BİR TÜKENİŞİN ADI: MEHMET ALİ ESER (3)

1993 OPK/GÖRSELLER


Tarihi Çarpıtmakta Düşülen Hafiflik

Önceki sayfalarda değinmiştik, şimdi Pülümür barınağı sürecine biraz daha detaylı eğilelim. OPK’na gelmeden evvel, geride kalan kış sürecinde Dersim’de iki kışlık üslenme alanından birinin yeri tespit edilerek -Pülümür- karadan, diğeri -Munzurlar- gelişi güzel çevresi havadan bomlalarla operasyona uğrar. Bu nedenle her iki barınakta terk edilir. Pülümür barınağından yoldaşlar güvenli bir bölgeye çekilmek için uzun ve yorucu bir yürüyüşe çıkar.

Bu sırada gelişmeleri kısaca aktaralım. Pülümür barınağına yakın Poncilas köyünde düşman iki gün kalmış ve yoldaşlarımızın orada bulunduğuna emin olunca, hem karadan hem de havadan operasyon başlatılmıştır. Ancak düşman hareketliliğini yakından takip eden yoldaşlar, operasyon başlamadan son gece Yel Dağı istikametine doğru hareket ederek, düşman karşısında avantajlı, bölgenin yüksek noktalarını tutarlar. Yoldaşların yüksek noktalarda konumlanması neticesinde düşman helikopterleri bombalama ve indirme olanağı bulamaz. Böylece düşman sadece karadan yönelerek uzun namlulu silahlarla ve havanla operasyonu sürdürür. Bir gün süren çatışma sonrasında yoldaşlar kayıp vermeyerek, güvenli bir alana ulaşmak üzere uzun ve yorucu bir yola çıkar. 2 yoldaş daha yolculuğun başında ölümsüzleşirken, Doktor Hüseyin Yel Dağı aşılarak ulaşılan Birmanlar köyü sınırında ölümsüzleşir. Köye vardıktan sonrada durumları ağırlaşan 3 yoldaş daha ölümsüzleşir. Böylece 6 yoldaşımız ölümsüzleşmiştir. Köyde hayatını kaybeden yoldaşlarımız, tipi ve soğuğun etkisiyle zatürreden hayatını kaybetmiştir.  48 kişilik birliğin yarıya yakını yoldaşta donmalar neticesinde uzuvlarını kaybederek sakat kalır ve mücadeleden zorunlu olarak kopar. Aynı kış üslenmesi döneminde, Munzurlarda 15 kişilik barınağın çevresi havadan rastgele bombalanır. Bunun üzerine birlik üyeleri, bulundukları alana yakın Munzurlarda üslenen diğer yoldaşların bulunduğu barınağa doğru hareket eder. Bu yolculuk sonunda bir kadın yoldaş hariç hepsi diğer üslenme alanına ulaşır. Üslenme alanına ulaşamayan kadın yoldaş, nedeni konusunda netlik olmamakla birlikte, intihar etmiştir. Ayakları bu yolculukta donma noktasına gelen yoldaşlara ilk müdahaleyi vardıkları barınakta yoldaşlar yaparlar ve sorun yaşamazlar. Bu barınakta sorumlu Nihat’tır. Ayrıca Özkan (Cafer Cangöz), Savaş (Cüneyt Kahraman), Cem (Ali Rıza Sabur) gibi yoldaşlarda bu barınaktadır. 

Pülümür barınağının sorumlu kadrosu kitapta “Baki” ismiyle tanıtılan yoldaşken, Munzurlarda açığa çıkan barınağın sorumlu kadrosu Yılmaz (Yusuf Ayata) yoldaştır. Kitapta “Zeki” ismiyle tanıtılan kişi de bu barınakta olmasına rağmen esas sorumlu değildir. Ayrıca “Zeki” Askeri Komisyon (AK) sekreter yardımcısı olarak Birlik Komisyonu tarafından görevlendirilir. AK sekreteri İsmail Bulut’un Karadeniz’de ölümsüzleşmesi üzerine bu görev otomatik olarak “Zeki”ye devredilir. “Zeki”nin AK sekreterliğine rağmen sorumlu yoldaş barınakta Yılmaz yoldaştır.

Pülümür barınağındaki sorumlunun “Baki” olduğunu açıkladık, ancak bu durumu biraz daha açalım. Pülümür barınağı yerinin belirlenmesi ve hazırlanması aşamasında “Baki”nin hiçbir şekilde dahili bulunmuyor. Birlik Komisyonunun görevlendirmesi üzerine 1992 faaliyet dönemi için Amed Bölgesi örgütlenir. Bu birliğin komutanı “Baki”, yardımcı komutan ise Lenko yoldaştır. Amed Bölgesine hareket eden birlik üyeleri kış üslenmesini Mazgirt’te geçirir, birlik öncesi Konferans kanadında yer alan 7 kişilik birliğe ulaşır. Bu birliğin komutanı Volkan’dır. Bu birlikten Barbara, Doktor Hüseyin gibi yoldaşların bulunduğu 3-4 kişi Amed Birliğine dahil edilir. Geri kalan Mazgirt birliği Ovacık’a hareket eder. Amed Birliği de görev alanına hareket eder. Bu birliğe yol boyu yardımcı olacak, geçiş hatlarını tarif edecek bir kişi Birlik Komisyonu tarafından görevlendirilmiştir. Konferans kökenli bu kişi belirlenen randevu yerine gelmemiştir. Buna rağmen Bingöl içlerine kadar gidebilir yoldaşlarımız. Ancak Amed’e gözü kapalı bir şekilde ilerleyerek birliğin tümden imha riskini göze almayan yoldaşlar, Dersim’e geri döner. Amed Birliğinin geri dönüşü kış hazırlıkları sürecidir. Yoldaşlara öncelikle Munzurlarda kışı geçirmeleri bilgisi gelse de, bu durum son anda değiştirilerek Pülümür Alt Bölge Komitesinin hazırladığı barınağa yöneltilirler. Bu barınakta birleşen iki komitede Bölge Komitesi düzeyinde sorumlu olan “Baki” otomatikman Pülümür barınağının da sorumluluğuna gelir. Yürütmenin diğer üyeleri Lenko ve barınağın hazırlığında görev alan Alt Bölge Komitesi sorumlu komutanı Ali Haydar ve Şerif yoldaştır. Anlaşılacağı üzere “Baki” barınağa sonradan gelmiştir. Ancak bu durum yaşansa da Pülümür barınağının sonradan karşı karşıya kaldığı sorunlar tek bir kişiye yüklenemez. Barınağın hazırlığında bulunsun yada bulunmasın bu durum değişmez. Ayrıca yaşanan gelişmelerden aktardığımız üzere kaybın en aza indirilmesi için yoldaşlar ellerinden geleni yapmışlardır. Kolektif bir örgütten bahsediyoruz, karşı karşıya kalınan olaylar üzerinden olumlu ve olumsuz her tür pratik bütün göze alınarak değerlendirilir. Yazarın üstüne basa basa vurguladığı üzere “Baki” yada başka bir kişiyle sınırlı değerlendirme komünist parti anlayışı değildir. 

Pülümür barınağının bulunduğu alan Dersim’in en yoğun kar yağışı alan bölgelerinden biridir. Kış şartlarında açığa çıkan barınakta 48 kişi bulunuyor. Pülümür barınağının açığa çıkması ve sonradan yaşanan gelişmeler hareketimizin ilk defa karşılaştığı bir olaydır. Böylesi bir tecrübesizlikle yoldaşlar, sağ selim güvenli bir alana ulaşmak için zorlu bir yola çıkar. Kışın ortasıdır, gerilla tecrübesi olmayanlar için ahkam kesmek, suçlamalar getirmek kolaydır. Devrimci mücadeleye gönül vermiş hiç kimse kayıp yaşanmasını istemez. Yoldaşlarda bunun için canla başla birbirine tutunmuş, muazzam bir yoldaşlık örneği sergilemişken, kayıplar üzerinden tüm bir sürece gözleri kapatmak yapıcı değil, yıkıcıdır. Doğayla verilen mücadele ne o günle sınırlı kalmış, nede sona ermiştir. Partizan mücadelesi veren bir devrimci hareket, doğanın gazabı karşısında da bedel ödemiştir. Bu durum karşılaşılacak olumsuzluklarla mücadele de asgari bilgiye sahip olunmasına rağmen gerçekleşmiştir. Savaşı savaşarak öğrenen bir hareketiz ve Uzun Yel Dağı Yürüyüşü de bunun bir parçasıdır. Düşman kurşunuyla yıldız düşmekte, doğanın zorluğu karşısında yıldız düşmekte önlenebilir olanakları içinde barındırmakla birlikte, savaşın içinde yaşanabilir gerçekliklerdir. Hiçbir kitapta bedel ödemeden mücadele kazanılır denilmez, yazmaz. Hedefe gidilen yolda, hesapta olmayan kayıp ve yenilgilerle karşılaşmak, öngörü sahibi devrimcilerin bilebileceği bir durumdur. Ancak kayıpları gereğinden fazla büyütüp, geride kalanları yıpratma aracı olarak kullanmak gelişimi değil, yenilgiyi kalıcılaştırmaktır. M. Ali Eser bu yolu izliyor. Alınan kayıplardan tekrar yola çıkabilmenin gücünü elde ettiğimiz oranda mücadeleyi geliştirebiliriz.

Sadece kayıplarımızı öne alarak yapılan değerlendirme, Partizan birliğine bir bütün saldırıdır. Halbuki 48 kişilik bir Partizan gücünden bahsediyoruz. O halde ÇKP’nin Uzun Yürüyüşüyle verdiği kayıpları göz önüne alırsak, Mao Zedung’un bir daha asla sorumluluk almaması gerekirdi. Böyle olmadığı için deneyimler başarıya taşındı. Karşımıza çıkan engeller ve kayıplar gerilemek için değil, daha güçlü ilerlemek için deneyimlerimiz olduğunu M. Ali Eser anlamıyor. Her türlü zorluğa rağmen, 48 kişilik gücün esası sağ selim süreci atlatmıştır. Ancak M. Ali Eser gibiler hata, yenilgi ve kayıplardan beslendikleri için Partizan savaşına yanancılaşmayı derinleştirerek yönünü düzen içine kırmıştır. Pülümür barınağı daha olumsuz sonuçlanabilirdi. O uzun ve yorucu yürüyüş göze alınamayarak barınak mevcudu tümden imha da olabilirdi. Ancak o zorlu şartları yaşamayanlar için edebiyat yapmak kolaydır. Pülümür barınağı sonrası yaşananlar üzerine belirteceklerimiz buraya kadar.

Daha evvel kitapta “Baki”ye yönelen aşağılayıcı hakaretlerinin fiziksel görünüm ve davranışları üzerinden gerçekleşenleri aktarmıştık. Yazar bu hakaretlerine Cemal ağanın ağzından devam eder; “yani aynen öküz gibi de olsa” (S. 90) “Baki zaten öküzün tekidir” demek geçmişti ama söz, gerilla komutanlarının hepsine değer diye, son anda cümleyi böyle tamamladı.” (S. 185) Aslında hakareti işaret ettiği kişilere yazar yöneltiyor. Özellikle DABK kökenli komutanlar yazarın gözünde “öküzden” farksızdır. Ne derece cümlesini yutmaya kalkarsa kalksın yazıya dökülmesi ile düşünce arasında fark vardır. Verilen emek, mücadele kararlılığı yazarın gözünde öküzlüktür! Devrimci mücadeleye saygısı olmayanın ne özgüveni nede kendisine saygısı olur. Yazar bunun tipik bir örneğini oluşturmaktadır. Kendi çapsızlığını hakaret ederek genişletmeye çalışıyor. Son süreçte karşı karşıya bulunduğu sağlık sorunlarının etkisiyle mi olacak, gitmeden ağzıma geleni söyleyeyim diyen bir M. Ali Eser ile karşı karşıyayız. Sağlığı bozulan kalbini daha fazla kirletmemesini tavsiye ediyoruz.

Yazarın buraya kadar “Baki”ye yönelen saldırılarının son ve vurucu ifadesini Kötü Hızır karakteri üzerinden yaparak, zıvanadan çıkar; “ama sen sen ol, kamil olmaya bak elleri öpülesi; Baki ölüme aç da, zalimin ona acıktığı gün gelmeyecek mi? Onun da mevtasının kalkacağı gün gelir elbet. O gün açılan yara da kapanır açıldığı yerden; dökülen kanda kesilir sızdığı arterden” (S.186) Yazar görüldüğü üzere vidayı, somunu bir bütün gevşetip atmıştır. İflah olmam dercesine ifade kullanmıştır. “Baki”nin ölümünü isteyecek kadar düşmanca dilini kuşanmıştır. Bu istemini hayali bir karakter üzerinden vermekle kendisini işin içinden sıyıramaz. Kendi biyografisinin de bir dönemini işleyen yazar, yeni karakter ve olaylarla romanı kurgulamaktadır. Karakterlerin diyalokları kendi fikri dünyasıdır. Yazar romanlara kadar dökerek istediği “Baki”nin ölümü gerçekleşmemiştir. Bir devrimcinin ölümünü isteyecek kadar çaptan düşmüştür. Yoldaşımız yıllarca gerilla alanında verdiği mücadeleyi, zindanlarda direnerek sürdürüyor. 

Yazarın “Baki” özelinde yaptığı son saldırı OPK sonrasına ilişkindir. “Baki” OPK sonrası Genel Komutanlık görevine getirilir. Bu durumu Atila şöyle değerlendirir; “daha üzerinden 5 ay geçmemiş iki ayrı gerilla barınağı bombalanmıştı. Bu bombardıman sonucu barınaklardaki birliğin yarısından fazlası savaş dışı kalmıştı. Bu birliğin komutanı da konferansta komutanlığa terfi ettirişmişti. Üstelik bu kişi Yel Dağından beri sıradan ve kaba tavırlarıyla kadro özellikleri göstermeyen en dikkat çekici kişilerden biriydi. İyi bir savaşçımıydı bunu da bilmiyordu.” (S.281) Aktardığımız bu pasajda ismini anmakta imtina ettiği kişi yazarın kan davalısı “Baki”dir. OPK sonrası oy birliği ile, dikkat edilsin “Baki” Genel Komutanlığa seçiliyor. Yazar iki ayrı barınak bombalanıyor diyor, ancak sanki diğer barınak sorumlusu da “Baki” gibi cümleyi kuruyor. Öznelcilik var. Ne kadar ciddiye aldığı açık. Bu olayları konu edinmesinin tek nedeni de “Baki”ye saldırı aracı olarak kullanmaktır. Yazar “Baki”nin Genel Komutan olmasından rahatsızdır. Kitap boyunca kamp alanında olayın tanığı olan yoldaşlarda dahil olmak üzere hiç kimseyle sohbetini yapmadığı barınaklarda yaşanan olaylar, “Baki”nin atandığı görevde gündeme gelir. Yazarın samimi olmayan değerlendirmesi kindar, zehir kusan bir şekilde “Baki” üzerinden DABK’ ni hedef almaya devam ediyor. Düşürülen delegeliğinin izini kapatmaya çalışırken, devrimcileri yıpratmak istiyor. 

Daha önce karşılaşmadığı, tanışma imkanı bulmadığı ve aynı alanda faaliyet yürütmediği birinin niteliklerini 1 ay gibi kısa bir zamanda, toplantılardan ibaret görüşmelerden değerlendiriyor. Bu değerlendirmelerini de zorlama bir şekilde olumsuzlukla ifade ediyor. Şu bilinmeli ki, yazar alanda bulunduğu süre zarfında hiç kimseyle gerçek anlamda siyasi tartışma ve sohbet gerçekleştirmeden tespitlerini yapıyor. Ayrıca yazarın meselelere bakışı da sorunludur. Dört dörtlük kadro arayışı içerisindeki yazar, diyalektik gelişime aykırı duruyor. Kadroların niteliğini eleştirirken, olması gereken düzeyin zaman içinde gerçekleşebilmesini destekleme amaçlanır. Komiser Memo isimli romanda geçen karakterlerden komutan Rapo’yu örnek alalım. Siyasi seviyesi geri olan komutan Rapo, zaman içinde bu durumu aşar ve komiser Memo’nun intikamını da alır. “Hüsnü” ile yad ettiğiniz Kızıl Ordu kişiliğinden bir örnek. Yazar birilerini Kızıl Ordu kişiliğine ulaştırmadan önce kendisi bunun için ne kadar çabalıyor onu ele almalı. Yazar kendi niteliklerini geçmişe giderek anlatma kabiliyetini, olumsuzluk aradığı “Baki” ve Cem’de neden gerçekleştirmiyor. Yazar Genel Komutanlığa atanan “Baki”nin de geriye dönülüp bakıldığında ne kadar deneyimli olduğunu göremeyecek kadar gerçeklere kördür. Birilerini eleştirmeyi kendimizde hak görebilmek için, olması istenen noktaya ulaşmak için kendi çabamızı da samimi şekilde ele almalıyız. M. Ali Eser aldığı yaş itibariyle kendisini deneyimli bir devrimci olarak düşünebilir. Ancak yıllar devrimci niteliği geliştirdiği kadar onu söküp atabilir de . Yazara göre “Baki” 5-6 aylık Partizan olmalı. Başkada bu değerlendirmelerden farklı bir anlam çıkmıyor.

Yazarın barınak bombalama değerlendirmeleri için ortaya attığı bir iddia var. Konferans bu olayların tek tek değerlendirileceği bir organ değildir. Oldu olacak tüm çatışma, kayıp ve yenilgilerimizi buraya taşıyalım. Anlaşılan o ki yazara 1 aylık katiplik yeterli gelmemiş, 1 ay daha bu görevi yürütme arzusundadır. Şu bilinmeli ki, Yel Dağı süreci, öncesi ve sonrasıyla her çatışmada olduğu üzere değerlendirilmiştir. Bu değerlendirme kendisinin de OPK sonrası atandığı DBK inisiyatifinde gerçekleşmiş ve bunun sonucunda da bir değerlendirme açıklanmıştır. 

Yazarım özelde DABK kökenli kadrolara saldırdığını, grupçuluk yaptığını ve kitabıyla da 30 yıl sonrasına taşıdığını belirtmiştik. Bu saldırılarını işbirlikçi-ajan nitelikleri daha sonraki yollarda da açığa çıkan Nihat üzerinden de yapmaktadır. DABK’ ni Nihat’tan ibaret, onunla özdeşleştiren bir tutuma yazar sahiptir. Ona göre Nihat DABK’dir. DABK’de Nihat’tır. Kitaptan aktaralım; “her şeyin hakimi benim pozundaki Nihat’ın tutumları gözünün önüne geldi” (S.194) “Nihat birleşen kanatların birinin, Zeki ise diğerinin askeri politik kurmayı olarak kabul edilen kadroydu” (S.210) “delegeler arasında ‘kel’ diye anılan kişi…’Nihat yoldaşa katılıyorum, tartışma yeterlidir’ demesi, zincirleme bir reaksiyon yarattı. Ayrılık öncesi DABK grubundan gelen delegelerin tümü, kel delegenin bu katılıyorumuna peş peşe katılmaya başladı”(S.97) “Daha ilk günden net olarak hissettiği tek şey, Nihat’ın buranın otoritesi olduğuydu”(S.94) vs vs diye uzayan ifadelerle Nihat ve DABK eşleştirilmektedir. Nihat’ın öne çıkarılmasında 1996’da Kardelen Harekatının hedefi olan Karşı Devrimci Hücre’nin (KDH) başı olmasının etkisi vardır. Yazar bu nedenle Nihat özelinde yapmış olduğu yorumlarda, nesnel şartlardan hareket ederek değil de, KDH sonrası yapmış olduğumuz açıklamalara dayanarak bir Nihat profili ve hareketimizin içindeki rolünü kurgulamaktadır. Yazar, iddia ettiği üzere, dönemi olduğu gibi OPK sürecinde tanıdığı, gözlemlediği Nihat’ı değil de, sonradan yaptığımız açıklamalarımızla kurguluyor. Nihat’ın açığa çıkan karşı-devrimci niteliğine yaslanmanın rahatlığıyla, onun üzerinden hareketimize saldırıyor. 

Muhasebe Belgemizde açıklandığı üzere Nihat’ın o dönem kadrolarımız üzerinde kurduğu bir etki söz konusudur. Ancak bu durumu tam bir biat olarak resmetmek doğru değildir. Nihat, kadroların bir kısmının ve savaşçıların alt edemediği nüve halindeki feodal, küçük burjuva yanlarını besleyerek etkisini güçlendirirken, bu duruma karşı toldaşların geliştirdiği karşı mücadele de görmezden gelinemez. Hareketimiz içinde yaşanan tartışmalarda MLM kanadının Nihat’a karşı muhalif duruşu görülür. Bu muhalefet yetersizlikler taşıda da, onu hiç yokmuş gibi algılamak onun gerçek niteliğinin açığa çıkarılmasına giden süreci anlamamak anlamına gelir. Nihat OPK toplantısından 1 yıl önce gerçekleşen Birlik Komisyonu’nun atadığı Genel Komutan ve MK üyesidir. Nihat DABK kökenli olabilir, ancak OPK’na Birliğin Genel Komutanı ve MK üyesi olarak katılmaktadır. Bu durumu gözardı edemeyiz. DABK kökenli diğer delegelerin Nihat’ın aldığı tutumlarda ortaklaşmasında bu görevlendirmelerin de rolü dikkate alınmalıdır.

Değerlendirmelerimizi somut şartları göz önüne alarak anlamak gerekir. Anlamak o durumu kabul etmek değildir, eleştiri ve değerlendirmelerimizi anlaşılır gerçekleştirmek için gereklidir. Edindiği görevi nedeniyle, kimi yoldaşlar tarafından dikkate alınabileceği görmezden gelinemez. Ancak şöyle bir yansıtma da en hafif deyimle karalama olur; Nihat “tamam” yada “hayır” deyince DABK kökenli diğer delegeler de aynı şekilde uydu. Bu doğru değil, işin kolayına kaçmak olur. Nitekim Nihat’ın ve “Zeki” nin ayrı ayrı sunduğu Ordu Tüzükleri arasında yapılan oylamada “Zeki” nin sunduğu tüzük her iki tarafın desteğiyle kabul edilir. Yazarın burada Nihat’ın etkisinin neden olmadığı konusunda okura bir açıklama borcu vardır. Yazar, sanki tüzük oylamasında DABK kökenli delegeler hiç oy vermemişler gibi “Zeki” nin sunduğu tüzüğün sadece Konferans kökenli delegelerin oylarıyla kabul edildiği gibi bir anlam yaratıyor. Yine kendi delegeliğine itirazı da, sadece Nihat’ın karşı çıkışıyla açıklıyor. Halbuki DABK ve Konferans kökenli delegelerin çoğunluğunun onayıyla üzerinde fazla tartışılmadan delegelik düşürülüyor. “Baki”nin Genel Komutan belirlenmesinde Nihat’ın etkisini öne çıkaran yazar, bu niteliği taşıyabilecek kimlerin olduğunu da açıklaması beklenirdi. “Baki”nin Genel Komutanlığa atanması oy birliği ile gerçekleşmiştir. 

OPK öncesi Konferans kökenli delegelerin içinde yer aldığı, Komünist Parti ilkeleriyle ilgisi olmayan ticaret işine dair OPK’da tartışma yaşanır. Birlik vesilesiyle DABK kökenli kadroların şans eseri öğrendiği bu konu, değindiği konulardan biridir. Maoist Parti bilindiği üzere ticaret işini mahkum eden bir karar almıştır. Kitapta ise bu konu başka şekilde DABK kökenli Cüneyt Kahraman (Savaş) yoldaşın ilkeli tutumunu gölgelemeyi hedefler. OPK’da ticaret işine ilişkin olarak alınan kararı yetersiz bulan iki delegeden biri Savaş yoldaştır. Ancak nedense Konferans kökenli diğer delege de Savaş toldaşla aynı fikirde olmasına rağmen yazar böyle bir tutuma gerek duymaz. Savaş yoldaş ticaret işinin tüm partiye açılması yönünde bir tavır sergilerken, karar sadece OPK delegeleriyle sınırlı tutulmasını getirmiştir. Savaş yoldaşın ilkesel tutumunu küçümsemek, onun niteliğini örtbas etmek için yazar, Nihat’ın ağzından Savaş yoldaşa yönelik; “bra bra sen de çok ileri gittin ha dedi” dedi tepkiyle  ‘sen yakıştırmamakla’ övünürken bu kadar da ileri git demedin” diye gerçekle alakası olmayan bir ifade serpiştiren yazar, Savaş yoldaşın iradesini Nihat’ın tahakkümüne sokan, duruşunu gölgelemeyi amaçlayan saldırı da bulunur. Yazar yine dönem kadrolarımız üzerinde. Nihat’ın bıraktığı etkiyi sahte bir diyalogla göstermeye çalışıyor. Zaman içinde Nihat’ın gerçek niteliğini açığa çıkaranlarda bu kadrolardır. Yazar bu duruma ne diyecek. Sanki körü körüne bir Nihat taraftarlığı varmış gibi yansıtıyor. Savaş yoldaş Nihat’ın karşı-devrimci niteliğini açığa çıkaran yoldaşlarımızın başında gelir. Bu durum, bir dönem Kaypakkaya yoldaşın, Kemalizmin ve onun sözde devrimci niteliğini gösterenlerin etkisinde olup, daha sonra onun gerçek niteliğini yani karşı-devrimci faşist özünü halk kitlelerine göstermesi ile benzerlikler taşır. Yazar anlaşılan değişim-dönüşüme inanmıyor. Neticede yazar, Nihat gibi bugün niteliği açık bir karşı-devrimci üzerinden, yaşamını mücadeleye adayan, ölümsüzleşen DABK kökenli yoldaşlarımızı ve bugünün devrimcilerini yıpratmayı kendine görev bilmiştir. 

(DEVAM EDECEK)

Exit mobile version