Teslimiyet Dayatmasından Çözüm Çıkmaz

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

“Kürt sorununda yeni bir çözüm süreci mi başladı?” tartışması, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin Meclis’te DEM Parti milletvekilleri ile tokalaşmasından sonra 22 Ekim’de Grup Toplantısı’nda “Abdullah Öcalan gelsin Meclis’te, DEM Parti grubunda örgütünü lağvettiğini, terörü sonlandırdığını açıklasın. Onun karşılığında umut hakkından yararlansın” şeklinde yaptığı konuşması ile tamamlanınca milliyetçi kesim de dahil birçok kesimde şaşkınlık yarattı. Bir ay önce DEM Parti kapatılsın diyen; Kürtlere, hareketlerine hakaret eden, ırkçılığın, aşırı milliyetçilikte en önde duran bu kafatasçı partinin çıkışı herkese “Ne oluyor?” sorusunu sordurdu. “Milli birlik ve kardeşlik”ten söz edildi. Burjuva medyada “Yeni bir çözüm süreci mi başlıyor?” sorusu eşliğinde tartışma gündemi oluştu. Her zamanki gibi yine Kürt politikacıların olmadığı programlarda kendileri çalıp kendileri oynadılar. 

Bahçeli’nin konuşmasına cevaben Meclis Grup Toplantısı’nda DEM Parti, polemikten kaçınarak Bahçeli’nin kirli üslubuna değinmeden “Evet, Abdullah Öcalan üzerinde tecrit kalksın ne dediğine bakalım. Onurlu barış için bedel ödemeye, üzerimize düşeni yapmaya hazırız” karşılığını verdi. Daha önce Bahçeli’nin DEM Partililerle Meclis’te tokalaşması sonrası, Meclis Başkanlığı kürsüsünden Sırrı Süreyya Önder teşekkür etmişti. Mutfakta pişen bir şeyler olup olmadığından hiçbir haberi olmayanlar hâliyle Bahçeli ve Erdoğan’a yapılan bu peşin ve de erken yapılan bu teşekküre anlam veremediler. Kaldı ki savaş hükümetinin ve bloğunun bu iki sorumlusuna teşekkür edilecek bir şey yoktur. Fakat liberal uzlaşmacı anlayış bir çırpıda kirin, pasın üzerine sünger çekip ölüm ve acının zemini üzerinde bunu yaratanlarla yeni bir sayfa açmaya hazırdır ve bunun olabileceğine i̇nanıyor, herkesi de buna inandırmak istiyor. 

CHP Genel Başkanı Özgür Özel ise yine Grup Toplantısı’nda “El yükseltiyorum ben de Kürtlere bir devlet vadediyorum” türünden hamasi nutuklar attı. Devleti birlikte yönetme anlamında söylenen bu söz burjuvazide rahatsızlık yarattı. Zira devlet ve Kürtlerin yan yana kullanılması Türk burjuva milliyetçiliğinin korkularını patlatmaya yetiyor. Bir gün sonra başlayan CHP’nin Kürt kentleri gezisi TUSAŞ’a yapılan saldırı eylemiyle iptal edildi. Özgür Özel, Kürt kentlerine geziye çıkma öncesinde Edirne F Tipi Hapishanesinde tutuklu eski HDP eş başkanı Selahattin Demirtaş’ı ziyaret etmişti. Egemen ulus Türk burjuva partileri tüm bu olanakları kullanarak Kürtleri mevcut statükonun i̇çinde tutmak için çalışmaktadır.

İmralı’da Abdullah Öcalan’la yeğeni Ömer Öcalan görüşmesi gerçekleştiği gün “TUSAŞ” eylemi oldu. Siyasi bakımdan etkili, politik zamanlama ve sivil ölümleri bakımından ise yoruma açık olan bu eylemin önceden planlandığı açık olmasına rağmen DEM Partili Sezai Temelli’nin eyleme “provokasyon” demesi, keza DEM’in “manidar” vurgulara, Selahattin Demirtaş’ın açıklaması vs. vb. dikkate alındığında kendisini “çözüm” beklentisine kaptıranların geçmiş deneyimi pek dikkate almadıkları anlaşılmaktadır. Mücadele ve müzakere diyalektiğinde mücadeleyi unutup müzakereye sarılanlar kaybederler. Barış denilen olgu savaşın bir parçasıdır. 

Abdullah Öcalan’la görüşmede kamuoyuna iletilmesi istenen ve açıklanan mesaj, “Tecrit sürüyor, olanaklar oluşturulursa şiddet ortamını hukuki ve siyasi zemine taşıyabilirim. Buna teorik ve pratikte gücüm var“ şeklinde oldu. Bu açıklama İmralı’da bir uzlaşma çerçevesine varıldığı yönlü kanaatleri güçlendirdi. 

24 Ekim’de KCK’den “Abdullah Öcalan’ın geliştireceği sürecin arkasındayız” açıklaması geldi. Ayrıca TUSAŞ eyleminin bu sürece yönelik bir eylem olmadığı vurgulandı. İmralı görüşmesinin önemli olduğu belirtildi. Daha sonraki kimi değerlendirmelerde Abdullah Öcalan’ın sorunun çözümünde muhatap olduğu, geliştireceği çözümün arkasında olacakları yönünde beyanda bulunuldu. 

İmralı görüşmesi ve TUSAŞ eyleminin gerçekleştiği 23 Ekim’de Erdoğan Kazan’da BRİCS zirvesindeydi. Döner dönmez “güvenlik zirvesi”ni topladı. Onlarca savaş uçakları ve SİHA’larla Qandil, Gara, Hakurke’nin yanı sıra Rojava’da Kamışlı, Kobani, Heseke’de çeşitli işletmeler, üretim alanları ve sivillerin yerleşim alanları bombalandı. R.T. Erdoğan 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı mesajında 470 noktanın bombalandığını açıkladı. Sadece ilk günkü saldırıda Rojava’da 11 Kürt sivil öldürülmüş, yüzlercesi yaralanmıştır. 

Küfür, aşağılama, hakaret içeren acizlik ibareleri resmi açıklamalarda yer alması yanı sıra milliyetçiliği kışkırtan propaganda zirve yaptı. CHP, “Teröre Karşı Yaşam Hakkı Mitingi” yaptı. Fakat Türk savaş uçaklarıyla Rojava’da, Güney Kürdistan’da katledilen insanların yaşam hakkına sahip olduklarını hiç hatırlamadılar. 

Türkiye’de baş döndürücü politik, siyasi sonuçları olacak gelişmeler yaşanırken Orta Doğu’da yeni bir eşik aşıldı. İsrail 26 Ekim’de üç dalga halinde İran’a füze saldırısında bulundu. Füzelerin bir kısmı İran hava savunma sistemleri tarafından vuruldu. Daha önce İran’ın İsrail’e yaptığı kontrollü, haberli saldırısının bir benzeri gibi dursa da i̇ran-Irak Savaşı’ndan (1981-87) sonra ilk kez İran başka bir ülke tarafından bombalandı. İsrail aynı zamanda Suriye’nin Şam ve Humus kentlerini ve Filistin’de Gazze’yi bombaladı. 

İsrail bombalamasında dört İran askeri öldü. Uçak tarafından vurulan 20 hedefte hava savunma ve askeri tesisler zarar gördü. İran saldırıyı “cılız”, İsrail ise “büyük ve ağır” olduğunu göstermeye çalıştı. Saldırı yapılacağına dair ABD’nin önceden bilgilendirdiği açıklandı. Planı birlikte yaptıklarını belirtselerdi gerçekçi olurdu. ABD, “İran yanıt verirse sonuçları ağır olur“ türünden İran’ı tehdit eden açıklamalar yaptı. İngiltere de benzer tutum aldı. Avrupa’nın emperyalist ülkeleri İsrail’in faşist, soykırımcı saldırılarını desteklemektedirler. 

İran, “i̇srail boş askeri üslerimizi vurdu” türünden söylemlerle saldırıyı önemsiz gösterse de öbür yandan “İsrail’e karşılık verileceği” de açıklandı. Mesele kaç askerin öldüğü değil bir ülke tarafından başka bir ülkenin egemenliğine, ulusal onuruna saldırı yapılmasıdır. Bu tutumun kendisi çok ağır ve kabul edilemez bir saldırıdır. 

İsrail’in İran saldırısı, Orta Doğu’da savaşı derinleştiren ve genişleten yeni bir aşamayı ortaya çıkardı. Bu eşiğin açılmasıyla süreç Kürdistan’ı, Kürtleri ve Türkiye’yi, diğer bölge ülkelerini derinden etkiler. Başka bir yazımızın konusu olacak olan Suriye’deki son gelişmeler, bu etkilerin çabuk meyve verdiğini göstermektedir. 

Saldırı Politikası Şiddetleniyor 

”Çözüm”, “kardeşlik” söylemine kanmamak gerekir; Kürtlere karşı savaş şiddetlenecek, bu hamle faşist diktatörlüğün tahkim edilmesi hamlesidir. 

AKP-MHP, burjuvazinin aldığı yeni pozisyonu yansıtıyor. Devlet Bahçeli, R.T. Erdoğan bir yandan “millî birlik ve kardeşlik”, “i̇ç barışın sağlanması, kardeşliğin tesis edilmesi” vb.ifadelerle topluma, Kürtlere sesleniyor ve “barış” görünümü altında daha öncekilerden ağır biçimde Rojava’da üretim altyapısını bombalıyor, Kürt Özerk Yönetimini zayıflatmak, Kürtleri göçe zorlamak ve mümkün olabilen zamanda da ezmek politikasını uyguluyor, TUSAŞ eylemini ABD-İsrail’in yaptırdığını propaganda ediyorlardı. Nefreti körüklemek için burjuva medya 7/24 çalışıyor ama “kardeşlik”ten söz ediyorlar. Kürtlerin örgütlenmesine saygı göstermek, onları tanımak yerine Türkiye sınırları dışındaki Kürtlerin her türden örgütlenmesini ezmeyi esas alıyorlar. Hep bir ağızdan “Kürdistan yeni İsrail’dir”, “Teröristanı kurdurtmayız” gibi en geri kitleleri kışkırtıcı bir nefret üslubu kullanılıyor. Özcesi “kardeşlik”,”iç barış”tan kastedilenin barıştan ziyade Kürtlerin teslim alınması, tüm komünist, devrimci güçlerin ezilip, teslim alınması olduğu birkaç günlük beyanat ve değerlendirmelerden anlaşıldı. 

Devlet Bahçeli’nin “Abdullah Öcalan örgütü lağvetsin” çağrısı Öcalan üzerinden Kürt hareketinin silahsızlandırılması, denetim altına alınması amaçlıdır. Bunun olup olmaması, nasıl yapılacağı ya da mümkün olup olmadığını tartışmıyoruz, Türk burjuvazisinin devreye konulmuş politikasının neyi amaçladığını söylüyoruz. Bunlara göre Kürt sorunu bir “terör sorunudur” ve sökülüp atılmalıdır. Durum böyle konulunca “millî birlik ve kardeşlik” denilen şeyin Kürtlerin siyasal ve politik gelişimini engelleme stratejisinin koşullara uygun güncellediği çok geçmeden anlaşıldı. Faşist diktatörlük tahkim ediliyor.

Kürtler Stratejik Tehdit Görülüyor 

Orta Doğu’da değişen koşullar, İsrail-İran arasında savaş durumu, ileriye dönük savaşın derinlemesine bağlı olarak Kürtlerin bu koşullarda siyasal gelişmesi durumu; Türkiye için stratejik tehdit, tehlike olarak değerlendirilmektedir. Ne deniliyor, “Bahçeli bu stratejik tehlikenin bertaraf edilmesi uğruna elini uzatmıştır.” Yani tehdit görülenlere bir “barış, kardeşlik” eli olarak uzatılan el, onları yakalayıp boğmak içindir. Bu korku neden? Rojava’nın ve Güney Kürdistan’ın, Kürt yönetimlerin, İran sınırlarında kalan Rojhilat Kürt yönetiminin ortaya çıkması; Türkiye sınırlarında Bakur Kürtlerini etkilemesi, Kürt meselesini çok daha genişleten bir aşamaya sıçraması durumu, bunun olanaklarını mümkün kılan koşulların varlığı Türk burjuvazisini korkutmaktadır. Buna karşı düşüne düşüne bulabildikleri tek şey, “Kendi Kürdünü yaratma” hamlesi olmuştur. Sözcüsünün Devlet Bahçeli olduğu bir planın başta çöktüğünü düşünemeyecek kadar bir inisiyatif kaybı yaşandığı görülmektedir.”Kökünüzü kazıyacağız” naralarıyla uzatılan el tutulamaz. 

Giriş nasıl yapıldı: “Hedef terörsüz Türkiye’dir”. Kürtlerin haklı, meşru taleplerini savunanlar, komünistler, devrimciler burjuvazi tarafından “, “terörist”, mücadeleleri ise “terörizm” olarak tanımlanıyor. Türk-İslamcı ittifakın siyasal retorikle “Kökünü kazıyacağız” tehditleri eşliğinde yeni pozisyonu, teslimiyet dayatması ve buna direnenlerin yok edilmesi şeklinde tarifleniyor. Durum bu iken Kürt hareketi için AKP-MHP bloğuyla “çözümü” mümkün görenlerin sayısı hiç de az değildir. Oysa Kürt meselesinin çözümü egemen ülkelerin devlet yöneticilerinin iki dudağı arasında değil Kürtlerin kendi güçlerindedir. 

Türk halkına korku pompalanıyor. Komplo teorileri havada uçuşuyor. Fakat Kürt meselesine demokratik bir yaklaşıma hiç rastlanmıyor. Bahçeli’nin uzattığı elin siyasi, politik anlamını açıklıyorlar. Özetin özeti olarak “büyük tehlikeye karşı” uzatılan elin altındaki nedenleri şudur: “Orta Doğu yeniden dizayn ediliyor. Sınırları yeniden belirlenme planı devrede. Kürdistan’ın kurulması yönünde ABD-İsrail’in politikası uygulamada. İran-İsrail arasında başlayan çatışma, İran’ı vurma çökertme ile zirveye ulaşacak ve İran’a saldırı da bu planın parçası olarak” değerlendiriliyor. “Dayanakları nedir?” denilirse bugünkü dünyada her şeyi birbirine bağlamak mümkün ve saçmalıklarında bir karşılığı var. Oluşturdukları çerçeve budur. 

Kürt ulusal varlığını, kendi kaderini özgürce tayin etme realitesini ABD’nin kabul ettiği ve politika değişikliğine gittiğine dair yeni bir emare yok. Aksine PKK’ye karşı ABD Türkiye’ye yardımını sürdürüyor. Buna rağmen Türk burjuvazisi ve hükümeti Türk halkına korku enjekte ediyor. Propaganda edenin özeti şudur: İsrail kaynaklı Orta Doğu’dan Türkiye’ye karşı tehdit gelişiyor. Tehdidin adı ise Kürtler! Açık açık, “Gazze’yi içimize taşıyacaklar, PKK’yi bize karşı kullancaklar” deniliyor ve güya bu İsrail-ABD planına karşı Türk planının devreye konulduğu savunuluyor. Hindistan’dan Orta Doğu, İsrail üzerinden Türkiye ve İran by-pass edilerek Avrupa’ya uzanacak ticaret koridoru için bunlar yapılıyormuş! Bahçeli ile ilan edilen “Türk planı” bu “Kürdistan koridoru”nu, diğer ifadeleriyle, Kürtler üzerinden devreye konulduğu ileri sürülen “Davut koridoru”nu engellemek amaçlıdır şeklinde savunuluyor. “Kardeşlik”ten söz açarken Kürtleri İsrail, ABD askeri olarak tarifleyerek Kürt ulusuna ve halkına hakaret etmeyi sürdürüyorlar. 

AKP-MHP bloğunun söyledikleri ile yaptıkları arasında mantıksal bir uyum yoktur. Türk burjuvazisi Kürtler üzerinde denetimini genişletmek, güçlerini denetim altına almak istiyor. Kürtleri “millileştirmek” denilen teslim alma, tasfiye etme hamlesi nesnel olgularla terstir ve çökmeye yazgılıdır. Türk burjuvazisinin sözcüleri Kürt sorununu hâlâ bir “iç sorun” olarak ele alıyor ve “terör sorunu” şeklinde çerçeveliyor. Sorun böyle konulunca geriye silahlı güçleri tank, top, uçak, SİHA ile yok etmek kalıyor. İşin içinden böyle çıkılacağını sanıyorlar.

Oysa Kürt sorunu denilen, Kürdistan’ın özgürlük sorunudur. Kürt ulusunun kendi kaderini özgürce belirlemesi meselesidir. Hiç kimsenin Kürtler adına karar verme gücü ve hakkı yoktur. Dahası Kürt sorunu bir ulusal özgürlük sorunu olarak iç sorun değil uluslararası yani bir dünya sorunudur. Kürtler ile Türk burjuvazisi arasında bir mesele olmasının çok ötesindedir. Gelişen Kürt jeo-politiğini durdurmak için Türk burjuvazisinin bulduğu çözüm dünya sorunu olan olguyu “iç sorun”a çekme zemininde “Kertlerle barışma” hamlesi gibi sunulsa da nesnel gerçekliğin gerisinde olmasıyla başarısızlığa yazgılıdır. Ayrıca ne planlanırsa planlansın AKP-MHP bloğunun bir savaş hükümeti olarak Kürtlerin geleceğini karartma amacıyla çalışan uyumlu bir ittifak olduğu test edilmiştir, bilinmektedir. 

Türk burjuvazisi Kürt sorununu eskisi gibi yönetemiyor. Kürt meselesinin uluslararası bağlamı genişledikçe Türk burjuvazisinin meseleyi yönetme kabiliyeti daralmıştır. Mevcut şartlarda ise inisiyatifini kaybetmiştir. Bahçeli’nin Öcalan çağrısı; Türkiye’nin Kürt ulusal mücadelesi, Kürt ulusal sorunu karşısında inisiyatif kaybını gösterir. Demagojik ifadelerle Kürtlere “ABD’lileştiniz, gelin Türkleşin”, “millileşin” denilmesi bir güç ve yönetme etkinliği değil sorun karşısında Türkiye’nin güç yetimi ve inisiyatif kaybını ifade eder. Askeri, teknik, geniş olanaklar Türkiye’ye Kürtler karşısında teknik üstünlük sağlasa da bu Kürtlerin siyasi açıdan stratejik avantaj ve üstünlüğünü engellemeye yetmiyor. 

Bahçeli’nin çıkışına temkinli yaklaşan ve ilk başta “çözüm”den yana bir görüntü sergilese de çok geçmeden CHP Genel Başkanı Özgür Özel, sürece yaklaşımını dört madde ile açıkladı. Bu dört maddeden birisi ise “Abdullah Öcalan’ın Meclis’te konuşması ve umut hakkı olmaz” şeklinde. Peki, Kürt sorunun demokratik çözümünde CHP’nin “olur” olur dediği ne var? Bakıldığında komprador Türk burjuvazisinin köklü ve siyasi, milliyetçi ideolojik açıdan en gelişkin örgütlenmesi CHP’nin Kürtlere dair herhangi bir demokratik çözüm formülü yok. Burjuvazinin hükümet bloğu i̇le muhalefet bloğu hâlâ Kürt meselesinde milli baskı politikasının dayandığı aynı stratejik noktadadırlar. Egemen ulus Türk burjuvazisinin milli baskı politikası, devlet iktidarı politikası biçiminde yürürlüktedir. Silahı bırakma çağrısı yapmasını istedikleri Abdullah Öcalan’ın bunu yapsa bile hapisten çıkmasını istemeyen bir CHP’nin soruna stratejik yaklaşımda MHP-AKP ve diğer milliyetçi muhafazakar, gerici partiler gibi statükocu olduğu hiç unutulmamalı. 

2013’te Amed Newrozu’nda Abdullah Öcalan’ın “Silahların devri kapandı” çağrısı okundu. Ama toplumsal iç-dış realiteye uymadı. Rojava’da yüz bin silahlı kuvvet doğdu. Ondan daha fazla ve güçlü bir ordunun Rojhilat’ta (Doğu Kürdistan) ortaya çıkması gelişmelere göre beklenen bir durum. 2013’te olmayan 2024’te neden olsun. Aksine bölgesel düzlemde ve emperyalist ülkeler arasında artan rekabet ve çelişkiler Kürtlerin özgürlük mücadelesinin daha da güçlenmesine elverişlidir. Kürtlere baskı uygulayan egemen ulus devletler çözülme sürecindedirler. 

Ayrıca çağrı yapan Bahçeli bir hafta sonra “TC devletinin Kürt sorunu diye bir sorunu yoktur, asla da olmayacaktır. Hainlerin kökü kazınacaktır… Uzatılan el tutulmazsa eski usuller devreye girecek, kimsenin gözünün yaşına bakılmaz” şeklinde tehdit yüklü söylemileriyle “gerekirse soykırım yapılır“ şeklinde anlaşılması mümkün çerçeveyi çizdi. CHP “Kürt sorunu var“ noktasına gelse de “Kürt sorunu yoktur“ diyen MHP’nin sorunu ele alışından farklı bir anlayışı yok. Meseleye sınıfsal bakılmalıdır. Emperyalizm iş birlikçisi Türk burjuvazisi Kürdistan’ın ekonomik pazarını kaybetmek istemiyor ve milli baskı politikasının devamından yanadır. Burjuvazinin belli başlı partileri aynı gerici, milliyetçi, ırkçı, yayılmacı pozisyonda mevcut egemen Türk ulus ayrıcalığına dayalı statikonun korunmasından yanadır. Bu partilerin kendisi demokratik olmadıkları gibi demokrasinin gelişmesinin önünde engeldirler. Kürt ve Türk uluslarının tam hak eşitliği ilkesine uygun, birlikte demokratik yaşamanın önünde engel olan sınıf, emperyalizmin iş birlikçisi Türk komprador burjuvazisi ve bu gerici sınıfı temsil eden siyasi partilerdir.

Bu bağlamda neredeyse çeyrek yüzyıldır Türkiye’yi yöneten, Türkiye, Kürdistan ve Orta Doğu halklarını kan ve acıya boğan politikalardan sorumlu olan AKP ve ortağı MHP’den Kürt sorunu gibi tarihi, köklü soruna çözüm beklenemez. Ulusal mesele en nihayetinde burjuva içerikle, demokrasinin gelişmesiyle çözülebilir bir meseledir. Teslimiyet dayatan, Kürt güçlerini, komünist, devrimci konumlanmasından şaşmayan AKP-MHP bloğundan demokratik adımlar beklenemez. Bu oyun ve aldatmacalara kananlar, “çözüm” adına masa kuranlar halklarımıza karşı büyük bir günah işlemiş olurlar. “Çözüm” adına yapılan ilk hamle on gün dolmadan Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özen’i gözaltına almak, kayyım siyasetine devam etmek oldu. 

Demokrasi İşçi Sınıfı Mücadelesiyle Gerçekleştirilebilir 

Etrafımıza bakalım. Emperyalistler çeşitli ülkelerin egemenlik hakkını çöpe atmış, halkların başına bomba yağdırıyor. Böylesi koşullarda Türk burjuvazisinin Kürtlerin ulusal siyasi haklarına saygı gösterebileceği, politik değişikliğe gidebileceğini beklemek saflıktır. Burjuvazi uluslar arasında düşmanlık körüklüyor. Cumhuriyet’in başından beri Kürtlere, çeşitli azınlıklara yapılmayan kalmadı. Çıkış yolu burjuvazide değil demokratik gelişmelerin mücadele ile kazanılmasında yegane güç olan işçi sınıfı ve bütün halk kitlelerinin, Kürt ulusunun demokratik mücadele kuvvetlerindedir. Türk ve Kürt halklarının kardeşçe birliği ve mücadelesi ancak işçi sınıfının ortak savaşımı zemininde maddi bir gerçeğe dönüşebilir. Demokrasi sorunu olan Kürt sorunu; diğer etnik meselelerin, dolaysız olarak demokrasinin gerçekleştirilmesinde yaptırım gücüne sahip yegane sınıf olan işçi sınıfı, ulusal çelişkinin çözümünde de devrimcidir. Burjuvazinin gerici partilerinden ulusal sorun ve diğer başlıca toplumsal çelişkilere, halkın yararına çözüm beklenemez. Bu durumda egemen sınıfın Kürt ulusal hareketine teslimiyet dayatmasına, devrim ve demokrasi kuvvetlerinin yeni bir saldırı dalgasıyla ezilmesine karşı sınıf mücadelesi bakış açısıyla birleşerek karşı durulması gerekmektedir. Kitlelere işçi sınıfının ulusal meselede enternasyonel devrimci çözümü propaganda edilmeli, Kürtlerin özgürce ayrılma ve kendi kaderini tayin etme hakkının koşulsuz tanınması açıklanmalı. Milli baskıya karşı cesaretle mücadele yürütülmeli. Barış ve çözüm devrimci kitlelerin mücadelesiyle kazanılır. Kürt, Türk uluslarından ve çeşitli milliyetlerden işçiler, emekçi köylüler, bütün halk kitleleri ortak mücadelede birleştiği oranda Kürt ulusal özgürlük sorunu da dahil toplumsal başlıca çelişmelerin çözüm iradesi halk kitlelerinin eline geçer. Tasfiye ve teslimiyet amaçlı burjuvazinin sahte vaatler içeren hamlelerine aldanılmamalı, halk kitlelerinin devrimci mücadele ve çözüm iradesine güvenmeliyiz.