1. Haberler
  2. MAKALELER
  3. Komünist önder Cüneyt Kahraman ölümsüzdür!

Komünist önder Cüneyt Kahraman ölümsüzdür!

featured
service

Cömert Eker

Proletarya partisinin 4. genel sekreteri, komünist önder Cüneyt Kahraman’ın ölümsüzlüğünün 26. yılı. O, devrime ve halka bağlılığını genç yaşında öne atılarak, savaşı, savaş alanında yaşayıp-yaşatarak kanıtlamıştır. Proletarya partisinin en sancılı döneminde üstlendiği görevinin sorumluluk bilinciyle hareket ederken, diğer yandan aşılması gereken eksiklikler, hatalar ve yanlışlara karşı acımasızca neşter vurma bilincini taşımaktadır. Yirmi altı yıl önce bir taş kovuğunda, elinde yanmamış sigarasıyla ölümsüzleştiğinde cesetinden dahi korkan düşmanı onun cansız bedenini yok etti. Düşmanın dününe has olan bu tutum halk önderlerinin cesetlerini dahi bilinmeyen bir yere kaldırarak, halkta korkuyu daim kılma amacıydı. Komünist önder Cüneyt Kahraman’ın yaşayan Kaypakkayacı ruhu yok edilemedi. Ancak düşman bir nebzede olsa istediğini almış bulunuyordu. O da ardıllarının ideolojik-siyasi-politik alanlarda yozlaşma, çürüme ve düne lanet yağdıran pratikleri olmuştur. Bu, sözde komünist öncünün devamı olduğunu iddia edenlerin başına gelen bir felakettir. Aslolan ise Şavaş’ta cisimleşen Kaypakkayacı ruhun halen bir yerlerde yaşatılıyor olmasının gururu ve sevincinin ete kemiğe bürünmüş olmasıdır.

Son dönemde bir terim sıkça kullanılır oldu; “hiçbir şey tesadüf değildir!” Yarım asırlık tarihimizin iz düşümünü geriye doğru takip ettiğimizde, düşmanın topyekun yok etmeye dönük ağır saldırılarına karşı iradi bir duruşu görmekteyiz. İçte ve dışta ağır saldırılara göğüs geren komünist öncü, dıştan gelen açık saldırıları püskürtürken, içte sürdürülen gizlenmiş saldırılardan ağır yaralar aldı. Öncü içine sızdırılan düşman unsurları Kardelen Harekatı ile büyük ölçüde etkisizleştirildi. Kardelen Harekâtının mimarı Cüneyt Kahraman’ın dönemin ideolojik-politik yükünü omuzlamış olması ve iç disiplin ve parti ilkelerine bağlılığı etle tırnak misali ayrılmaz bütünlüğü içinde savunması, yozlaşmış birçok unsur tarafından kabul edilemedi. O günlerde de, bugünde Cüneyt Kahraman’ın Lordlar kamarasına kapı aralamaya çalışanlara karşı sürdürdüğü ideolojik mücadele canlı ruhunu korumaktadır. Cüneyt Kahraman’a dolaylı saldırıların nedeni buradan gelmektedir.

Anadolu’da bir halk deyimi vardır; “sinek mundar değil, ama mide bulandırır!”Proletarya partisinin kurucusu, kuramcısı komünist önder İbrahim Kaypakkaya’nın 50. ölümsüzlük yılında “Kaypakkayacı” olduğunu iddia eden, kurumların anma etkinliği afişleri sosyal medya üzerinden paylaşıldı. Tabiki komünist önder Kaypakkaya’yı anmak, ardılı olma iddiasını sürdürmek kimsenin tekelinde değildir, olamaz da. Lakin, komünist önder İbrahim Kaypakkaya ile başlayan ve yarım yüzyılı geride bırakan, binlere varan ölümsüz yoldaşın, yine binlerce gazi, tutsak yoldaşın canlarıyla, kanlarıyla yaratmış olduğu bu tarih hepsinin ortak değeridir. Biz yaşanan tüm ayrılıkların, olumsuzlukların kökenine ideolojik cepheden bakarız ve buna göre eleştirilerimizi sunarız. Ancak ölümsüzleşen tüm yoldaşların halka ve devrime olan bağlılıklarını yad ederken ayrım yapmayız. Bu nedenle önder Kaypakkaya yoldaşımız, Süleyman Cihan, Kazım Çelik, Cüneyt Kahraman, Cafer Cangöz parti genel sekreterleri ve daha niceleri ölümsüz yoldaşlarımızdır. Dönemim ikiye bölünen parti güçlerinin diğer parçası olan hareketin önder kadroları Mehmet Demirdağ, Seyit Külekçi, Ayfer Celep şahsında tüm ölümsüzlerimiz de bizim için birer değer ve halk savaşçısıdır. Anarız, öğreniriz, yarattıkları değerlerin yarına taşınması için gücümüz yettiği ana kadar mücadele ederiz.

Bahsini ettiğimiz “anma” etkinliği afişinde komünist önder Cüneyt Kahraman’ın resminin olmaması, geçmişin mirasına sahip çıktığını iddia edenler açısından manidardır. Neden yoldaşın resmi yoktu? Bize göre, bilimsel dünya görüşümüz Marksizm, Leninizm, Maoizm ve Kaypakkaya yoldaşın kızıl güzergahının sarsılmaz savunucusu, uygulayıcısı, hatalara asla mürit anlayışıyla yaklaşmayan, eleştiren, düzeltmeye yönelik çaba sarfeden Cüneyt Kahraman’ın bu gayretinden dün rahatsız olanlar ilk fırsatta ondan intikam alma peşine düşmüştür. Yapılan afişteki yokluğa yapılan eleştirileri bastırmak adına saldırıyı boyutlandıran kimi şahıslar Cüneyt yoldaşın ideolojik eleştiri hışmına uğramış, kurtuluşu kavgadan kaçıp rahat ortamlarda yeni müritler ile sözüm ona “devrimcilik” yapma iddiası taşıyanlardır. Ayrıca özrü kabahatinden büyük olan zatlar afişte Cüneyt Kahraman’ın resminin olmayışını “teknik bir sorun” olarak açıklama aymazlığına düşmüştür. Kanla yazılan tarihimizi yok saymanın gayretinde olan bu şahıslar unutmuş olacak ki, benliğimiz tarihtir, “hele bir deneyelim, belki tutar” Nasrettin Hoca misali benliğimize saldırmış, aklımızla alay etme cüretine girişmiştir. Hatırlatmakta fayda vardır; sizler tatlı suda maya çalmaya çalışırken, yarım yüzyıllık tarihimizin yaşayan canlı ruhu kor ateşlerin başında halaya durmaya devam ediyor. İçinizdeki birikmiş kara kini kusmanız da sizi kurtaramaz. Tarihin çöplüğüne freni patlamış kamyon misali gidişinizi gözlemlemekteyiz.

Söylenecek çok söz var sizler için. Fakat biz kulaklarınızı tırmalaması, beyninizi bir kez daha yakması adına sözü komünist önder Cüneyt Kahraman’a bırakalım. Tarihin gücü böyle bir şey; doğrular ve doğruyu savunanlara her daim hakkını teslim ediyor. Buyurun bir kez daha okuyun.

“ÖNDER VE ÖNDERCİKLER

Öncünün, örgütlü bir yapı olarak ülkemizde başlattığı sınıf mücadelesinin yirmi ikinci yılının son aylarını yaşadığımız şu günlerde kendisini oldukça yoğun bir şekilde meşgul eden olayların ardından esas savaş rotasına girmeye başlarken, Tokat’ta şehit düşen Merkez Komite’si üyesi Kazım Ekici yoldaşın kaybı büyük bir üzüntü yarattı. Proletarya Partisi’nde Önder Kadro olarak uzun yıllardan bu yana proletarya önderliğindeki emekçi halkların kurtuluşu için çarpışan, öğreten, yol gösteren, yönlendiren bu yiğit yoldaşımızın, yine yiğitçe yaşama bedenen veda edişi Tay dağından da yüceleşirken oldukça anlamlıdır da.

Uzun süreli Halk Savaşı stratejisinin ilk evresi olan stratejik savunma ( gerilla savaşı) döneminin kendine has zorluklarını aşmaya çalıştığımız bu günkü durumda, dönem içerisinde “Taktik Taarruz”ları esas alarak mücadeleye ivme kazandırma ve kitleselleştirme uğraşında böylesine değerli ve tecrübeli kadroların kaybı kuşkusuz ki olumsuz yönde hissedilecektir. Bugün, faşist Türk devletinin temellerinden sarsılmasına neden olan ve gelecekteki zaferi müjdeleyen darbelerin yaratılmasında önemli ölçüde emeği ve katkısı bulunan böylesine değerli yoldaşlarımızın eksikliklerinin yarattığı burukluk, hep varlığını sürdürecektir.

Ancak unutmamak gerekiyor ki; onlar, zaferin uğruna dökülecek kanların ve düşecek nice değerli canların üzerine yükseleceği bilimsel görüşlerinin savunuculuğunu kendilerini feda etmek zorunda kaldıklarında dahi bir

kenara çekilip, bireysel mutluluklarını ve yaşamlarını öne çıkarmadılar. Bu nedenledir ki; zaman geçirmeksizin onların yerlerini doldurmaya aday yetenekli unsurların uygun bir şekilde konumlandırılmalarına hız verilmeli ve onların nasıl bir mirasa sahip çıkıp, ilerletmeleri gerektiği izah edilerek önlerine somut ve açık hedefler konulmalıdır. Şehitlerimizin feda ruhlarının üstüne inşa edilecek, MLM bilimi ile eğitilip, pratik mücadele içerisinde çelikleşecek ve en önemlisi de mücadeleyi devraldıkları noktalardan daha ilerilere taşıyabilecek bu yoldaşların çizgiye ve şehitlerin anılarına bağlılıklarını göstermelerinin zamanı çoktan gelmiş bulunuyor.

Aksi halde, onların ileri mevzilere taşımak amacıyla canını vermekten kaçınmadıkları kızıl sancağın zaman içerisinde tozlar içerisine düşmesi kaçınılmaz olacağı gibi onların ardından haykırılan intikam antlarının ve bağlılık yeminlerinin gerçek anlamda hiçbir değere sahip olmayacağı bilinç üzerine çıkarılmak zorundadır. Öncünün önderliği her ne kadar bunu bugüne anlatmaya çalıştıysa da bugünden sonra anlatmaya devam etse de saflarda görülen her şeyi üstten bekleme anlayışı yıkılıp altlardakilerin kaldırabilecekleri en ağır yükü omuzlamak üzere öne fırlamayı gerçeğe dönüştürmedikleri müddetçe, ne gerçek anlamda çizgiyi kavrama ve bağlılıktan ne de şehitlerin bıraktığı boşluğu doldurup ilerleterek anılarına ve kavgalarına sahip çıkmaktan bahsedilemez. Çünkü bu, en baştan yaratabileceği değerleri yaratarak devrimci mücadelenin ilerlemesine katkıda bulunmak ve gerçek devrimci fonksiyon oynamak yerine özünde kaba bir bencillik örneği olup hem halka hem de şehitlere yapılabilecek en büyük saygısızlıklardan biridir.

En zor koşullar içerisinde devrimin gerçek yaratıcıları olan kitlelerle, kol kola, omuz omuza zafer yürüyüşünü hızlandırmak amacıyla başta gerilla bölgeleri olmak üzere, bütün mücadele alanlarında aktif faaliyet içerisinde konumlandırılan önderlik yaralarını sararak olumlu gidişatın kesintisiz sürdürülmesinde kendi üstüne düşen fonksiyonu yerine getirmeye çalışırken, geriye kalanların konumlarının gereklerini ve mücadelenin ihtiyaçlarını karşılamayı görev bilmeyip sıradan sempatizanlar gibi davranmaları bu nedenledir ki affedilmez bir sapmadır.

Kazım yoldaşın şehit düşüşü Öncü açısından en başta yukarıdaki soruna yönelmeyi gündeme getirirken, birde yine Öncü içerisinde cereyan edip Türkiye Devrimci Hareketinin birinci gündem maddesi olan olayların ardından Önderlik sorunu bir çok yönüyle tartışılır bir konu oldu. Bu nedenle yeri gelmişken aynı çerçeveye bağlı kalmak kaydıyla sorunun birde bu yönüne şimdilik kısaca değinmek de yararlı olacaktır.

Öncüyü, son gelişmelerle birlikte merkez nezdinde kitlelerden kopmak ve ne yaptığı belli olmamakla suçlayan bir dizi yazı anlayış ortalıkta dolaşır oldu. Bunlar Öncünün ne kadar dikkatle izlenip, gözetlenme halinde bulunduğunu göstermesi bakımından oldukça önemli ve memnun edicidir. Çünkü diğer yanıyla bunlar Öncünün diğer dost ve devrimci güçler olarak değerlendirilen yapılanmalarla arasındaki ayrım noktalarının da ortaya çıkıp iyice netleşerek kitleler tarafından da görülüp anlaşılması bakımından ve öncünün kendisi ve kitlesini eğitip yetiştirmesi bakımından da aynı zamanda güzel bir eğitim aracıdır. Bu nedenledir ki; böylesi konular üzerinde yoğunlaşan

tartışma ve polemiklerin tepkiyle karşılanıp, kızılacak hiçbir yönü bulunmadığı gibi, tersine hoş karşılanıp bilimselliğe dayanan ( yani somut ve gerçekçi, yapıcı ) tartışmalara girilmelidir.

Ancak saldırı olarak nitelendirdiğimiz anti-bilimsel bazı ithamlar mevcuttur ki bunları da sessiz sedasız kabullenmek uygunsuz bir durum olacaktır. Kendi hata ve eksikliklerine sahip çıkarak bunları ifade etmekten çekinmeyen, yaptığı yanlışlıkları açıkça üstlenebilen ve bunu gelişmesinin, yanlışlarından arınarak, doğru yol, yöntem ve araçlarının ortaya çıkarılmasının en temel gereklerinden biri olarak görerek devrimci hareketler içerisinde bu yönüyle de arasındaki ayrım çizgisini belirginleştiren Öncüye yapılan bu saldırılar en azından gerçeklere gözlerini kapatmak olarak nitelendirilebilinir.

Şimdi bahsi geçenlerin önderlikten ne anladıklarını somut bazı göstergeler üzerinden inceleyerek bu anti-bilimsel eleştirilerin sahiplerinin ne durumda olduklarına bakalım. Öyle ya! Bu kadar ateşli ve ısrarlı bir şekilde çizgiyi en olmadık bağlantılardan yola çıkarak -ki aslında bunlar bağlantısızlıklardır-değerlendirilmeyecek kadar vahim (!) bir durumda can çekişir vaziyette gördüklerine göre, demek ki bunların iyi bir alternatifleri vardır (!). Eğer böyle bir alternatifleri varsa doğal olarak o da uyguladıkları yöntem ve anlayışlar olacağından (her halde henüz uygulamayıp kendi tasarımları olan düşüncelerden yola çıkarak bizi mahkum etmeye çalışmıyorlardır.) bunlara bakmak anlayışların ortaya çıkarılmasını da birlikte getirecektir.

Lafta halkın gerçek önderlerini, yok sayarak (bütün büyük dağları yaratmanın edasının da üzerinde) burunlarını bulutlara sürecek şekilde dik tutup görmezlikten gelerek sözüm ona politika ürettiğini söyleyip kendilerince küçük gördükleri tepeleri (!) ezmeye çalışanlar 

unutmuş olacaklar ki (!)

Birileri; Proleter önderlik adına komünizmin ilkelerini, devrimciliğin anlayışlarını yok sayıp devrimcilik kıstaslarını oldukça zorlar bir vaziyette öncünün ve halkın sunduğu imkânları emperyalizme peşkeş çekip kişisel menfaatler peşinde dört nala at koştururken!

Birileri; Yaptıkları insanlık suçunun hesabının oldukça ağır olacağı düşüncesiyle halkı, mücadeleyi ve nihayetinde önderliği bir kenara bırakıp tanrıya, her dileğe girebilecek herhangi küçük bir canlı olarak kendisini yeniden yaratması için dualar edip, bunu kabul etmesine yardımcı olmak için yan cebindeki birkaç lüks lokantanın, şirketlerin, Avrupa’da ve Türkiye’de dairelerin ve tabi ki kapısındaki otomobillerin, halktan geldi hakka gider mantığıyla anahtarlarını gösterirken!

Birileri; Köylük alanlarda görev yapmayı “kurbanlık koç”luk olarak değerlendi- rip, görev alanına gitmemek için MK ve hatta Parti Üyeliğinden istifa ederek halka ve çizgiye, dolayısıyla da o uğurda özel olarak o alanlarda dökülen kanlara olan bağlılıklarını ortaya koyarken!!

Birileri; Çözülmeyi ihanete vardırıp, bugün aynı çizgide hareket edecek kadar birbirlerine bağlılıklarını gösteren yoldaşlarını yakalattığının hesabını vermeden “komünist önder” ilan edilirken!!!

Birileri; Silahlı mücadeleyi göğüsleyemediğini samimice belirtmek yerine ( bu çizgiye gerçekten inanıp, o doğrultuda faaliyet yürütenler sözümüzün dışındadır) bu mücadele biçimini geçersiz kılacak zorlama teoriler doğurma sancıları içerisinde, kan revan içerisinde kıvranırken!!!

Birileri; Lord’lar kamarasına giden basamakları bir an önce tırmanmak için dün “Önderlerimiz” dediklerine bu gün herkesten çok küfür ederek Şövalyelerin yanında koltuk hevesiyle soysuzlaşırken!!!

Birileri; Derneklerde Mao’nun kitaplarından yaptığı alıntılarla bitmişliğini gizleyememenin utancıyla, birilerini gördüklerinde harflerin gözüne batmayacağını bilmenin rahatlığıyla kafasını satır aralarına sıkıştırmaya çalışırken!!!

Birileri; Hafifletici sebeplerden yararla- nabilmek için, sözde “Önder eylem adamı” olarak tabancayı çatıya, şarjörü tuvalete, mermileri bodruma saklarken!!!

Birileri; Halka ve devrimcilere karşı giriştiği, karşı-devrimi güçlendiren kendi deneyimleriyle kontra-pratiklerini, önce “TC yaptı” deyip daha sonra suçsuz insanları, devrimci savaşçıları nasıl kurşuna dizdiklerini sadistçe bir zevkle anlatırken!!!

Birileri; Devletin gizleme taktiğine uygun olarak Öncü’nün yaptığı eylemleri yayınlarında yazdıktan sonra, Öncü’nün savaşmadığının propagandasıyla kendilerine taban yaratma uğraşına girerken!!!

Birileri; Kendi kötü geleneğine Öncü’yü de alet ederek geçmişin intikamını alabilmek için, esas düşmanı bir kenara bırakıp çalışmalarının odağına ona saldırıyı koyarken!!!

Birileri; Kendilerince gördükleri ideolojik-siyasi ve örgütsel revizyonu bilim adına genç yaşların tecrübesizliğine bağlayacak kadar ağabeylik hoşgörüsünü (!) politik inceleme ve değerlendirme olarak piyasaya sürerken !!! Şimdi de kalkmış önderlik türküleri söylüyor.

Aslında bu türkünün es geçilen bir mısrası vardır ki telaşın esas nedeni de budur. Olasılık ve şanssızlık buya bahsi geçen tartışmalardan etkilenerek saflarında DEMOKRASİ talebinde bulunacaklar çıkarsa devr-i alemin artık bitmesi gerektiğini söyleyip kendi içlerinde ki şövalyeleri tahtlarından indirmeye kalkarlarsa bunların hali nice olur?!

Öyle ya; halktan ve savaştan kopuk bir şekilde yaptıkları şeyin önderlik olduğunu iddia edenlerden bazılarının alıp iç yayınlarını da inceledik, ancak ne yazık ki halkın ( hatta ulusun) ve savaşın sorunlarını çözdüklerini iddia edip başkaca yapılarada çok yönlü eğitim vermek için hazır olduklarını, savaşmaları şartıyla bütün imkanları sunacaklarını söyleyenlerin yayınlarında, boş verelim halkın eğitimini ve dönüştürülmesini ideolojik-siyasi-örgütsel çözümlemeler adı altında yazılıp çizilenlerde kadro ve savaşçılara yapılan bir yığın hakaret ve küfürden başka bir şey bulamadık. Tek farklılığı (köylü ağzından ) küfür ve hakaretlerin bittiği yere parantez içerisinde, “siyasi anlamda” yazılmasıydı.

İşte bütün mesele burada yatmaktadır. Bir yandan bütün benliğiyle kendisini halka adamış ve halkı kurtuluşa götürecek çizgi etrafında örgütlenerek mücadelenin sıcak ateşi içerisinde sürekli olarak yenilenmiş, bileylen- miş, gelişmiş ve geliştirilmiş bedenini toprağa verinceye dek en zor dönemlerde, en zor alanlarda savaşın, savaşçısının yanında bulunarak onunla ideolojisini, siyasetini ve yapısını öğrenerek öğretmiş, paylaşmış, halka ve halk içerisinde önderlik yapabileceği gerçeğini kendi çalışma biçimine kadar indirgemiş, onun eleştirilerinden korkmamış aksine sevinmiş yani devrimin kitlelerin eseri olacağı tezini doğru görerek özümsemiş ve onun hayatının her alanını yansıtarak kendi yaşamını buna ve mücadele şartlarına göre düzenlemiş ancak bütün durumlarda halktan kopmamayı ilke edinmiş bir önderlik.

Diğer yandan en kısa tanımıyla halkı ve yapıyı kendine adamış bir öndercik. Halkın ve yapının gerekli görüp, ihtiyaç duyduğu sorunlar üzerine değil, kendisinin işlemek istediği konular üzerinde dönüp duran, bireysel kaygıları ve menfaatleri peşinde koşturan, disipline bilinç unsurunu öldürerek uyup, böyle bir yaklaşım göstermeyi bağlılık, politikayı eleştirmeye yeltenmeyi ihanet sayan ve kendilerinin dışındakilerden sadece “Evet başkanım, hemen önderim” sözlerini duymak isteyen, bunun olmadığı anda hemen birkaç değerli yoldaşı hakkında ölüm fermanı imzalamaktan çekinmeyen, yani kendi yapısına verecek bir şeyi olmadığından halka da sadece adıyla şanıyla bir diktatör kazandırabilecek bir öndercik.

Her devrimci bu tipten sorunları ciddi olarak düşünmek ve yorumlamakla yükümlüdür. Kendisine demokrasi uygulamaktan yoksun bir hareket halka da sadece diktatoryanın yöntemleriyle yönelip, partinin menfaatleriyle, halkın menfaatlerinin çelişmesinin ne derece boyutlu bir halde bulunduğunu izah ettiğimizden, kendisine halk savaşçısıyım diyebilen bilinçli unsurlar durumlarını gözden geçirerek, belirtilen anlayışın ve buna bağlı olarak sergilenen pratiğin proletaryanın hangi anlayışına sığdırıldığını açığa çıkarmakla mükelleftirler.

Bu önderciklere gelince, daha kullanıldığı ilk anda barut’unu yitirmiş olan böylesine kaba saldırılar düzenleyeceklerine madem ki bu işi yapmakta ısrarlısınız, oturup biraz daha ince politikalar yapmaya çalışın, hiç olmazsa kendinizi teşhir etmemiş olursunuz. Hoş, karşılaşmadık hiçbir revizyon ve sapma biçimi kalmamış bu halkın onunla da kandırılması zordur ya, yine de bir ihtimal işte.

Öncü, yöneltilen her türden saldırıyı alt ederek sınıf mücadelesinin engin denizindeki yüzüşüne devam etmektedir.Bu mücadelenin 

hayatın her alanında yürütülmesinin gerekliliği yakıcılığını sürdürmekte ve giderek keskinleşip çeşitlenmektedir. Bu gelişme ve çeşitliliklerden korkacak olanların komünist olmayacağı gün gibi açıkken, ideolojik ve siyasi sağlamlığın güvenin kendinde görmeyenlerin gündemlerin atmosferinin giderek derinleşmesi karşısında ki bu haşin tavırların esas nedeninin belirtilen temek zayıflıklardan kaynaklanan darlığın ürünü olduğunu anlamak zor olmasa gerek.

Öncü, bu darlıklarını aşmak isteyenlerin başlatacakları mücadeleye omuz vermeye hazırdır. Onların devrimci mücadeledeki ısrarlarını asılsız ve anti-bilimsel tezlere bağlı olarak gelişen hareket tarzlarını değiştirmek için samimice atacakları adımlarla gösterebilirler.”

(CÜNEYT KAHRAMAN/Açıkça Muhalefet Kitabından)

Komünist önder Cüneyt Kahraman ölümsüzdür!
Yorum Yap

Yorumlar kapalı.

Giriş Yap

Devrimci Demokrasi ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin