Fikret Ilkiz
Yargılanan avukatlar, dinleyiciler, avukatlar, herkes alkışlıyordu… Alkışlayan da, alkışlanan da yaşama karşı daha bir güçlenmiş olarak ayrıldılar birbirlerinden. Alkışlarla geldiler alkışlarla gittiler…
En uygar seslerle karşılandılar.
Alkışlarla duruşma salonuna girdiler ve alkışlarla uğurlandılar.
Avukatlık mesleğinde verilen bunca emeğin, katlanılan sıkıntının, zorlukların, yaşamın, yaşamın yitirilişinin karşılığı diyebilirsiniz belki de. Mahkeme salonunu kaplayan alkışlar alkış seslerinin gücüydü.
Kelepçeli getirilen avukatlar biliyorlardı yeniden yaşanacakları…
Ama bu celse; biraz umut kırıntısı vardı, özgürlüklerine yaklaştıklarını hissediyorlardı sanki…
Sanki meslektaşlarını görmek bu beklentiyi çoğaltmış gibiydi ve güç veriyordu.
Sanki 15 Eylül Çarşamba günü cezaevinde yapılan sabah sayımında gibiydiler…
Getirildikleri duruşma salonunda meslektaşlarını, dinleyicileri, baro başkanlarını görünce sanki sabah sayımında onlar da yanlarındaymış gibi hissettiren bir duygu sarmıştı herkesi …
Sanki sayımdan sonra hep birlikte çıkıp gideceklermiş gibi halleri vardı gelenlerin ve elleri kelepçeli getirilenlerin…
Umudun kırıntısı bile; mekân ne olursa olsun umut veriyordu…Bekleniyordu? Ne?
Alkışlarla karışılanınca sarmaş dolaş olmuş gibiydiler avukatlarla, dinleyicilerle…
Onları hiç yalnız bırakmayan Fransa, İsviçre, Hollanda, Belçika, Almanya, İspanya ve İtalya’dan gelen avukatlar cübbeleriyle, dinleyiciler ve gazetecilerle duruşma salonundaydılar,
Mahkeme alkışların bitmesini ve duruşmaya başlamak istiyor. Duruşmanın düzenini sağlamak ve duruşma mehabetini bozan davranışları önlemek yasanın verdiği bir görevdi, görev yerine getirilmeli ve sessizlik sağlanmalıydı…Uyarılarını yaptılar.
Sonra sessizlik ve başlayan duruşma…Kim var kim yok, kim geldi, kim gelmedi?
Duruşma tutanaklarına aktarılmış avukat isimleri üzerinden yapılan sayım…
Bu davada iki tutuklu sanık Avukat Barkın Timtik ve Avukat Selçuk Kozağaçlı, başka suçtan tutuklu Avukat Oya Aslan ve Avukat Özgür Yılmaz ile 7 tutuksuz sanık Mahkemenin 18. celsesinde hazırlar…
Baro başkanları ve bir sandalyeyi iki kişi paylaşarak duruşmaya katılan avukatlar…
Aralarında Diyarbakır Barosu Başkanı Nahit Eren, Batman Baro Başkanı Erkan Şenses, İzmir Baro Başkanı Özkan Yücel, Şanlıurfa Baro Başkanı Velat İzol, Adana Baro Başkanı Semih Gökayaz, Mardin Baro Başkanı İsmail Elik, Van Baro Başkan yardımcısı Hamza Çiftçi, Ankara Baro Başkanı Erinç Sağkan ve İstanbul Baro Başkanı Mehmet Durakoğlu olmak üzere 145 avukat duruşmada hazır, başka gelen yok.
Mahkemenin sessizlik ve alkışların bitirilmesini isteyen uyarılarından sonra başlayan duruşmada düzeni sağlanmıştır, sayım yapılmıştır.
Davaya duruşmanın belirli bir düzen içinde yapılması doğru karar verilebilmesi için önemlidir. Duruşmanın düzeni, mahkeme başkanı veya hâkim tarafından sağlanır. Kargaşa içinde geçen duruşmada sağlıklı sonuca ulaşılamaz. O yüzden hâkim ya da mahkeme başkanı duruşma düzeninin bozan her kişiyi duruşma salonundan dışarı çıkarabilir. Duruşmanın düzenini bozucu hareketlere, söz verilmediği halde konuşmak, uyarıları dinlememek, sanığın ya da tanığın sözünü kesmek duruşma düzenini bozma örnekleridir. Mahkeme başkanı veya hâkim, yargıladıkları kişinin duruşmanın düzenini bozması halinde savunma hakkının kullanılmasını engellememek koşuluyla duruşma salonundan çıkarılmasını emredebilir (CMK 203).
Kısaca; duruşma düzenini bozarsanız mahkeme salonundan atılırsınız, bu kanuni bir durumdur. Sanık sorgusundan veya savunmasından sonra duygularınızı ve beğeninizi alkışlarsa göstermek için alkışlamaya başlarsanız duruşmanın mehabetini (büyük ve saygın kimselere duyulan saygı/ büyüklük, ululuk, yücelik) bozmuş olursunuz, dışarı atılırsınız.
Oysa alkış içtenliktir, gönüllü coşkudur.
Gök gürültülü sağanak yağışı gibi “bravo alkışı” vardır.
Konuşanı konuştuğuna pişman eden “yuh alkışı” vardır.
Temsiller sırasında “ara alkışı”, “bir daha, Bir Daha” anlamında “bis alkışı” vardır.
Adı “Stüdyo Amiri” olan TV görevlisinin işaretiyle yapılan “medyatik alkış” vardır.
Konuşma dilimizde içtenlikten ve içerikten yoksun alkış türüne şakşak, alkışlayıcılara şakşakçı denir… Şakşak, içten pazarlıklı ve çıkar karşılığı yapılan el çırpma sesidir.
“Türkiye seninle gurur duyuyor” türünden yağlamalı “politik alkış” vardır.
Âdet yerini bulsun diye çırpıştırılan ellerle yapılan “mekanik alkış” vardır.
Nedeni olmayan, ruhsuz, kişiliksiz “protokol alkışı” vardır.
“Slogan alkışı” vardır. “Gösteri yürüyüşlerinde koro halinde söylenen sloganların birbirine karışmadan hep birlikte söylenmesini” kolaylaştıran tartımı sağlar (…) “Susma, sustukça sıra sana gelecek” ya d
a “Ankara, Ankara duy sesimizi” türünden sloganlara eşlik eden koral ritmik alkışlar bu tür alkışlardan sayılır.”
Ama mahkemelerde davaya duruşmalarda alkış yasaktır.
Alkışlarla dayanışma ve protestolar çok kıymetlidir. En iyisi alkışlarla biten davalardır.
“İçten bir alkış, coşkunun gücüyle beslenir, coşkulu, kıvanç veren ortamlar yaratır. İçten alkışlarla alkışlanmak, benliğimizi okşayan bir övgü göstergesidir. Bize güç verir. Yaptıklarımızın, söylediklerimizin başka insanlar tarafından onaylandığını, desteklendiğini, beğenildiğini hissederiz. Böyle bir duygu ruh sağlığı yerinde olan her insan için bir gereksinimdir (…)”[i]
Duruşma bitmişti…Düzeni bozulacak duruşma yoktu, celse sonlanmıştı.
Duruşmaya getirilen avukatlar yeniden hapishaneye götürülecekti.
Kararlar açıklandı; “tutukluluk hallerinin devamına…” ve duruşması ertelenen dava …
Duruşmada tutuklu avukatlar söylenmişti tutukluluk devam etse de etmese de…
En kıymetlisi duruşmaydı, duruşmada anlatılanlardı ve bunca emekti, duruşmaya gelenlerdi…
Yarın yapılacak sabah sayımında tek başına olacaklardı.
Duruşmaya katılanlar mahkeme salonundan çıkacaklar, tutuklu avukat meslektaşları hapishaneye geri döneceklerdi.
Alkışlarla gittiler…
Herkes duruşma salonundan kendini aşmış olarak ayrılırken alkışlar; herhangi bir mahkeme kararını protesto etmek için değildi.
Başka bir şeydi, bir ilkti. Alkışlar çok güçlüydü, gök gürültüsü gibiydi.
Bu denli güçlü ve bu denli birbiriyle uyumlu alkışlar bunca duruşma yaşamış olanlarca şimdiye kadar duyulmamıştı. Alkışlar birbiriyle dayanışma yaratıyordu, durmuyordu.
Yargılanan avukatlar, dinleyiciler, avukatlar, herkes alkışlıyordu…
Alkışlayan da, alkışlanan da yaşama karşı daha bir güçlenmiş olarak ayrıldılar birbirlerinden.
Yaşam koca bir sahnedir, bir tiyatro oyunu gibidir. Ve perde içinde mahkemeler ve yargılamalarda vardır.
Sanat neyse; yargılanabilmek de bir sanattır.
“Yaşamın getirdiği sınırlamaları aşmak; insan olarak olmak istediği, olumladığı kişi ve eylemleri paylaşmak; olumsuz bulduğu, karşı çıktığı olgularda yalnız olmadığını görmek; toplu tepkilere ortak katılmak, böylece bireysel yalnızlığını toplumsallaştırarak güçlenmek istemektedir. (…) Bu temel gereksinimlerle tiyatroya gelen seyirci; gereksinimlerinin doyurulması durumunda heyecan ve mutluluk duyacak; ona bu heyecan ve mutluluğu tattıran sanat eylemini; o eylemi emeği ile var ederek başarıya ulaştıran sanatçıları; bu sanat eylemi ile yeniden yüceltilen değerleri, övgü ile ödüllendirmek isteyecektir. İşte gerçek alkış, bu içten övme, onaylama, yüreklendirme ve yüceltme gereksinimlerinin birlikte ateşledikleri uygar bir tepkidir.”
Alkışlarla geldiler alkışlarla gittiler…
Yargılanırken alkışlanmak… Sınırları aşmaktır, birlikte güçlenmektir!
Gerçekten de insanın alkışlanmak kadar alkışlamaya da gereksinimi vardır. Yakınlaşma sağlar.
İçten gelen bir alkış yöneldiği insana armağandır. Gerçek alkışlar insanlığa özgü bir emeğin zaferidir, uygarlıktır.
Bir avuç içten alkış, bir avuç yaşam sevincinden başka bir şey değildir.
Yaşam sevincimize yargılanırken kattıkları çok kıymetli tarihsel katkılarınadır en içten alkışlarımız…
Bir avuç içten alkış, bir avuç adalet içindir. (Fİ/RT)
Kaynak:bianet.org
[i] Prof. Dr. Murat Tuncay, Dokuz Eylül Ünv. Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Sanatları Bölümü Başkanı“Alkış Üstüne” Süleyman Demirel Üniversitesi. Güzel Sanatlar Fakültesi Hakemli Dergisi. ART-E 2008-01. (Yazıda geçen alıntılar adı geçen bu makaleden alınmıştır.)