BİR KEZ DAHA BARASOR

F297544E-026D-430B-A726-A2398D0819EF

Barasor (Başbağlar) söz konusu olunca çok öfkeleniyorum. Bu kadar yüz kızartıcı bir suça ve ağır bir acıya karşı insanlar nasıl tepkisiz ve suskun kalabiliyorlar, anlamış değilim! Ülkenin aydını, solcusu, vicdan sahibi, ezilen inanç sahipleri ve ulus sözcüleri neden susuyorlar?

Hepinizin bildiği gibi Sivas katliamı 2 Temmuz, Başbağlar ise 5 Temmuz 1993 yılında gerçekleşti. Sivas, Faşist TC’nin mutfağında yetişen ırkçı ve dinci birinin ne kötülükler yapabileceğinin somut bir örneğidir. Sivas, Perinçekçiler’in kışkırttığı ve organize ettiği bir devlet katliamıdır; Barasor ise PKK’nin yaptığı ve Sivas’tan çok daha vahşi bir katliamdır. Her iki katliamın birbiriyle olan bağlantısı, Dersimliler başta olmak üzere Alevilere, Kürtlere ve Devrimcilere çıkardığı ağır faturaya değinmeye çalışacağım.

Barasor davası, 30 yıl aradan sonra geçen yıl tekrar açıldı. Bu dava açılırken asıl failler tutuklanmadı, suçsuz köylüler hedef alındı/alınıyor. Bunlardan MB, bu soruşturma üzerine ülkeyi terk etmek zorunda kaldı.

MB ülkeyi terk ederken beni aradı ve bana, “neden gerçeği açıklamama izin vermedin?” diye sitem ve eleştiride bulundu. 

MB, Barasor katliamıyla ilgisi yoktu. Fakat tam 30 yıldır mağdur ediliyor. Fail diye tutuklanan diğer mağdur köylüler,hapishanede bizim koğuşa geldiler. Daha doğrusu İstanbul ve Erzurum Hapishanelerinden sonra Buca Hapishanesine getirildiler. Buca’ya getirilene kadar akıl almaz işkence ve hakaretlere maruz kaldılar. (Erzurum Hapishanesinde gardiyanların sırtlarına binmeleri örneği, nasıl bir aşağılamayla karşılaştıklarını açıklar.)

Bunlardan MB, DHKP-C koğuşuna, diğerleri ise bizim koğuşa geldiler. İçlerinden sadece birini tüm ısrarlarına rağmen koğuşumuza gelmesini kabul etmedim. Çünkü tutuklanan köylülerin içinde sadece bunun katliamla ilgisi vardı.

MB’NİN KABUL EDİLMEYEN TALEBİ

MB, diğer köylüler gibi hem Barasor’da yaşanılan vahşete hem de uğradıkları akıl almaz haksızlığa isyan ediyordu. 

Bir gün DHKP-C’nin temsilcisi Samandağ’lı doktor adayı ve ölüm orucu direnişinde sakat kalan sevgili dostum Bernar SATAR’la bizim koğuşa geldi, üçlü bir görüşme yaptık. 

Talebi özetle şuydu:

“Bizim bu karşı-devrimci vahşetle ilgimiz yok, ama cezasını biz ödüyoruz. Başta yerel işbirlikçiler olmak üzere bu vahşetin failleri dışarda elini kolunu sallayıp geziyorlar. Ben mahkemeye dilekçe verip tüm gerçeği anlatmak istiyorum.” dedi. 

“Devlete ifade verilmez,” diye bu haklı talebe karşı çıktım/çıktık. Görüyorsunuz değil mi, PKK hepimizi nasıl kuşatmış ve rehin almış?

KATLİAM NASIL PLANLANDI VE KİMLER KATILDI

Barasor vahşetinden bir gün önce Delil, Erdal Benler, İsa ve Ekrem’in grubu K köyünde toplantı yaptılar. Topladıkları köylülere, “Sivas’ın hesabını çok yakında soracağız,” dediler. Fakat köylülere Barasor’u basacaklarını söylemediler. Bunun yerine psikolojik ve fiziki baskı aracılığıyla hakimiyet kurmak için köydeki herkese 5 milyon vergi kestiler.

Köylüler, buna güçleri olmadığını açıklayarak karşı çıktılar ama sorun para değildi. Uygulanan strateji çok basitti:

Gözdağıyla sindirmek, korkutmak ve bu tür yıldırma yöntemleriyle teslim almak. Hatta MB’nin amcası B, “Yedi ay kış yaşıyoruz. Benim 15 keçim var. Hepsini satsam yine 5 milyon etmiyor, madem öyleyse alın keçilerim sizin olsun,” deyip tepki gösterir. 

Fakat hüküm verilmişti. Devrimci örgütlerin halkı koruyamadığı psikolojisini yaymalara gerekiyordu. Bunun için para boyun eğdirmenin birinci aracıydı.

Bir gün sonra Barasor’da katliam yapıldı. İnsanlar topluca kurşuna dizildi. 197 ev yakıldı. Yılmaz Baltacı’nın eşi Nazife Baltacı, küçük oğlu İbrahim Baltacı, Nurettin Aydın, Şakir Aydın ve Süleyman Orhan evleriyle birlikte yakıldılar. 

Benzin PKK’nın yerel işbirlikçileri aracılığıyla getirildi. HS’ın götürdüğü benzin T ve H’nın atıyla taşındı. Bu katliama İS, H köyünde iki kişi, B köyünde bir kişi, HB, H’nin de içinde olduğu on iki yerel işbirlikçi katıldı. 

Bunların tümü dışarıdalar ve devlet bunları almadı. 

YAĞMADAN PAY ALANLAR

Bu yerel işbirlikçiler, Ovacık’ta PKK’nın çocuk kaçırma ve halkı soyma terörünün yerel ayaklarıdırlar. Bunlar halkına ihanet ettiği gibi Barasor’lu kirvelerine de ihanet eden suçlulardır.

Yılmaz BALTACI’nın eşi ve oğlunun yakılması ve kadının bileğinden altınlarının alınmasında bunlar direkt rol aldılar. Ki bu kadının bilezikleri alınınca kollarının kesildiği iddia ediliyor. 

İnsanlara yağma ve çapulculuk suçu işletildi. Bir coğrafyanın tüm insani dokularıyla oynanması için seçilen bilinçli bir stratejidir. Ekonomik alt yapı tahrip edildi ve sosyal doku çürütüldü. “Dünyadaki en korkunç şey bozulan insandır,” sözü tam da burada anlamını buluyor. 

Ve buradan getirilen altınların bir kısım HB tarafından B yaylasından olan Çemişgezekli HK’ya da verildi. Vahşete tepki gösteren diğer Dersimli yaylacılar, bunları protesto edip aynı günün sabahı oradan göç ettiler. 

Daha sonra HB’nin yönlendirdiği saf bir köylü “olayla ilişkilidir,” diye ilgisiz insanların ismini verdi, kendisi ise dışarda kaldı.

BARASOR’UN DERSİM’DEKİ KÖY YAKMAYLA İLİŞKİSİ

BARASOR, Eğin’e (Kemaliye’ye) bağlı bir köy. Osmanlı’ya bürokrat verdiği gibi Kemalist Cumhuriyet’e de önemli bürokratlar vermiş bir yerdir. Bugün halen oynadıkları aktif rollerle insanların hayatlarını karatan Doğu Perinçek ve Tuncay Özkan Eğinli’dir. 

Eğin, B. Dikran’ın Kenan ülkesine düzenlediği seferle köle olarak getirilen 300 bin Pakraduniler’in soyuna dayanıyor. Diyarbakır surlarını inşa eden bu yetenekli ve zeki halk, aynı uygarlığın imzalarını Eğin’e de attı. Ve bu zenginliğin Dersim soykırımının gerçekleşmesinde de direkt bir ilişkisi vardır.

Şöyle ki, Dersim’deki Kelepir denilen çapul ve yağma hareketinin birçok yönlü ekonomik ve siyasi nedenleri ve sonuçları vardır. Fakat yazıyla ilgili olan kısmı şudur:

Devletin ekonomisini çökerttiği Dersim, karnını doyurmak için çevre yerleşim yerlerine zaman zaman akınlar yaparak mallarına el koyar. Devletin Soykırıma siyasal zemin hazırlamak için hazırladığı bu tuzağa, en çok Eğin’e giden şikâyet dilekçeleri, seferin yapılmasına “hukuki” zemin hazırlar.

Daha önce belirttiğim gibi Sivas gibi Barasor’da sınıf mücadelesi temelinde mücadele eden hak arayıcıları başta olmak üzere, o ülkede yaşayan tüm ezilen inanç ve uluslara karşı gerçekleştirilmiş siyasal bir suikast eylemidir.

DEVLETİN DERİN AKLI

Barasor yakılarak Dersim’in içindeki ve etrafındaki tüm Türk ve Sünni köyler koruculaştırıldı. Dersim’in ikinci kez fermanı buradan verildi. Bu kuşatma ve sosyal izolasyon 1994’teki köy yakmalarını ve insansızlaştırmayı da beraberinde getirdi. 

Katliamdan sonra devlet karakolu yarım saat uzaklıkta olmasına rağmen tam 16 saat sonra olay yerine geldi. Yaralıları kurtarmaya ve yangını söndürmeye gelmedi. Fakat Barasor’lulara, “size silah ve adam verelim Hozat ve Ovacık köylülerini vurun” teklifinde bulundu.

Bu size bir şey açıklamıyor mu?

Fakat Barasor’lular, devletin kendi komşu ve kirvelerini öldürme önerisini ret ederler. Peki ret etmeseydiler nelerin olacağını tahmin edebiliyor musunuz? Sivas ve Barasor’la amaçlanan Alevi -Sünni çatışmasını başlatmaktı. Acısını görmezden geldiğiniz komşu ve kirvelerinize ne kadar şey borçlu olduğunuzu görüyor musunuz?

Ve sizler köyler yakıldığı zaman PKK’nın o zaman bölgeden başka yere çekildiğini ve çatışmalara müdahil olmadığını biliyor musunuz?

Bölge halkı biliyor, ama bir çoğunuz bilmiyorsunuz. O zaman orada bulunan üç devrimci yapı bunun bedelini çok ağır ödedi.

Her şey bir planlama ve strateji eşliğinde adım adım uygulandı ve bugünlere gelindi.   

Bu vesileyle devrimci hareketin üzerinden otuz yıl geçmesine rağmen bir Barasor politikası ve tutumu yoksa, nedenleri buraya dayanıyor. Bu açıdan bu kesimlerin Sivas anmalarını düzenlemeleri tamamen bir riyakarlıktır. Sivas’ı anmayı da tam olarak beceremiyorlar. Sivas’a ilişkin devlet organizasyonu tam olarak açığa çıkartılmadı. Banaz’da yapılması gereken etkinlikler, neden şehir merkezine alındı? Perinçek, neden Selman Rüştü kitabını çevirdi? Kültür Bakanı Sağlar, orada olması gerekirken neden o gün yoktu? vb. cevabını bekleyen yığınca soru mevcut.  

Kanla sırılsıklam olan Barasor’daki köy yangınının dumanı, sadece Yılan Dağı’nın gözlerini kör etmedi; kendisine devrimciyim deyip ama PKK’ya teslim olanların gözünü de vicdanlarını da kör etti. Bu insanların acıları görmezden gelindi ve devletin insafına terk edildiler.

Yapanlar, seyredenler ve susanlar alayınız suçlusunuz, tarih sizleri af etmeyecektir!..

5 Temmuz 2023 

Murat KAHRAMAN

Exit mobile version