Serdar Okan
Devlet sürekliliğini korumak için, belli bir zümrenin çıkarını gözeterek, sistemini sürdürebilir politikalarıyla var eder. Sınıfların oluşumu ve varlığı mecburi bir durumdur bu noktada. Üst azınlık sınıf sermaye ve sermaye döngülerini elinde tutarak zengin ( burjuva ) sınıfı oluşturur. Orta sınıf ise görece rahat yaşayabilir ve küçük ölçekte büyük sermayenin hizmetini sürdürür. Alt sınıf ( proleterya ) ise emeğinden başka satacakları olmayan ve sistemin varlığını yaratan ama söz hakkına sahip olmayanlardan oluşur kapitalist emperyalist sistemde.
Türkiye gibi ülkelerde gelir dağılımı adaletsiz olmakla kalmıyor, tüm alanlar işbirlikçi ( komprador ) şantiyeci burjuvazinin militarist politikalarına göre işliyor. Tüm bu politikalarını hayata sokmak için, alt sınıf yığınlarını suni gündemlerle yönlendirme üstünlüğünü ortaya koyuyorlar… Ve ne yazık ki de başarılılar. Bu politikalar kendi muhalefetini de genelde yaratmak zorundadır. Selçuklu, Osmanlı ve T.C. dönemi her daim bu böyle işlemiştir. Gerçek muhalif olanlar kılıç, silah zoruyla ortadan kaldırılmış ve yerine ihtiyacına hizmet edecek muhalefet getirilmiştir. Tüm bu yüzlerce yıllık gelişme sosyolojik bir vakayı oluşturmuştur. Türk-İslam olarak sentezlenen ve günümüz Türkiye’sini yaşanılılmaz kılmaktadır.
Burjuvazi genel siyasal atmosferi yine bu tür politikalarla şekillendirirken, şu an İmamoğlu sürecini suni gündem olarak hayata geçirmektedir. Uyduruk mahkeme ile İmamoğlu kahramanı yaratılarak, alevi olan Kılıçdaroğlu önüne engel ve perdeleme amaçları olarak koyulmakta. İmamoğlu ve Yavaş, olur ki Kılıçdaroğlu sistemin dişlisi olmaktan çıkarsa diye ikisinin arasına koyulmakta. Zaten diğer tarihsel katillerle de bir çemberin ortasında. Yine bu politikayla Kadın ve çocuk istismarı süreci tali duruma sokulmakta. Muhalefeti burjuva olan süreci iyice istediği konuma getirmekteler. Kürdü ve Aleviyi yok sayan ve esas tehlike olarak belirleyenler, bu kesimlerin burjuvalarına bile teamül göstermemektedir.
Düzenin en küçük birimi ailede ise yüz yılların politikası kadını ve çocuğu yok saymaktır. “Kızını dövmeyen dizini döver”, “Dayak cennetten gelmiştir.”. ” Güldü ise karşılık verecek”, ” Kadın aklı” gibi cümleler ile şiddet normalleştiriliyor. “Çocuğu dövmeden nasıl büyüteceksin? Her çocuk bir dayağı arar.” şeklinde düşünüyor. “Kaşınıyor, iyi bir dayak istiyor.” cümlesiyle şiddete çok gerek varmış hissiyatı veriliyor toplumda. Tabii şiddete karşı direnenler de çok ama insanlarımızın belli bir kısmı şiddete çok gerek duyuyor hissiyatını sosyolojiye tabi kılmışlar bir çok kesimde. Dayak ve şiddet toplumun gündelik yaşamına ve normal seyrine dönüşerek, en küçük birimden üste kadar toplumda nüfuz etmiştir.
İşçi ve emekçi alt sınıf ise kırıntı ve dilenci siyasetine devleti olmazsa olmaz diye alıştırılmıştır. Hak arama sınırlarını komprador sınıf belirlemektedir günümüzde. Militarizm, medya ve reformist kesimler en güçlü dayanaklarıdır. GSMH ‘nın yarısı üretim dışı gelişen bu kapitalist modelde iktisatçılar bile hayranlıkla suskunluğunu korumaktalar. Kapitalist gelişmeyi bile suni gündemlerle “olumlu” manada ezilenlere sunma ehliliğine sahipler.
Peki bu süreç nasıl değişire, cevap ne olmalı?
Özellikle son 20 yıl hükümette iktidarlaşan ve sistemin kılcal damarlarına militarist bir şekilde yerleşen bu ucuz ve zekasız kesim nasıl gider? Bu nokta muamma. Seçimlerle gitmeyeceği kesindir. Peki neyle gider…
Tek yol devrim diyerek duruşumu netleştireyim. Nasıl bir Devrim ve yolu konusunu hep birlikte ortak akıl yürüterek çözebiliriz… Mevcut süreci ve devrimin yolunu güncelleyeceğiz.
1972 de programlaştırılmak istenen programsal görüşlerde devrimin Halk savaşının köylü gerilla savaşı ve buna bağlı kırlardan kentleri kuşatarak, kızıl bölgeler olarak çoğalarak merkezi müttegalibeyi yıkıp demokratik halk devrimini ön görüyorduk. Kısmi hata ve eksiklerimizle beraber o güne uyan bir tespitti.
Sosyal ve ekonomik olarakta toprağa bağımlı üretimin ve feodal kültür yapılanması ile de bu mücadele yöntemi kısmi zaman ve bölgelerde tabanda tuttu. Tespitlerimizin doğruluğu gelişmemizi de beraberinde getirdi.
Tespitlerimizin yenilenmesi dönemini kaçırmamızla beraber daralma ve yıkıma doğruda ilerledik. Doğru tespitler doğru yapılanmaları doğurur ve gelişerek kitlelerle örgütlenerek kök salır.
Günümüzde savaş ve devrimin yolunu güncellemek ve sınıf mücadelesine uyarlayarak yeniden ayağa kalkma zamanı.
Geleneğimizin en iyi özelliği diyalektik davranmamızdan gelmektedir. Diyalektiği proğramımızda ortaya koymak bizi gelenek kültürüyle daha bir güçlendirir.
Nüfusun yüzde sekseninin kent hayatına geçtiği bu dönemde ve kapitalist üretimin sanayiye bağlı üretimin esas olduğu şu dönemde Halk savaşı biçimi de doğal olarak değişmek zorundadır. Köylü gerilla savaşı elbette verilebilir ama tali olandır Halk savaşımızda. Esasen kentlerde gelişen mücadele Halk savaşı çizgimizi Şehir Gerilla savaşıyla kendini var eder.
Her Şehir Gerilla mücadelesi aynı şekilde verilmez. Ülkelerin ve Rejimlerin tespiti ve tahlili gerekiyor. Halkın içinde bulunduğu ve işçi sınıfının tahlili gerekmektedir. Her şehirin yapılanması ve devlet güçlerinin yapılanması tespit edilmeli.
Bu noktada tespit edilmesi gereken bir diğer mesele 6 Şubat Maraş pazarcık merkezli deprem sonrası. Zaten sistemin muhalifi olan yaşam alanlarını, kentlerini terk etmek zorunda kalmış, sevdiklerini yitirmiş geniş kitlenin tespit edilip, taşındıkları bölgelere ulaşılmalı, bu geniş kitleyi devrimci bir çizgide örgütlü mücadeleye örgütlenmeli.
Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da pandemi sürecinde, işçi ve emekciler için çalışma kampları öneren müsiad vb burjuva örgütlerin önerilerinin ön uygulama alanlarının, Hatay merkezli depremzede işçiler olduğunu, konteyner kentlerin bu işçiler için şimdiden çalışma kampları olarak sunulduğunu bilmemiz gerekiyor. Yani sistem evini kaybetmiş işçi emekçilerin, evlerine arsalarına çökme gayretindeyken, işçileri ise konteynerlara mahkum etme derdinde.
6 Şubat depremi öncesi faşist AKP-MHP kliğinin sözcüsü Erdoğan’ın seçim için ne tür hileler ortaya koyacağı bilinmezken, seçimi yaptırmayacağı düşünülürken bugün seçime gitmesi, toplumsal rıza üretmeye çabalaması, yetmezse hilelerle seçimi alıp kendisini ulusal ve uluslararası alanda meşru göstermeye çabalaması ise kendisine karşı hem ulusal alanda hem de uluslararası alanda biriken öfkenin varlığını bilmesinden kaynaklanmakta ve bu öfkeyi becerebilirse kontrollü bir şekilde boşaltma gayretinde olduğu akılda tutulmalı.
Tüm bu gelişmeler neticesinde 24 Nisan 72 çıkışının asla tesadüfi olmadığı ve bakiyesinin asla tükenmediği bir konumdayız. Dolayısıyla halkımız ve günümüz koşulları bizlerden 24 Nisan çıkışını yeniden talep etmektedir. Elbette öznelci bir şekilde bu talebi karşılamaya çalışmaktan ziyade objektif koşulları derinlemesine analiz edip subjektif güçleri buna göre hazırlamamız ML bilimsel görüşün emridir.
Yeni biçimi ile güncellediğimiz Savaş çizgimizle düşmanın korkulu rüyası ve dostlarımızın güveni olacağız. 51. yılında 24 Nisan bizler için çok büyük bir anlam ifade etmektedir. Tasfiyeciliğin, reformizmin ve legalizmin kol gezdiği ve yayıldığı günümüzde, devrimci ihtilalci maoist çizgimizlesüreci ezilenlerin ve emekçilerin lehine örgütlülüğüne dönüştüreceğiz. 51 yıl önce atılan tohumlar halen inatla varlığını sürdürüyor ve iktidar namlunun ucundadır diye duruşunu ortaya koyuyor.
Şan olsun 24. Nisan güneşimize!
Yaşasın devrim diye ölümsüzleşenlerimiz!
Selam olsun tasfiyeciliğe meydan okuyan devrimci çizgiye!
Yorumlar kapalı.