“Kürt Sorunu”, Orta Doğu’nun en köklü, çetrefilli ve kadim sorunlarından biri olmaya devam ediyor. Tarihi köklere, bölgesel ve uluslararası güç dengelerine bağlı olarak süreğen, kronik bir mesele olmaya devam eden bu sorun, bölgedeki siyasi dengeleri ve geleceği şekillendirmeye aday, dün olduğu gibi bugün de yaşamsal önemini koruyor.
Son yıllarda çatışmalı ve şiddetli yaşanan gelişmeler, özellikle Türkiye’de ırkçı faşist parti MHP’nin lideri bunak, “yaşlı kurt” Devlet Bahçeli’nin Kürt sorununa dair yaklaşımındaki “taktik” değişimler, bu meselenin yeniden bilinen politik tiyatral bir şekilde gündeme girmesini sağladı.
“Kandil”deki Kürt Ulusal Mücadelesi’nin öncü kurmayında yer alan bağlayıcı politik şahsiyetlerin yaptıkları “sağduyulu” açıklamaları şimdilik bir tarafa bırakırsak, uyduruk “Türk burjuva” parlamentosunda bulunan, Kürt orta sınıfının en kötü burjuva çözümüne hazır temsilcilerinin faşist “Devlet” Bahçeli’nin elini sıkma yarışına girip, meclis başkan vekillerinden biri olan S.S. Önder’in hiç beklemeksizin içten teşekkür açıklamasında bulunması, “yakın tehlike”ye işaret eden ciddi olgular olarak bir değerlendirmeyi fazlasıyla hak ediyor.
Bilindiği gibi, Kürdistan önce İran ve Osmanlı arasında ikiye, birinci emperyalist paylaşım savaşını müteakip de Irak ve Suriye arasında dört parçaya bölünmüş, bu yönüyle hem bölgesel “egemen ulus devletleri”nin ilişki ve çelişkileri çerçevesinde, hem de onların bağlı olduğu emperyalist güç merkez bloklarına dayalı olarak kördüğüm haline gelmiş bir sorun durumundadır.
Orta Doğu, zengin petrol kaynakları, İpek Yolu ve stratejik konumu nedeniyle büyük emperyalist güçlerin her zaman ilgi odağı olmuştur. Bölgedeki siyasi istikrarsızlık ve iç savaşlar, bu güçlerin etkisini artırmış ve yeni bir paylaşım mücadelesine ve savaşına zemin hazırlamıştır. Bu süreçte, Kürt meselesi de önemli bir araç olarak kullanılmak istenmektedir. Bölgedeki güçler, Kürt ulusunu kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaya çalışmakta ve bu durum, Kürtlerin geleceği konusunda belirsizlik yaratmaktadır.
Beyni boş ama gerici Türk çevrelerde etkisi büyük Bahçeli’nin el uzatmasının anlamını tam da bu büyük fotoğrafın içinde anlamak ve çözümlemek gerekir.
MHP lideri Devlet Bahçeli’nin Kürt sorununa yönelik daha yumuşak bir dil kullanması ve menfaatçi çözüm arayışına açık olması, Türk burjuva siyaseti açısından önemli bir dönüm noktası olarak değerlendirilmektedir. Bahçeli’nin bu tutumu, hem burjuva iç siyasetteki dengeleri etkilemekte hem de bölgesel paylaşım siyasetine yeni bir boyut katmaktadır. Bahçeli’nin el uzatması ve Neçirvan Barzani ile devletin üst seviye görüşmesinin anlamı şu başlıklarla yorumlanabilir:
- Siyasi hesaplar: Bu yaklaşımlar hem kendi tabanını genişletmeyi hem de iktidarda kalıcı olmak için yeni ittifakları genişleterek, süreci Türk milliyetçi çıkarlarına göre hedefliyor olabilir.
Bölgesel gelişmelere uyum: Orta Doğu’daki güç dengelerindeki değişimler, Türkiye’yi de etkilemekte ve bağımlı olduğu emperyalistlerin yeni bir dış politika çizgisine ihtiyaç duyulmaktadır. Bahçeli’nin ve Cumhur İttifakı’nın bu tutumu, işbirlikçisi ve uşağı olduğu bu yeni çizginin bir parçası olabilir.
- Kürt sorununda “çözüm” arayışı: Bahçeli’nin ve Cumhur İttifakı’nın samimi bir şekilde Kürt sorununa çözüm bulmak istediği asla düşünülemez, ancak bu durum emperyalist siyasi aktörlerin tutumuna ve bölgesel gelişmelere de bağlıdır.
Bir kez daha altının çizilmesinde fayda var; Kürdistan meselesi, birinci paylaşım savaşı sonrası dört devlete bölünerek ezilen, bağımlı ve yer yer sömürge yapılanması sonucu, Orta Doğu’nun karmaşık yapısını yansıtan önemli bir kangren sorun haline geldi. Bölgesel güçlerin rekabetleri, siyasi istikrarsızlık ve iç savaşlar, bu meselenin çözümünü daha da zorlaştırmaktadır. Bağımsız ve birleşik Kürdistan gerçekliği, günümüzde son gelişmeler sonucu mecburi bir tutuma doğru yol almaktadır.
Bir zamanlar İsmail Beşikçi’nin çok yerinde tespit ettiği gibi, “İran, Irak, Suriye ve Türkiye’nin Kurdistanı var. Kürtlerin Kürdistan’ı yok”. Bu durum da Kürdistan, dört işgalci devletin kırmızı çizgisi ve Kürt meselesi en tehlikeli görülmeye devam ediyor, resmi düşman konseptinde. Kürt ilkel burjuva milliyetçi çizgiyi ABD, İsrail destekli bir federasyonla komprador bir güç olmayı başaran Güney Kürdistan parçasında KDP ve YNK, yeni tip Kürt burjuva siyasetini kendini pazarlayarak sürdürüyor. Kuzey Kürdistan parçasında ulusal harekete öncülük yapan PKK ise 1993’te girdiği “barış ve çözüm” yolunda esasta rota değişikliğine gitmeden Türk devletiyle pazarlık kapısını sürekli açık tutuyor. Gelinen aşamada uzatılan “el”, bölgesel siyasal dengeleri Rojava üzerinden kendi lehine çevirmeye çalışan AKP/MHP blokunun ABD destekli yeni bir hamlesi olarak okunmalıdır.
PKK ve önderliğinin son süreçteki cesaretsizliği, uzun yıllara bağlı devam eden reformist çözüme kendini bağlayan hareketin metal yorgunluğu ve bölgesel ve uluslararası güç dengelerinin kendisini denklemin dışında tutan ısrarı, ve bunun yarattığı bir tür umutsuzluk hali, Türk egemen faşist blokunun önüne kendi elini yükselttiği, avantajlı olduğu hesabı üzerinden yeniden “çözüm” ambalajlı çözümsüzlüğü dayatmasına neden oluyor.
Demokratik Konfederalizm, Federasyon veya Özerklik adı altında egemen ulusların uslu küçük çocukluğuna rızalık verip, razı olmak; bunun da gerisinde belirsiz küçük politik kırıntılara onay veren reformist bir tutum, onca ağır bedeller ödemiş ulusal hareketin her şeyden önce kendi mücadelesiyle yaratması gereken kazanımların masada kaybedilmesi anlamına geliyor.
Bugün gelinen aşamada Kürt Ulusunun Kendi Kaderini Tayin Etme Hakkı’nı kayıtsız, koşulsuz savunan maalesef ki devrimci proleteryanın komünist bölükleri dışında kimse tarafından söylemde dahi savunulmadığı bir gerçeklikle karşı karşıyayız. Uzun ömürlü ve kalıcı bir çözüm, ancak Kürtlerin de diğer uluslar gibi, kendi ana sütü gibi helal olan müstakil devletlerini kurma hakkına dayalı siyasal iradesine saygı duyulmasından geçer. Ne bağımlı, ne yarı bağımlı, ne de sömürge veya yarı sömürge bir statü(süzlük) Kürt ulusunun sorun ve meselelerine çare olamaz. Gerçek budur, bu olmaya da devam edecektir.
Bu bağlamda Enternasyonal Devrimci komünistlerin günümüzde bayraklaştırarak yükseltmesi gereken slogan ise şu olmalıdır:
“Bağımsız, Birleşik Sosyalist Kürdistan”.
Tarihsel ve siyasal gerçeklik bu iken, Bahçeli’nin Cumhur İttifakı adına el uzatmasını umut verici bir gelişme olarak görenler, Komprador Türk burjuvazisinin boyunduruğunu ve siyasetini kabul edenler olabilir ancak. Doğallığında bu, bizler açısından değil, onlar açısından bir geçerliliğe sahip olabilir.
Bugüne kadar belirttiğimiz gibi, kalıcı bir çözüm için tüm tarafların samimi bir çaba göstermesi ancak Kürt ulusunun kendi kaderini tayin etme Hakkı’nı tanımaktan geçer. Bırakalım bugün tekçi Türk devletinin kumandasında olan AKP/MHP faşist blokunun Kürt Ulusunun bu Hakkı’nı tanımayı; TKP gibi birçok sosyal şoven “komünist”, “sosyalist” ve “sol” güçler dahi, ideolojik olarak bu inkârcı kendi egemen sınıf devletinin kuruluş harcında olan inkârcı paradigmasına utanmadan payanda olmaktalar.
Bahçeli’nin bu tutumu, Türkiye’deki burjuva Kürt siyaseti tarafından sessiz sedasız memnuniyetle karşılanmaktadır. El sıkışma sırasına girenler, hesap soran dost ve düşman ayrımında net ve keskin bir bilinç açıklığına dayalı bir tutum almak yerine, sürekli kendilerine kurulan tuzaklar üzerinden “tav” olup tarihsel yanılgılarının rutin tekrarında ısrar ediyorlar. Oysa küçük bir geçmiş hafıza yoklaması yapsalar, komprador Türk siyasetinin her daim bu tür yaklaşımlarından ve çağrılarından son tahlilde kendilerinin zararlı çıktığı gerçeğiyle yüzleşecekler. Tarih bunun kayıtlarıyla dolu ve bu, asgari düzeyde siyaset bilimine aşina olan hiç kimse için bir sır değil.
Diğer yandan, özellikle burjuva ulusal Kürt hareketi önder kadrolarının çoğunun fiziksel olarak yaşlı ve mental yorgunlukları da ayrı bir gerçeklik olarak tespit edilmelidir. 40 yıllık mücadele sonrası birkaç kişinin dudağının arasına sıkışan siyaset ve gelinen siyasi taleplerin özerklik ile sınırlılığı, ciddi bir yönelimsizliği işaret ediyor. Bu durumda Cumhur İttifakı, dinci, yobaz ve feodal HÜDA PAR’ı içine alarak, onlar üzerinden bu süreci planlama atağına geçti. Kürtler üzerinde kayda değer bir durum oluşmadığından, sürekli saldırdığı seküler, demokratik ve ezilen ulusun burjuva siyasal temsilcilerine en ırkçı ve sağcı lideri üzerinden bir el uzatılmış oldu.
Yüzyıllardır süren ve ama son 40 yıldır merkezileşen Kürt mücadelesi bu süreci nasıl yürütecek, gerçekten ön görmek çok zor. Emperyalistlerle, yerel komprador devletlerle ve yapılarla muhakkak çok gizli ve yoğun bir görüşme trafiği bugünlerde gerçekleşiyor olabilir.
Tabii ki Kürt ulusunun bu noktada tercih ve Kendi Kaderini Tayin Hakkı’na saygı gösterirken, hatalı ve yanlışlarının ortağı devrimci proleterya olmak zorunda değildir ve en üst boyuttan devrimci eleştirilerini yöneltmesi gerekir. Gerçek devrimci dayanışma budur. Kuyrukçuluk yapmak, koltuk pazarlığı yapan konjonktüre dayalı ilkesiz, pragmatik tutumda ısrar etmek değildir.
Son süreçte Kürt ulusal burjuva hareketi ile Emek ve Özgürlük Platformu’nda yer alan “devrimci örgütler”in, aniden gelişen bu politik “flörtleşmeye” dair tavırları merak konusu. Hak ve özgürlükler için birçok hata ve yanlışa göz yuman ve halen bu noktada doğru düzgün bir programı olmayan bu kuyrukçu siyasetlerin bundan sonraki duruşları ilkesel hassasiyetler ışığında bir makas değişikliğine mi gidecekler, yoksa yine bir iki koltuk pazarlığına ipotek edilmiş pragmatik akılla sürecin sonunu beklemeye zaman ayarlı bir bayılma taklidine mi yatacaklar, göreceğiz.
Sonuç olarak, Kürt Hareketi, öznel ve nesnel nedenlerin baskısı altında, Türk hâkim sınıfları adına AKP/MHP faşist bloku eliyle “çözüm” adıyla hazırlanan sunak taşına onca ağır bedellerle yarattığı mücadele kazanımlarını “kurban” edecek mi? İnkâr ve imha bıçağını “çözüm” ambalajında elinde tutan bu faşist oyuna kimlerin yardımcı politik karakter oyuncusu olacağını tahmin etmek zor.
Kürt ulusunun özgürlük mücadelesine içerden ve dışarıdan kim nasıl yaklaşırsa yaklaşsın, devrim yoluna 72 Nisan’ında Kürdistan dağlarından çıkan Kaypakkayacılar, kurtuluş bayraklarının üzerine Önder İbrahim’in yazdığı o MLM sözleri taşımaya devam edecekler:
“Bütün uluslar için tam hak eşitliği: ulusların kendi kaderini tayin etme hakkı; bütün ülkelerin işçilerinin (ve ezilen halkların) birleşmesi.”
Serdar Okan