BİR TÜKENİŞİN ADI: MEHMET ALİ ESER (2)

3C1F066B-4A8F-477C-9B4F-FC7535AF6282

Devrimcilerin Ölümüne Susamış Düşkünlük

Cem yoldaşa ilişkin saldırıları ele aldıktan sonra, kitapta “Baki” ismiyle tanıtılan yoldaşımızla alakalı aktarımlara değinelim. Yoldaşımızın bilinen ismiyle değil, farklı bir isimle tanımlanmasını anlamakta zorlandık. Nitekim farklı kitaplarda aynı olay anlatılmış ve bilinen ismiyle tanımlanmıştır. Yani okuyucunun tanımadığı bir kişi değildir. İsim değişikliğinin nedenini görebildik. Yazarın “Baki” ismi ile tanımladığı yoldaşımız kitap boyunca en fazla saldırıya uğrayandır. Sahte bir isimle karakter tanımlanınca, bu kişi hayaliymiş gibi düşünülerek, ağzına ne geliyorsa sınırsızca kullanmıştır yazar. 

Yoldaşımız 45 yıldır Kaypakkaya hareketinde mücadele veriyor. Yazarın kitabında ölmesini dahi isteyecek kadar ileri gittiği yoldaşımız, düşmanın tüm imha operasyonlarında, ki mi zaman yaralı olsa bile çıkmayı başarmıştır. Yazar mermi sıkmadan komutanların olması gereken niteliklerini düşünürken, yoldaşımız çatışmadan çatışmaya bu nitelikleri öğrenmeye çabalıyordu. Bu mücadelesini 24 yıldır tutsak olduğu zindanda tecrit ve tredmana karşı direnerek sürdürmektedir. Yazar kullandığı ifadelerde hiç olmazsa bu durumu görerek saygı gösterebilseydi.

Öncelikle “Baki” ismini neden tercih ettiği üzerinde duralım. Muhasebe Belgemizde belirtildiği üzere, I. Konferans süresinde ‘RS’ hizbi açığa çıkar. İki farklı ismin örgütlediği bu hizbin içindekilerden biri Baki İşçi’dir. Bu kişi hareketimizde ‘savaş ağalığı’ çizgisinin bilinen ilk ismidir. Yine yazarın kitabında Baki ismiyle tanımladığı yoldaşımız da “Savaş ağası” zemininde oturmaktadır. Bu niteliklere uygun isimle yoldaşımızı yaftalayarak, aklı sıra yazar, amaçladığı noktayı pekiştirme niyetindedir. Böylece I. Konferans öngünlerinde ortaya çıkan savaş ağası Baki, 1993 OPK’nda farklı bir bedenle karşımıza çıkarılmak istenir. Yazar kendi çapını açığa vururcasına, yüz yüze yapamayacağı hakaretler ve suçlamalarla yoldaşımızı nitelemiştir.

Devrimci anlayışa sahip olmak zihniyetin dönüşümüdür. Bu davranışta, ilişkilerde ve kullanılan dilde meydana gelmesi gerekli, temelden bir dönüşümdür. Devrimci mücadeleden bir an dahi olsa geri durmayı düşünmeyenlere hakaret etmek asla değildir. Var olduğunu düşündüğümüz hatalar karşısında yapılması gereken, nesnel olanla yetinen eleştiri yürütmektir. Ancak Cem yoldaşımızdan sonra bu defa “Baki” ismiyle tanımladığı yoldaşımıza da bunun aksine yönelim gösterir.

O halde “Baki” ismiyle tanımladığı yoldaşımızla alakalı bölümlere geçebiliriz; “sofranın çemberi tamamlanmışken… ‘haydi başlayın’ diyen kişi ise kuru kaba gülüşüyle ikide bir sol göğsüne asılı duran telsizin mandalıyla oynarken adeta ‘ben buranın hakimiyim ’ havasındaki kişi; Baki’ydi…” 

İlk defa geldiği bir alanda, henüz tanıştığı yoldaşa hiç hoş olmayan gözlemler. “Baki” o dönemin ve sonraki sürecin değerli ve tecrübeli kadrolarından biridir. Önemli çatışmalar ve pusulamalar içinde yer almış ve yönetmiştir. Savaşı savaşarak öğrenmenin somut örneği olmuştur. Yazarın dikkat çektiği üzere “Baki” sürekli bir şekilde telsiz mandalıyla oynuyorsa hem bu niteliklere aykırı hem de onlarca birliğe kumanda eder kurmaylığa erişmiştir. Bu iki durumun da gerçekliği söz konusu değildir. 90’ların başı 2000’lere göre telsiz önemli bir iletişim aracıdır. Ancak bu duruma rağmen kendisini yemekten alıkoyacak sıklıkla telsiz kullanımı olanaksızdır. Sabit bir noktada ve önemli bir toplantının yapıldığı alanda sürekli şekilde telsiz kullanımı mantıklı gelmiyor. Bu alanda güvenliği takip edecek pek çok yoldaş var. Anlaşılan gürültüsü ve gülüşünü beğenmediği “Baki” ye, yazar telsizi de fazla görmüş. Daha ilk andan başlayarak yoldaşlarına karşı böyle aşağılayıcı düşünceler besleyen birinin yoldaşlık ilişkileri sevgisiz ve geridir.

Devam edelim; “yakasına monteli telsizle arada bir muharebe yapan Baki’nin konuşmaları, geldiğinden beri dikkatini çekiyordu; lakayt ve alaycıydı karşı taraftakiyle. Atila, bu gözlemlerini sentezleyince ‘Karargah komutanı Baki’ dedi içinden.(s.82) 

Öncelikle yazarın “Baki’ye” yaklaşımı paranoyaklık boyutuna ulaşmış görünüyor. Kitap boyunca göreceğiz ki kalabalık bir ortamda, başka kimseyi böylesine adım adım takip etmemiştir. Yazar öznel düşüncelerini okuyucunun sorgulamadan kabulleneceğini düşünüyor. Bu gözlemler kamp gününün ilk gününe ait. Ciddi bir önyargı sıkıntısı var ve nasıl parçalanacağı şüphelidir. Aslında görünen o ki yazar, süreci bugünden bakarak değerlendiriyor. Bu nedenle haksız ve nesnellikten uzak yargılarda bulunuyor. Dönemin ruhuna inemiyor, roman yazmak kolay değil. Amaç edebiyat olmadığı için de yazar sübjektif değerlendirmelerle romanını boğuyor. Henüz sohbet bile etmediği, yargılarını bile tahminlerle oluşturan yazar, bunları hoş olmayan nitelemelerle besliyor. Kendisinde sık sık bahsettiği üzere yeni mücadeleye katılan biride değil. Yanlış düşündüğü meseleler üzerine yoldaşlarıyla sohbet edilecekken, bunu yapmaya tenezzül bile etmemiştir. Çünkü hayali olaylar yaratıyor. “Lakayt ve alaycı” deniliyor ama nasıl bir sohbette bunu yaşadığı muammadır. Yazarın amacı çamur at izi kalsın olduğu için, buna gerek duymuyor. Elbette bu özellikleri “Baki” taşıyabilir, ancak bu nu somut bir şekilde ortaya koymak iddia sahibinin de sorumluluğudur. Yoksa tersinden bu ifadeleriniz, yakıştırdığınız özellikler sizlere giydirilir. 

Gelelim apoletlileri gelir gelmez tespit etmek talaşınıza. Yazarın ilginç bir sentezleme anlayışı var. “Lakayt ve alaycı” o halde karargah komutanı şu. “Karargah komutanı” arama yöntemi de vardığı sonucun hatalı olacağını gösteriyor. Tahminlerle apoletlileri aramak yerine, merakınızı giderebilmek için sorabilirdiniz. Hepsi yoldaşınız, neden ilk elden sorumlu düzeyde yoldaşınızı arıyorsunuz. Kendinize “Hüsnü” de olduğu üzere ahbap olarak onlarımı görüyorsunuz? Belirtelim “karargah komutanı” “Baki” değil. Yazar roman boyunca böyle yansıtsa da “karargah komutanı” Nihat’tır. 30 yıl geride kalmasına rağmen, geniş kitlelerin okuruna sunulan bir kitapta, bu bilgiyi edinmeye bile gerek duymamışsa, kitaptaki bilgilerin gerçeklikle uyumu sorgulanır. Daha önce bahsetmiştik, bir yıl önce oluşturulan Birlik Komisyonu Nihat’ı Genel Komutan olarak belirlemiş, “Baki” ismiyle tanımlanan yoldaşımızı da Genel Komutanlık altında örgütlenen Amed Bölge Komitesi komutanıdır. Bu nitelikler OPK öncesi niteliklerdir. Ayrıca şu durumu da gözden kaçırmayalım bu kişiler ve diğer yoldaşların almış olduğu görevler, DABK ve Konferans kanatları temsilciliklerinden oluşan, Birlik MK’sı tarafından belirlenmiştir. Orada bulunan kadrolar sadece şu tarafın ya da bu tarafın sorumlusu değildir.

Bir başka bölümden devam edelim; “Baki’nin yanında oturuyordu. Telsiz konuşmaları şifresiz ve açıktı… Baki, telsizle konuşmasının bir yerinde… gelirken Cemal ağaya da uğrayın, ona bırakılan bir roket atar ve iki adet roket var; onları alıp getirin deyince. Atila adeta şok olmuştu… kimseden ses çıkmayınca Atila…; yoldaş telsizlerin dinlendiğini bilmiyor musunuz? Bu kadar açık konuşmak riskli değil mi? deyiverdi… Baki’den aldığı cevap açık bir azar ve terslemeydi; ‘Ne bıra bıra, daha yeni geldin, dilin de çok uzun senin ha!” Dikkat çeken, ilginç bir diyalog olduğu açıktır. Tarihimizi konu alan ve dönemi de içine alan pek çok farklı eser yazılmıştır. Ancak askeri anlamda bu kadar ciddiyetsiz ve güvenliği görmezden gelen bir tutum anlatılmamıştır. En azından biz karşılaşmadık. Bırakalım “Baki” ismiyle tanınan yoldaşımızı, herhangi bir yoldaşımızın böyle güvenlik kaygısı taşımayan pratiğini ne gördük ne de okuduk. Ha kaza döneme tanıklık eden yoldaşlar da “Baki”ye atfedilen bu pratiği okuduklarında şaşıracaktır. Yazar “Baki”yi her yönüyle olumsuz bir kişilik olarak okura gösteriyor. Şaşırıyoruz, kesintisiz 12 yıl kırsal alanda bulunan birinin, bu kadar olumsuzluk içinde olup da son ana kadar sorumluluk düzeyinde bulunmasına. Yazar bu durumu neye göre açıklıyor. Sıradan bir savaşçının bile yapamayacağı pratiği, tedbirsizliği “karargah komutanı Baki” nin yaptığına inanmamız isteniyor. Oldu olacak tüm teçhizatlarmızı düşmana teslim edelim. “Karargah komutanı” bunu yapabiliyorsa, yeni katılan birinin neleri yapabileceğini düşünmek bile istemiyoruz. Bu anlatımdan çıkan iki yönlü göz göre göre gerçekleşen güvenlik zafiyeti bulunuyor. İsmi açık şekilde belirtilen ve hayatta olmayan Cemal Ağa o dönem risk altına sokulmuştur. Cemal Ağanın iki oğlunun telsiz görüşmeleri sırasında  -OPK delegeleri olmaları nedeniyle- kamp alanında olması gerekiyor. Onlardan biri yazarın askeri anlamda öve öve bitiremediği “Zeki” dir. 2 oğlu mücadele içinde olan ya da sıradan bir köylü böyle açık şekilde düşmana yem edebilir mi? Anlaşılan bu kurguya inanmamız isteniyor. Diğer bir risk altında olanlar da roketleri almak üzere görevlendirilen yoldaşlardır. Bu arada o dönem bölge de bulunan birliğin sorumluluğunu Lenko yapmaktadır. O halde “Baki” telsiz görüşmesini Lenko yoldaşla yapmaktadır. Açık bir şekilde alan belirtilerek yapılan bir konuşma iddia ediliyor. Bu iki yoldaşın böylesi bir görüşme yapacağını yazar bize inandıramaz. Ha keza yazar kitabında Lenko yoldaşı da överken buna inanmamız isteniyor. Düşmanın bu görüşmeden yola çıkarak durumu lehine çevireceğini bu yoldaşlar tahmin etmiyor mu? O dönemim komutanlığı bunu dikkate almayacak kadar ciddiyetsiz mi? Yazar, sıradan bir savaşçının dikkat edeceği bir meselede üzerinden bilgiçlik göstererek, özelde DABK kökenli genelde ise tüm bir kırsal gücü hedefe koyduğu görülüyor. Elbette köylülerden belirtilen konuda yardım istenir. Tartışılan bu değil. Ancak böylesi bir tedbirsizlikten sonra köylülerden gönüllü olarak yardım istenebilir mi? Yazar ne yazdığının, ucunun nereye uzanacağının farkında değil. 4 ay önce kışlık üstlenme alanlarında yaşananlara rağmen, böylesi bir tedbirsizlik yaşanabilir mi? Düşman operasyonlarının en yoğun olduğu süreçtir. Atila’nın bildiğini partizan nasıl bilmiyor? İnandırıcılıktan uzaktır. Bununla da sınırlı değil. Atila iddia edildiği üzere “Baki” den yoldaşlık kültürüyle ilişkili olmayan bir tarz da yanıt alıyor. Öyle ki OPK için alanda bulunan delege vd. savaşçıların bulunduğu kalabalık bir ortamda verilen yanıt, sadece Atila’yı şok ediyor ve diğerleri normal karşılıyor. O dönem en nitelikli kadrolarının bulunduğu bir ortamda dikkat çekmiyor. Dar bir alanda ve açık yapılan bir konuşma nasıl dikkat çekmez. Atila’nın duyduğunu bir kişiden fazlası duyması gerekir. Yazarın ifade ettiğine göre “Baki”, ilk defa karşılaştığı ve sohbet dahi henüz yapmadığı yoldaşına “dilin çok uzun” diyor. Sıradan bir toplantı arifesinde değiller. Birlik OPK’sı yapılıyor. Böylesi bir ortamda delegelerden biri diğerine yakışıksız şekilde yanıt veriyor. Bu belirttiğimiz nesnel durum göz önüne alınınca yazar inandırıcılıktan uzaktır. Yöresel bir üslupla da inandırıcılık katılmaya çalışılsa da, bu lümpen dil gerçeği ifade etmiyor. Yazar görünen o ki Muhasebe Belgemizde eleştirisi yapılan, kısmi boyuttaki yoldaşlık ilişkilerinde yaşanan lümpen, geri yoldaşlık ilişkilerine tavır açıklamalarına dayanarak “Baki” üzerinden bir kurgu yapıyor. İnandırıcı olmaktan uzak bu kurgunun yaratılmasına neden olan lümpen dilin sahipleri farklı kişilerdir. Yazar yanlış kişiye yönelmiştir. Bu bilinen pratiklere dayanarak inandırıcı olabileceğini düşünen yazar, sonuca gelerek yargılıyor; “bu azarlayıcı dile, bu kibre, bu egemen, tepeden inmeci tavra hazır olacak bir ortamdan gelmiyordu.” Gelmiyordu da neden bu tarzı eleştiri konusu yapmamış. Alanda kendisinin de övdüğü pek çok nitelikli kadro bulunurken, neden gündeme getirmiyor. Ayrıca bu tavırlarla karşılaşmadığını iddia ettiği alandan yalnız o gelmiyordu ya, herhalde bu durumda hiç olmazsa o yoldaşlar Atila’yı haklı bulabilirdi. Yazar öyle bir ortam yaratıyor ki güvensiz, yoldaşlık ilişkilerinin olmadığı, bilgisiz ve cahil bir toplulukla karşılaşıyoruz. Bu türden davranışlar yazarın ifadesiyle; “devrimciliğin dışında her şeye benzeyen susturucu, içine kapatıcı bir tarzdı” (s.82). Bu tarza sessiz kalmanın da yazarı farklı bir yere koymadığı bilinmelidir. 30 yıl sonra iddia ettiği “dilin çok uzun” lafına inanmamızı bekliyorsa, önce kendisinin tavırsızlığını açıklasın.

Yazar. 92 birliğine ilişkin ya da farklı konular üzerine daha sonradan yapılan olumsuz değerlendirmelere dayanarak, kurgusal olaylar yaratarak inandırıcı olacağını düşünüyor. Ancak sorunları kişilerle açıklayıp, çözümü onları hedefe koyarak ve bunu da DABK kökenli kadrolara yapmak, Muhasebe Belgelerimizle çelişir. Muhasebe Belgesi kişilerin hatalarını öne çıkaran bir anlayışla değil, kolektif; bir bütünü ele alan bir anlayışa sahiptir. Çözüm bu şekilde sağlanacaktır. Kişilerle ve gruplarla sınırlayan anlayış, çözümsüz, yıpratıcı geriletici bir tarzdır. Kolektif bilincin gerilediği durumda tek yanlı, öznel tavırlar ortaya çıkar. M. Ali Eser’in hatalarının kaynağı da bireysel, bencil bakış açısının hakim olmasıdır. Kendi başına tarihi yeniden yazarken içinde bulunduğu kolektif yapıya yaslanmaktadır.

Devam edelim; “Karargaha gelen yoktu örneğin. Birbirleriyle sohbet edenlerin de birbirlerini dinlemedikleri, anlaşılması zor bir görüntü değildi. Baki bilindik lakayt, üstenci ve kaba tavırlarıyla telsiz görüşmelerine devam ediyordu.” (S.83) Nasıl bir yoğunluktur ki telsiz görüşmeleri sürdürülüyor. Yazar, düşman hareketliliği dinlemek için takip edilen telsiz görüşmeleriyle, yoldaşların birbirleriyle gerçekleşen telsiz görüşmelerini iç içe veriyor olması gerekiyor. Yazarın anlattığı gibi bir yoğunluğun yaşanması olanaksızdır. Ayrıca yazar, anlaşılan kimseyle de sohbet etmiyor. Herşeyi bırakmış çevresinde olup biteni takip ediyor. Ona göre bulunduğu alanda hiçbir şey yok. Orada kendisi de dahil samimiyetsiz bir toplam var. Aslında yazar ne dediğini bilmeyen, ben merkezci bir anlayışa sahiptir. “Gülen yoktu örneğin” deniyor. Ancak ilerdeki sayfalarda neşeyle anlattığı Alev’le yaptığı sohbetleri de kendinden kaynaklı bir durum olarak gösteriyor olmalı. Nasıl bir “karargah” beklentisi vardı da gelen olmayışı üzdü. Bu durumun inandırıcılığı zayıfta olsa, kışlık üstlenme alanlarında yaşanan kayıpların yaratacağı moral düşüklüğü de gözönüne alınmalı. Ancak yazar buna vurgu yapmıyor. Onun niyeti insana yabancılaşmadan doğan ilişkilere vurgu yapmak. Böylece yoldaşlarımızı ruhsuz, insani duygulardan uzak göstererek saldırıyor. 

Yazar dönüp dolaşıp yine “Baki”ye geliyor. Nedenini derinlerde aramaya gerek yok. İçinde bulunduğu Konferans çizgisindeki yoldaşlarını övücü sözlerin dışında ifade kullanmayan yazar, saldırılarını “Baki” ve Cem üzerinden DABK çizgisine yapıyor. Yazarın “Baki” üzerinden saldırılarına devam edelim; “Baki her gün birçok kez telsiz muharebeleri yapıyordu hala. Bu muharebelerden birinde ‘bra bra daha bitirmediniz mi?, sizin iş yapmanız da TC askerlerinin iş yapmasına benzemeye başladı; kırk kişi bir yumurtayı taşıyamıyorsunuz ha! dedikten sonra yaptığı espirinin kıymetli olduğunu düşünmüş olacak ki, at kişnemesine benzer bir edayla gülmüştü” (S. 123) 

Nasıl bir benzetme “at kişnemesi”, bu kadar çok mu “Baki”den nefret ediyorsunuz? Tam bir düşmanlaştırma söz konusudur. Telsizden böyle uzun uzun görüşmeler gerçekleştirmek, bulundukları alan için hiç normal değil. Yazarın teksiz görüşmelerine ve “Baki”ye takıntısı da, malum “Baki”ye yakıştıramadığı komutanlık, onun bilgi yetersizliğini göstermeye yönelik iddialarıyla perçinlenmek isteniyor. Birkaç gerillanın katıldığı bir sohbet kurgulayan yazar, sohbetin konusu olarak hem ekonomi-politik hem de askeri meselelerle ilgilenen komutan olur mu? olarak belirlenmiştir. Tartışma konuları şaşırtıcı, yazarın tuhaf bir tartışma konusu fantezisi var. Ancak “Baki”ye saldırmasının hafifliği yine karşımızdadır. Yazarın aktardığına göre, “Baki” bilgisizliğiyle sohbete düstursuz girer; “Emperyalist İsmail’e kalsa Lenin’de gerilladır” dedi.” (S. 128) “Baki” bu cümleyi Mao’nun hem ekonomi hem de askeri sorunlarla ilgilenen askeri komutan olduğunu iddia edenlere karşı olduğunu vurgulamak için ifade eder. Maoist savaş örgütünde komutanlık yapan birine yapılan bu yakıştırma fazlasıyla ileridir. Doğrudur dönem itibariyle Maoizm kavrayışı düzeyi her iki taraf içinde geçerli olmak üzere yetersizdi. Bir tarafın diğerine göre bir adım önde olması yeterlilik değildir. Ancak yazarın burada yaptığı açık bir iftiradır. Mao’nun hem ekonomi hem de askeri katkılarını, çözümlemelerini bilmeyecek bir komutanın Maoist bir savaş örgütünde olabildiğini yazar iddia ediyor. Kendisi de bu iftiralarına inanıyor mu? Bu sadece kişiye değil, onu bu düzeye taşıyan kolektif bilince de, son olarak Birlik Komisyonu’na da saldırıdır. Yazarın özelde DABK genelde de tüm kırsal gücün siyasi düzeyini geri gösterme amacı bulunuyor. Mükemmeliyetçi bakış açısıyla yaklaşarak, eleştirilerimizde haklılık payı aramıyoruz. Yazar bu bölümde ve farklı yerlerde şehirden gelen kendisi gibi “nitelikli” kadrolarla “bilgisiz savaş ağalarının” egemen olduğu DABK kökenlileri karşı karşıya getiriyor. Bunu gerçeklerden kopuk yapıyor.

Romanda yazar bu defa “Baki”ye yönelen saldırılarını, köylülerin sohbetlerinin normal bir konusu gibi verme amacı var. “Baki” bu defa köylülerin ağzından hedeftedir. Bu köylülerden biri Cemal Ağa’dır. Daha önce Cemal ağadan kısa da olsa bahsetmiştik. İki oğlu mücadele içinde olan Şahverdi köyünde yaşayan bir köylüdür. Cemal ağayı ele alırken iki oğlunun niyeliği dışında değerlendirmek gerekir. Bir diğer köylü karakter Kötü Hızır ismiyle tanımlanır. Şimdi Kötü Hızır ve Cemal ağa üzerinden gerçekleşen saldırılara bakalım.

Mehmet Ali Eser’in Cemal ağa ve Kötü Hızır arasında sunduğu sohbetin konusu ve amacı, Pülümür barınağında yaşanan kayıplar ve sorumluluğun tek başına sorumlu “Baki”ye yüklenmesidir. 

Pülümür barınağının açığa çıkmasından, yaşanan kayıplara kadar yürütmenin elbette bir sorumluluğu vardır. Ancak yazarın yaptığı gibi tek tek bireylere saldırı ve yıpratma amacı taşıyan değerlendirmelerle ders çıkarılamaz. Sorumluluk bir anlamda tekrar edilmemesini sağlayan ödevi ifade eder. M. Ali Eser bu sürece Cemal ağa karakteriyle değinirken, ipin ucunu fazlasıyla kaçırır. Kötü Hızır ve Cemal ağanın Pülümür barınağı üzerine kitapta geçen sohbete bakalım. Daha önce Atila’nın ağzından duyulan “Baki”ye saldırılar Köyü Hızır’la devam eder. “Beni elçi olarak tayin eden komutanın adı Baki’ydi elleri öpülesi, sadece kendi dili var zanneden karşısındakinin edeceği sözü hiç merak etmeyen, köşeli şapkalı sert bir adama benziyordu.” (S.183) Yazar Kötü Hızır’ı Cemal ağaya kurye olarak “Baki”nin gönderdiğini iddia ediyor. “Baki” nasıl bir komutan ki kendisinden hiç hazzetmeyen, dedikoduyla karalayan birini kurye olarak kullanıyor. Halbuki o süreçte yoldaşlar köye kurye vasıtası olmadan rahatça uğramaktadır. Kötü Hızır’a ulaşanlar, Şahverdi’deki Cemal ağaya da ulaşır. Ancak mesele “Baki”ye saldırı olduğu için, yazarın hayali bir karakterle dimağını ortaya çıkarmaya ihtiyacı vardır. Yazarın sıklıkla başvurduğu “Zeki” ve “Baki” arasındaki sözde rekabeti, “Zeki”nin Cemal ağanın oğlu olması nedeniyle tekrar tekrar yinelendiğini görüyoruz. “Zeko’nun komutan olduğu birlikte savaşçı düşse düşse ya kurşunla yada bombayla düşer toprağa icabında, Baki ne anlar zatürreden, donmuş el ayak görmediğinden O sıcak göbeğini okşayıp yayılan yayılan gülmesini bilir ha!” (S. 183) Aktardığımız bu cümlenin Cemal ağanın gerçekte kullandığı yanılgısına düşülmemelidir. Biz Cemal ağayı değil, onu kendisine aracı yapan yazarı eleştirilerimizin karşısına alıyoruz. Yaşadığımız kayıplar çok önemlidir. Bunu görmezden gelemeyiz. Ancak bu yaşananları tek kişinin yetenekleri ve yetmezlikleri ile açıklamak doğru değildir. Bunu yapanlar acıdan beslenenlerdir. Gerilla gücünün ilk defa karşı karşıya kaldığı bir gelişme söz konusudur. Yol üzerinde kaybedilenler ve varılan yerde kaybedilen yoldaşlarla ve mücadeleden kopmak zorunda kalan gazilerimizle buz gibi bir cehennem yaşanmıştır. Beklenmedik böylesi bir olayda yoldaşların çabalarını görmeden olumsuzlukları ve yetersizlikleri köşe taşı yapmak yolumuzu açmaz. Yazar Yel Dağı’nda yaşananları ve daha önce aktardığımız kimi durumlardan yola çıkarak “Baki”nin edindiği konumu haketmediği fikrinin altını aymazca doldurma çabasındadır. Ona göre “Baki”den daha iyileri varken, onun komutan yada genel komutan olması hatalıdır. Bunu Cemal ağaya da söyletir; “bir komutan savaşçısını bilgisizlikle kaybetmişse, orada onun komutanlığı biter…Zatürreden savaşçısını kayıp veren bir komutan olsa olsa Dersim köylüsüne kulak asmayan, onları bir gün olsun dinlememiş akılsız bir komutandır ha dedi.” (S.185) Yazarın Cemal ağanın ağzından verdiği bu sözler daha önceki saldırılarının devamıdır. İkinci ve üçüncü ağızlardan dinlediği Cemal ağa hakkındaki bilgisi de hayallerden öte olmasına rağmen bu cümleleri yakıştırabiliyor. 

Yazara göre Pülümür barınağının açığa çıkmasından sonra yaşanılanlardan dolayı “Baki” dahil o süreci yaşayan tüm komutanlar görevden alınmalıydı. “Askeri kurmay” tek yanlı ele alışıyla sorunu kökten çözdüğünü düşünüyor. Bu kişi OPK sonrası DBK’nde görevlendirilir. Bu görevde beri dönüp dolaşıp aynı noktadan saldırılarını sürdürüyor. Cemal ağa; “komutan Baki’nin iki gerillayı zatürreden kurban etmesine hiddetlendi” (S. 185) “Parti savaşçılarını komutana verirken, onları zatürreden öldürsün diye vermez” (S. 186) Yazar bununla da yetinmez, hayal ürünü anlatımlara başvurur; “Baki köylü konuştuğu zaman dilini keserim derken elindeki silaha güvenerek bunu söylüyordu”. (S. 186) Kurulan Halk Mahkemesinde köylünün fikrinin alınmadığı iddiasında bulunur. Oldu olacak Halk Savaşı köylüye karşı veriliyor denilsin. Yazar düşmanın anti-propaganda tarzına alet oluyor. “Baki”nin sorumluluğunda, köylülerin katılımıyla Şahverdi’de bir toplantı yapıldığı doğrudur. Bu toplantı Yel Dağını aşarak önce Birmanlara daha sonra Şahverdi’ye geçen “Baki” komutasındaki birlik tarafından yapılır. Yoldaşlarımız büyük bir badire atlatmıştır. Ancak yoldaşlarının henüz bilgisi olmadığı Munzurlarda bir üslenme alanının çevresi de bombalanmıştır. Yoldaşlar bombalama seslerini almış olsa da, nerenin bombalandığını bilmemektedir. Şahverdi köylüleriyle yapılan toplantının konusu da Munzurlarda yaşanan bu bombardımandır. Daha sonra yapılan keşiflerde üslenme alanının çevresinin gelişi güzel bombalandığı, barınağın isabet etmediği de anlaşılmıştır. Bu barınakta bilindiği üzere Cemal ağanın oğlu “Zeki”de vardır. Cemal ağada oğlunun o barınakta olduğunu bilmektedir. Bombalanan yeri bildiği için yoldaşlara, barınağın bombalandığını anlatıyor. Bunun sorumlusu olarakta düşmana barınağın yerini köylülerin verdiğini iddia ediyor. Yani aynı köyde bulunan tüm köylüleri düşmanla işbirliği yapmakla suçluyor. Ancak böyle bir suçlamanın doğru olmadığı yapılan görüşmelerden netleştirilir. Bombalamalardan da anlaşılacağı üzere yer tam olarak hedef alınmamıştır. Ancak Cemal ağa ikna olmamıştır. Bu toplantıda da köylüler yoldaşlara, “siz buradayken bize böyle davranıyorsa, sizin yokluğunuzda neler yapar düşünün” diye uyarıda bulunur. Bu aktarım kitapta yoktur. Yaşanan gerçeklerden aktarıyoruz. Cemal ağa köyünde sözü geçen, kimi zaman köylülere haksız uygulamaları olan da biridir. Ancak M. Ali Eser ya bu durumdan haberdar değil, yada aktarmak işine gelmemiştir. Köylülerin uyarısı üzerine yoldaşlar, Cemal ağayı rencide etmeden uyarır. Köyden ayrıldıklarından sonra her hangi bir pratiğe girişmemesi istenir. Oğlu mücadele içinde olan birine “dilini keserim” gibi bir ifade kullanılabileceğini yazar nasıl umuyor. Burada anlatımları yazarın hayal ürünüdür.

(DEVAM EDECEK)

EDİTÖRÜN NOTU: Kısa bir not düşmek gerekirse;

Eleştiri konusu olan yazar, yazının ilk bölümü paylaşıldıktan sonra, kendi notunu düşmüş. “Kitap 24 yıl önce yazılmış… basıldıktan altı yıl sonra ilgi göstererek yaptığınız kritiği sevinçle karşıladım…” demiş. Kitabın hangi tarihte çıktığını, basımının ne zaman yapıldığını iyi biliyoruz. Velhasıl kitap dolaşıma, okuyucuya ulaşmaya devam ediyor. Bu nedenledir ki, bizlerin kitaba karşı eleştirilerimiz 30 yıl sonrasına denk gelmiştir. 

Bizler için şanlı tarihimiz ‘72 Nisan Güneşinin ilk doğduğu gün kadar güncel, sıcak ve yakıcıdır. 51 yıllık belleğimiz gün gibi taze vede bu şanlı tarihe karşı nerede ne söylenmişse yeri ve zamanı geldiğinde tek tek cevap verilecektir. Dünümüzü unutmadık, geleceğimizi kaybetmeyeceğiz. Yazar kitapta geçenlere dair eleştirimizin zamanını değil, eleştiri konusu olanı dikkatine almalıdır. Bizim için 51 yıllık tarihimiz anlık hafızamızdır.

GÖRSEL: 1993-OPK Munzur Dağları.

Exit mobile version