yazar, acaba kitabı üzerinden okurla oyun oynadığını gizleye bilir mi? Atila’nın her olumsuzlukta tek başına şahitliği tutmadığı gibi herhangi bir müdahalesinin de yapılmıyor olması, anlatımların samimiyetini sorgulatıyor. 

Yine yürüyüş esnasında erimiş karlardan kaynaklı oluşan boşluğa düşen yoldaşın olayından, çok ciddi bir askeri zaafiyet çıkarmakta fazlasıyla abartılıdır. Yoldaşın sara hastası olduğu da bilinmezken, bu durumdan saldırı malzemesi çıkarmak yavan olmuştur. Elbette bu durum gözetilerek daha yakın şekilde yoldaşla yürünebilir, ancak daha fazlasını çıkarmak anlamsızdır. Nitekim kısa süre içinde yoldaş kayıp düştüğü yerden bulunup alınır. 

Son olarak OPK sonrası Dersim Bölge Komitesi’ne atanan Atila’nın görev yerine ulaşmasına gelelim. Atila OPK sonrası kısa süreliğine şehire gittikten bir süre sonra görev yerine ulaşmak üzere Mazgirt’e doğru yola çıkar. Bu yolculukta Dersim’de kuryelerde ona yardımcı olur. Bu ulaşım esnasında İmam Boztaş yoldaşla da görüştüğünü iddia eder. Devletin, köyünde evinin önünde ailesinin şahitliğinde katlettiği İmam yoldaş, yıllarca hareketimizin gönüllü bir çalışanı olarak mücadeleye katkı sunmuştur. Bu nedenle de çeşitli dönemlerde tutsak düşmüştür. Ancak yılmadan çalışmalara desteğini sürdürmüştür. Dersim’de ve hareketimiz içinde değer gören ve sevilen bir yoldaşımızdı. Yazar, İmam yoldaşın bu niteliklerini ve gördüğü saygıyı iyi bildiğini kitapta da aktarır. Bunu bilen yazar, İmam yoldaşın ağzından, kendisine yönettiği övücü sözlerle, kitabın yarısının ana fikrini verir. 

Yazara ölümsüz yoldaşlarımızı kullanarak kendisini nitelikli göstermek yerine, durduğu yeri gözden geçirmesini öneririz. Kendisini pohpohlamaya ölümsüzlerimizi alet etmemelidir. Kitapta aktardığı üzere İmam yoldaş, Atila’nın Mazgirt’te çalışacak olmasına şu yorumu yapmış; “Buna en çok ben sevindim. Yıllardır buraya tecrübeli ve bölgeyi bilen biri gelmemişti. Kısa sürede buraları toplarız.” (S.366) Yazarda ilginç bir özgüven olduğuna şüphe yok. Ancak yazıda kalmış ve pratiğe dökülemeyen bir özgüven. Tarihimizi ve ölümsüz yoldaşlarımızı alet ederek kendisini lider, üstün şahsiyet göstermeyi amaçlayan bir özgüven. Aktarılan ifadeler gerçekçi görünmüyor. Öyle bir durum ki yazar Kaypakkaya hareketinde Mazgirt’li yada o yöreyi bilen yoldaş hiç olmamış gibi özgüvenle kendisini göklere çıkarıyor. Bu kadarına da pes dedirtiyor. 1976’da çıktığını söylediği Mazgirt’e 1992’de faaliyet için dönen biri için fazlasıyla iddialı bilgiçlik gösterisi sergiliyor. 

Öncelikle kitapta sadece isimleri belirtilen Özkan (Cafer Cangöz) ve “Baki” yoldaşlarımızın, yıllarca o bölgede açık ve gizli mücadele içinde olması bile yeterlidir. Bu yoldaşlarımız ve diğerleri bölge halkı üzerinde olumlu etki bırakmıştır. M. Ali Eser’in ulaşamayacağı değerlerlerdir bunlar. Yazdıklarını okuyanlar için yörede mutlak şaşkınlık uyandırmıştır. Yoldaşlarımızı görmezden gelerek, verdikleri emeği hiç olmamış gibi aktarımlar da bulunmak, ödediğimiz bedeller karşısında tuzla buz olur. Yazar kendisiyle başlayan tarih yazmaktadır. Kendisini aklamak, paklamak, niteliklerini gereğinden fazla övmek için yazılan bu kitap gerçekler karşısında buharlaşıp uçacaktır. Kendisini aklamak ve pohpohlamak için kaleme alınan bu kitapta, ele aldığı dönemin gerçeklerini ifade edebilecek birileri olmayacağını düşünmüş olmalı. Aktardıklarımızdan da görüleceği üzere, M. Ali Eser ortaya çıkardığı her kitapta olduğu üzere, tarihimize saldırmaya devam etmiştir. Buna alet olanları da yine tarihimiz yargılayacaktır.

Kolektif hafızayı ve mücadeleyi, bireysel kaygılarına alet ederek onu zayıflatmaya hizmet eden pratik, bugün devrimci örgütlü mücadelemizin gerilemesinin bir yansımasıdır. Son yıllarda bu türden çıkışlar sıklıkla karşımıza çıkar. Hareketimizin yeterince mücadele edemediği yada kitlelerin bir kısmının kafasında oluşan sorulara, kendi yetersizliğinden dolayı veremediği tatmini, M. Ali Eser gibi son dönemde bireysel çıkışlar sergileyerek ortaya çıkanlar tarihimize, değerlerimize saldırı, yıpratma ve karalama amaçlı kullanmaktadır. Buna müdahale edilmediği takdirde tarihimiz, değerlerimiz birikerinin elinde oyuncak olmayı sürdürecektir. Buna müdahale örgütlü bilinci geliştirmekle mümkündür. Örgütsel düşünüş, hareket zayıflıyor ve zayıfladıkça da yıllar yılı kendini gizleyen pusudaki ben merkezci, kariyerist bireyler kendini açığa çıkarıyor. Bu kişiler örgütlü bilinçle eleştiriye tabi olmadıkça da asıl kimliklerini bir şekilde muhafaza etmeyi sürdürüyor. Çünkü kapitalizmin içine sıkışmış bireylerde, bireyci yaklaşımlar beslenir. Hele ki Avrupa’ya kapağı atmış mülteci oportünizmi ile iç içe bir yaşam sürdürüyorsa, kapitalizm esas avını yakalamak için onları beslemeye devam eder. Bu kişileri o toplumsal formasyon içinde ayırt etmek güçtür. Aynıların aynı yere toplanmasının en büyük güçlüğü de budur. Her zamankinden daha fazla bizi kuşatan bu yönelim, ancak ve ancak örgütlü, kolektif akıl ve mücadele geliştirilerek aşılır. Bunu başaracak kudrette Kaypakkayacı harekette mevcuttur.

Son bir sözümüz de yayın evine olacaktır. Devrimci mücadelede bedel ödemiş ve ödemekte olan kişilere, saldırıları görmezden gelmek bu kadar basit olmamalı. Buna yazar gibi, kendisini Kaypakkaya geleneği içinde ifade ettiğini belirten bir yayınevinin alet olması ise üzerinde durduğunu iddia ettiği tarihi tüketmektir. Bu duruma kim ne şekilde alet olursa olsun teşhir etmekten geri durmayacağız. Taki devrimci kimliğini tüketen bu peygamber vari şahsiyetlerle arasına kalın duvarlar örene kadar. Kitabın yazarı kadar basımını üslenen yayınevi Babek/Sancı ortaklığı da hakaret, saldırı, karalamalardan sorumludur. 

Kaypakkayacı hareketin tarihini sahiplenmediniz, hiç olmazsa verilen mücadele ve ödenen bedellere saygınız olsun. 

SON

Exit mobile version