Tasfiyeci reformistlerin kitlelerinde yarattığı bulanık hayal gücü ve bulanık tasavvurlarda bulunma hali devam ediyor.
Bilimsellikten kopuk yaşananları kişilere havale etme, fatura etme tarzı tasfiyeci reformist hareketin kitlelerinde yarattığı, kitlelerini dumura uğratan en önemli gözlemlerimden bir tanesi dersem yanılmış olacağımı düşünmüyorum yoldaşlar.
Bu kitlelerle karşılıklı çay içerken veya bir güzergahta karşılaştığımızda denk geldiğimde karşılıklı içine daldığımız sohbetlerde çizginin doğruluğuna vurgu çok yoğun iken kişilerin yönetemeyişine, çapsızlığına vurgu ise bir o kadar yoğun diyebilirim. Bugün artık bu siyaseti tanıyışımın yirminci yılı diyebilirim. Bölünmeden önceki ve sonraki tarihsel süreci içine katarak yazıyorum yirmi yılı. Bölünmeden önce dört kuşağın devrimci temsilcilerinin (17’ler) düşman tarafından katledilişinin hareketimizde yarattığı kırılma sonrası aksayan yönlerimizi yamayla kurtarma, ağırlıklı olarak içinde bulunduğumuz günü kurtarma dürtüsü bizleri sürekli kişileri suçlayan bir yönelime hapsetti. Oysa zikzaklar çizen çizgiye pek laf etmeden aman ‘birliğimiz’ zarar görmesin düsturuyla hareket ettiğimiz gerçeğini dillendirmek benim için artık pek zul sayılmaz. Şimdi bugün hala yaşanan sorunları kişilere fatura eden anlayışın çizgi sorununu görmemesi belli bir hastalığın bir döneme kadar bizlerde de zuhur bulduğunu kanıtlamıyor mu? Öyle olmasa uzun bir zaman yol alamayışımızın sebebi başka ne olabilirdi ki?
Kitlelerinin politik bilinç düzeyini yükseltmeyen, onlara merkezi kadrolarının tılsımlı olduğunu ve pek kudretli yiğit tipler (yiğitler çoğunlukla kudretli erkeklerdir) olduğunu sürekli vaaz eden anlayış baştan kaybetmeye mahkumdu. Geçmiş yoldaşlık hukukumuz bağlamında ve aynı ortamın devrimcileri olarak diyeceğim o ki bu şekilsizlik bizde ve onlarda sosyalizmden bir haber, sınıfın tarihiyle ilgilenmeyen, yenilgi ve zafer diyalektiğini doğru okumayan, teoriyi küçümseyen anti-entelektüel biçimsiz küçük burjuva sosyalistler yaratacaktı ki bu eşyanın tabiatı gereği gayet normaldi demek absürd kaçmaz.
Ülkemiz yakın zamana kadar küçük burjuva cumhuriyetiydi diyebiliriz çünkü kolektifimizin belirttiği gibi çeyrek asır öncesine bakarsak yanılmadığımız ortaya çıkacaktır. Hadi çeyrek asır öncesine bu kuş bakışını biraz açalım, istatistik yanıltır dersek çeşitli kesimlerden yaşı elliyi bulmuş insanlarla sohbetlerimizde çeyrek asır öncesini ve bugünü kıyasladığımızda bu gerçek yalın bir biçimde bizi haklı kılacaktır.
Küçük burjuvanın solculuğu, sosyalistliği her ortamın aranan yıldızı olduğunu düşünmekten ve kararsızlığı hakim kılma anlayışından doğar. O sınıf siyasetine kazandırılıp dönüştürülemezse bulunduğu ortamı kemirir. Çizgisizliği çizgi tayin eder. Biz pek çok şeyi sınıf mücadelesinde salt iradeye indirgeyemeyiz ancak iradenin de rolünü yadsıyamayız tabi, irade isteyen meselelerde irade ortaya koymaktan kaçınma vd. küçük burjuvanın rolü olarak sıralanabilir. Bir de siyasal meselede doğru taktik ve stratejiyi ortaya koymaktan çok sol görünümlü sağcılığı hortlatır ki o başka bir mesele. Sınıfa dair iki bildiri bir broşür yazmayı ve dağıtmayı küçümser ancak şekilli, alengirli, dar kitlelerin aradığı şeyleri yerine getirmekten pek keyif alır.
Tüm bunları nerede mi gözlemledik tabi ki de beraber olduğumuz dönem ve sonrasında içimizde gözlemledik. Çünkü onlarla geçmişte hemen hemen aynı düşünüyorduk. Bugün hala yanlışı çizgiye değil de kişilere havale eden samimi, kararlı, dürüst temiz siper yoldaşlarımızın kafalarındaki soru işaretlerini ortadan kaldırmak için sesleniyorum. Sizlerden önce kişileri değiştirerek hareketi kurtaracağını ilan ederek, ‘düzelteceğiz yoldaşlar’ nidalarıyla insanlara seslenenler vardı. Oysa yaşam çoğunlukla bu yoldaşların düzeldiğini, kararlarının eleştirilmesini sindiremeyen ‘merkez’ tarafından hizaya getirildiğini, zaptürapt altında tutulduğunu gösterdi. Veya çoğunlukla savrulup umutsuzluk dehlizlerinde kaybolduklarını kanıtladı.
Yanlış çizgi kendisine uygun kadroları yaratır. Anarşizan örgütsel ortam aşağıdan yukarıya, yukarıdan aşağıya örgütlenmeyi değil olsa olsa kişilerin bulundukları alanları öznel konumlarına göre biçimlendirmeleri sonucunu ortaya çıkarır. Hareketimiz sınıfı pek görmeyen tarzda hareket ederken sürekli demokratik mücadeleyi öne çıkaran bir yönelimle hareket etti uzun yıllardır. Ve elbette en çok öne çıkan halkçı yerel yönetimler anlayışı ve akademik-demokratik mücadeleydi. Oysa sınıfa dair pek bir çalışma yoktu. Ve genellikle belli kültürel kodlanmalarla şekillenmiş babası, atası dünün küçük burjuva, yoksul köylü ortamının devrimcisi olan ailelerin çocuklarını örgütleyecek alanlarda sıkışıp kalmak yine bizleri kemirdi demek abartılı olmaz. Çünkü bu kitleler çoğunlukla romantizmle geçmiş kuşağın devrimcilerinin anılarını sesli dillendirirken teoriye gerek duymayan, sınıfsal ortamla ilgilenmeyen yönelimlere saplanıp kalıyorlardı. Bu kabuk kırmayı zorlaştırırken nesiller arasındaki devrimci geçişi sağlayacak kadroların (17’ler) yokluğu, veya azlığı ve mücadeleden düşmüşlüğü, düşürülmüşlüğü içinde bulunduğumuz zamanın gerçekliği olan küçük burjuva kitlelerin kırılmalar yaşayıp işçi sınıfına geçiş sağlayan kesimler olduğu gerçeğine uygun, doğru siyasal hattı ve kadro örgütlenmesini yaratmamızı da zorlaştırdı.
Tasfiyeci revizyonizmin sosyalist devrim derken bulamaçla yüklü sınıflar koalisyonuna dayalı devrim tahayyülünde bulunması ve bu süreçte de ağırlıklı salt sınıftan bağımsız demokrasi sorununa eğilmesi kaçınılmazdı. Zira o ağırlıklı küçük burjuva devrimci tabiatını korumakta elbette bu tabiatı bizlerin de kısmen koruduğu bilinmekte. Ancak biz yanlışlarımıza eleştirel zeka ve politik derinlikle nispeten de olsa yaklaşım sergilemekteyiz. Bu bizler açısından olumlu bir yaklaşımdır yoldaşlar. Kolektifin kısa bir süre önce politik bilinç düzeyinin yükseltilmesi yönündeki çağrıları bu temelde okunmalı, tüm ezilen ve sömürülen kesimlerin sorununa onların demokrasi ve devrim arayışını yönlendirecek politik önderlik meselesinin güncel meselelerle harmanlanmış genel meselelere politik derinlik ve eleştirel zeka ile yaklaşılması gerekliliği doğru ele alınmalıdır.
Uzun zamandır yol alamayışımızın esas nedeninin ölü diyalektiğin belirlediği koşullara şartlanmış yol arama tarzımız olduğu unutulmamalı. Bu dogmatizmdi. Dogmatizm belirli süreçlere denk gelen diyalektiğin, bilimselliğin, şartlar ve koşulların anlam bütünlüğünü yitirip, yaşamdaki, doğadaki ve toplumlardaki gelişmelerle yerini canlı diyalektiğe bırakmasına inatla direnmektir o kısmen bilimseldir ancak içinde bulunulan sürecin değil önceki sürecin bilimselliğini taşır. Bu bağlamda sol, sosyalist, saflarda artık dogmatizm bile diyemeyeceğimiz aktarmalı bilimlerin zamanının ruhunu çağıran bilimin yerini bilimciliğe bırakıp popülist bir bilim anlatısının egemen olduğu zamanın içinde kendimizi bulduğumuz başka bir gerçektir. Burada açığa çıkan hazır reçetecilik ve ezberciliktir. Hem içimizde hem dışımızda gözlemlediğimiz bir diğer hususlardandır. Öyle olmasa çeşitli cinsel yönelimlerin ve ezilen cinsin özel politikasını mı yapacağız yoksa onları bir devrimci sınıf aygıtı içerisinde gerçekten eşitler arası bir potada beraber hareket etmeye mi zorlayacağımız tartışmasını zengin bir şekilde yapardık/yaparlardı. Oysa dün özel politika yapmaya merkez tarafından karşı çıkılırken hiçbir itiraz geliştirmemek veya bugün özel politika yaparken yine hiçbir itiraz geliştirmemek veya geliştirilen cılız itirazları samimi bir şekilde şeffaf ele alıp değerlendirmemek ezberciliğin geldiği boyutu kanıtlamıyor mu?
Akademik- demokratik mücadele hattında sol, sosyalist güçler reformist güçler varlığını koruyor. Çünkü genç kitleler çoğunlukla eğitimden koparılmış vaziyette veya bu genç kitleler liberal sol-liberal sol-radikal vb. hastalıklı yönelimlere açık halde bulunmakta ve çoğunlukla hithleşmiş reformist sol hareketlere örgütlenmekte.
Sol reformist hareketlerin kitle kazanmak için örgütsel yapısını gittikçe esnettiği ortamda bu reformist hareketler genç kitlelerde yoğun karşılık bulan liberalizmden dolayı ‘liberal’ açılımlar dahi yapmaktan geri durmuyor, kendisini ‘sol’ olarak dahi tanıtlamaktan imtina etmeyi dile getirmekten imtina etmiyor.
Peki tasfiyeci reformizm ne yapıyor? Hithleşmiş reformist hareketlerle aynı yolu izlemeyi düşündüğünü sesli düşünerek karnından ifade etmeyi ihmal etmiyor.
Yerel yönetimler-halkçı belediyecelik-kooperatif örgütlenmesine baktığımız zaman hareketimizin belli alanlarda mücadeleyi yoğunlaştırması sonucu açığa çıkan dinamiği doğru değerlendirip yirmi yıl önce tartışmaya açtığı bu mesele tasfiyeci reformizmin elinde yitirilmiş bulunmakta dersem kaçınılmaz olanı ifade etmiş olurum. Bugün Dersim merkeze gidip sıradan bir insanla, esnafla konuştuğumuz zaman başkanı pek görmediklerini irtibatlarının olmadığını kendisini esasen pek tanımadıklarını ifade ettiklerini dile getirilenlerden anlamış olacağız. Öyle kapısı olmayan, şeffaf başkan anlatılarıyla, popülist çıkışlarla devrimci siyasetin olmayacağını tanıtlayan bu durum, devrimci kadroların kitlelerin yeteneklerini açığa çıkardıkları, onlar arasındaki kök salıp belli bir dinamiği açığa çıkarttıkları sürecin, yalıtık, sinmiş, ücretli işçi statüsüne kooperatif anlayışıyla indirgenmiş kadrolar eliyle yıkıma uğratılacağı gerçekliğidir. Muhtemelen bir sonraki seçim tasfiyeci reformizm içim şimdiden kaybedilmiştir dersem yine kaçınılmaz olanı ifade etmiş olacağım yoldaşlar. Belki de durum anlaşılmış olacak ki şimdiden ‘biz bir sonraki seçim belediyeyle uğraşmak istemiyoruz bizi haddinden fazla yıprattı’ söylemleri kendisini açığa vurmaktadır.
Kooperatif eliyle Türkiye Kemalist partisi gibi şoven bir partiye Dersim’de alan açan dahası orta-sınıf Kemalist kitlelerde siyaseten değil popülist benzerliklerle kurulan yakınlığı kazanım zanneden siyasal akıl şimdiden pek çok şey kaybettiğinin farkında mıdır pek zannetmiyorum; ancak umudum farketmesi yönündedir. Kooperatif küçük üreticilerin birleşerek büyük tekele kafa tutma sürecidir. Bu süreçte kooperatifin kendisi büyüme eğilimi izler ki bu meta-para-meta veya para-meta-para döngüsünün kaçınılmaz sonucudur.
Yoldaşlarımızı ücretli işçi yaparsak elbette devrimci siyasetten soyutlanır, kendimiz küçük patron onlarda iş ortamında gelirlerini kaybetmemek ve yaşamlarını idame ettirmek için patronuna ödünler vermek zorunda kalan emekçiler haline dönüşür. İşte bu süreçte açığa çıkan durum siyaseten iş bölümü yapmaktan ziyade, ekonomik iş bölümü ve hiyerarşik düzlemdir ki bu da son derece tehlikelidir. (Evvel Temmuzda sergilenen pratik ve Dersim festivalindeki pratik diğer reformist siyasetlerle beraber düşünüldüğünde kendisini her türlü açığa çıkarmaktadır)
Netekim tasfiyeci revizyonizmden ayrılık yaşayan son siyasetle tartışmaların ana izleğinin de kısmen kooperatif üzerine olması yine bizlere pek çok şey öğretmektedir. Dahası kafa karışıklığı o kadar yoğun ki, bir değil iki siyaset tasfiyeci revizyonizmden kopuş yaşamış ancak kopuşunu doğru temelde niteleyememiştir. Adeta iki siyaset evrende birbirine denk düşmenin kanıtıymışcasına aynı yolu el mahkum ‘kader ortaklığı’ yaparak yürümenin zorunluluğunu hissetmiş olacak ki görüş ayrılıklarını birlikte hareket ederek gidermeye çabalamaktadır. Ekonomizm sakatlığının kısmen onlarda hala baki olduğunu gözlemlediğimi belirtmemin ana sebebi ise kopuşlarının hangi temelde olduğunu hala gerekçelendirip anlatamamış olmalarıdır. Öyle ki ortada kapsamlı siyasal bir eleştiri yok. Kendilerinin de içinde olduğu süreci tasfiyeci reformist ve revizyonist olarak adlandırmamızı görmezden gelmeleri veya sindirememelerinin sebebi ise biz o süreçte yoktuk tutumlarından veya o süreci silahlı reformizme bakarak devrimci addeden diğer kader ortaklarının tutumlarından kaynaklıdır. Tasfiyeci revizyonizm, fiili meşru militan mücadeleyi darbelemiştir. Pek çok kitlede halihazırda hiçbir şey yapmadan kazanalım tavrı, bedel ödemekten kaçınma düsturunu gözlemlememizi sağlamıştır. İçinde bulunulan durumda bedel ödememekten memnunluk başka neyle açıklanabilir yoldaşlar? Türkiye’de ve Avrupa’da bulunan kitle ağımız bize karşı işletilen çeşitli manipülasyonlar neticesinde, yıpranmışlığın ve güvensizliğin de verdiği ruh haliyle mesafe almıştır diyebilirim.
Yasal parti meselesi ise doksanlı yıllardan beri kısmen kurumsal bir faşizm analizi yapmayan veya yapamayan ve tc’nin parlamentosunun varlığını burjuva demokrasisine dayayan geçmişin devrimci fiili meşru militan mücadele hattında örgütlenmiş sol hareketlerin hastalıklı tarzıdır diyebilirim. Hindistanı nasıl tahlil ediyorlar acaba demekten kendimi alamıyorum. Zira Türkiye küçük Hindistandır. Sol yasal partiler kurup daha fazla kitleselleşeceğini çeşitli ittifaklarla meclise kapak atmayı her dönem garantileyeceğini düşünmekte dahası oradan devrimci propagandaya yer açacağına inanmaktadır. Oysa yaşam tersini kanıtlamakta bu anlayışla solun gittikçe daha fazla liberalleştiğini ve sol liberalizmden bile geriye düştüğünü Kürt ulusal hareketinin yanındaymış gibi durulurken inceltilmiş şovenizm salgıladığını pek çok kez kanıtlamıştır.
İnceltilmiş şovenist siyasal hat mı devrimci tutarlı bir siyasal hat mı? Süreç bütün bu verilerle incelendiğinde “kooperatif onların elinde değil bizim elimizde olsa biz daha fazla ilerlemiştik” diyen siyaset ve siyasetler yanlış çizgiyle en fazla arabayı atın önüne bağlamayı derinden talep eden siyasetlerdir demek zorunda hissediyorum kendimi. Kooperatiften, yasalcılığa, demokrasi özgülünde, liberallikten en fazla şovenizme yürürsünüz diyerek sözlerimi sonlandırıyorum. Hepinizi saygı sevgi ve özlemle selamlıyorum yoldaşlar.
Yorumlar kapalı.