“Çünkü isyan bıçağıdır böğrüme saplanan sancı
çünkü harcımı öfkeyle, imanla karıyorum
ve kederin
ve solgun yüzlü işçilerin üzerine
dağbaşlarının hırçınlığı savruluyor benden.
çünkü beni ateşiyle dimdik tutan kin
çünkü benim gözbebeklerimde tutuşan şafak
miting afişleri
cesur pankartlar
ve binlerce militan
derin denizlerin aydınlığı
zorlu sabahlar
gökyüzü ve lâle
sıkılmış bir yumruk gibi giriyoruz hayata”
(Orhan Kotan: Gururla bakıyorum dünyaya)
Cafer Cangöz yoldaş ve ülkemiz devrimcileri sıkılı bir yumruk gibi girdiler hayata, onca falaka, işkence, sürgün, yok edilme tehditlerine rağmen ah bile demediler. 12 Eylül darbesi bizde önder olarak Süleyman Cihan ve onun etkisinde yetişmiş alt orta düzey kadroların direnişçi pratiğiyle karşılandı. Tıpkı Kaypakkaya yoldaşın öğrencisi olduğu Mihri Belli’den teorik ve pratik olarak koparken, onun direnişçi yönünü de hatırladığı yönündeki diyalektik uyarımız gibi. Saygon zindanı ve gestapo mezbahanelerini aratmayan Diyarbakır beş nolu zindanında, direnişi politik ve pratik anlamda örgütleyen Cafer yoldaşı kastederek, düşman diğer tutsaklara “Caferleşmeyin sonunuz kötü olur” uyarısını yapacak kadar acizleşmiştir. Buraya kadar yazdıklarımız devrimci mücadelede ilk kuşaklar ve sonraki kuşaklar arasındaki deneyimlerin doğru ele alınması ve geriden gelen kuşaklara doğru şekilde yansıtılması içindir.
Türkiye ve Kuzey Kürdistan birinci dünya savaşı sonrası gelişen devrimci atılım sürecine bilindiği gibi 10 Eylül 1920 günü Türk ve Kürt ulusundan işçi, emekçi ve gençlik kitlesi ile atılmıştı. Mustafa Kemal ve silah arkadaşları, bu duruma karşı Mustafa Suphi ve 14 yoldaşı adice katlederek çözüm buldu. Tıpkı 1915 öncesi Rum, Yahudi, Ermeni devrimcilerin ilk komünist düşüncenin tohumunu toprağa serptiği için ittihat terakki isimli küçük burjuva faşist örgüt ve onun idari pozisyonundaki Alman emperyalizminin emirerlerinin yaptığı gibi. Emperyalizmin bunalımı emperyalizme bağımlı ülkeleri de bunalıma soktuğu için bu bunalım sürecinin gericiliği hortlattığı gerçekliği ve emperyalizme bağımlı TC devletinin faşizminin yapısallığını akılda tutarak yazıyoruz biz bu makalemizi.
20 sonrası Şefik Hüsnü liderliğindeki TKP Komünternin hatalı Kemalizm değerlendirmelerine kurban edilmiş bir pratikle coğrafyamız sınıf savaşına cevap olmaya çalıştı. Ancak yanlış teoriden doğru pratik çıkmadı. Şefik Hüsnü, Mihri Belli, Hikmet Kıvılcımlı, Nazım Hikmet gibi direnişçi kadrolar gerçek rolünü başkaldırıya başkaldırı yapamayarak yerine getiremedi. Yani emperyalist halkayı kıran bolşevik devrim ve onun önderi Lenin’in 2. Enternasyonalde tespitini yaptığı dünya devriminin 1. Dünya savaşı sonrası Alman devriminin bozguna uğraması Komünterni geriye itmiş başkaldırı belli bir tarihsel süreç içerisinde kesintiye uğramış, akamete uğrayan başkaldırıya başkaldıramayan TKP geri bir teorik pozisyon almıştır. Bunun niteliği rolünü oynayamamış pratiktir. 71-72 devrimci çıkışına kadar sessizlik, dağılma ve yetersiz pratik, sosyalist ve devrimci mücadelede gerileme, yanlış teoriden çıkan yanlış pratik sürecin ta kendisidir.
1920 sonrası süreçten 2. DÜNYA Savaşına kadar süren süreç durgunluk sürecidir. 1945 sonrasına denk düşen süreçte başkaldırıya başkaldırıyla cevap veren ÇKP, onun tarihsel ve politik lideri Mao Zedung sayesinde Dünya’da ezilen uluslar ve işçi sınıfı için yeni bir sayfa açılmıştır. Devrim Asya halklarına, doğunun toplumsal dinamiğine göklerden fırlatılan bir yıldız yakınlığında konumlanmıştır.
TC 2.Dünya savaşı sonrası ABD’nin başını çektiği kamp tarafından anayasası cilalanarak çok partili sisteme geçmişse dahi onun krizinin yapısallığı faşizmi hükümet sorunu olarak değil devlet meselesi olarak korumasına devam etmesine neden olmuştur. Hakim sınıflar arası çatışma 1950’den 1960’a kadar toprak ağalarının ve yeni serpilmekte olan bazı ticaret burjuvalarının temsilcisi Menderes ve büyük burjuvazinin temsilcisi İsmet İnönü vekaletinde devam etmiş çarpışmayı 1960’da politik körlüğü ile yanlış ata oynayan Menderes kaybetmiştir. 61 darbesinin anayasasına demokratik denilmesinin sebebi belli başlı orta sınıf, küçük burjuva kesimlerin Menderes yönetimi altında akıl almaz faşist baskılara uğramaları sonucu, üstelik rejimin kurucusu olduklarını düşünmelerine rağmen bu baskılara ugramaları sonucu, darbe anayasası, kitle temeli de yakalamak için bu kitlelere belli demokratik kırıntılar sunmuştur. Bu durum kitleleri İnönücü pozisyona itmiş sol-Kemalizm tartışması burada başlamıştır. İnönü tarafından 61 darbesinden sonraki süreçte görece sosyal demokrat istem ve talep arayan bu kitleler, Aydemir ve Gürcan isimli paşaların başarısız darbesi sonucu İnönü’nün ikiliyi idama yollaması ile şekillenmiş süreçte ABD ve NATOCU İnönü’den koparak Anti-Amerikancı anti-emperyalizm tahlillerine demirlemelerine sebep olmuştur. Sol-Kemalizm güdük bir teori olarak, Kemalizmin sınıfsal bileşenlerini, hangi sınıfın temsilcisi olduğunu belirleyememesi ve Kürt ulusunun kaderini tayin hakkı meselesinde sınıfta kalması, şoven olması, korporatist yönetim modelini benimsemesi neticesinde ülkemiz faşizmini ve Kemalizmin hakim sınıflar ideolojisi olduğunu çözememiş sakat bir sosyo kültürel konumlanma olarak ortaya çıkmıştır. Tam olarak fasist kemalist diktatörlüğün bağrından çıkmıştır. Ülkemiz küçük burjuvazisinin sol kanadı 61 darbesinden sonra 9 Mart 71 darbe girişimine kadar ordunun, sınıflar üstü bir aygıt olduğu yanlışına ve Anti-Marksist teze iman etmiştir. Bunda sol-kemalizm denilen kendinden menkul, garabet teori ve Kemalizmin hatalı sınıfsal tahlilleri yatmaktadır. Doğan gelişmekte olan Kürt ulusal uyanışı dahi tam anlamıyla görülememiştir. 71 ve 72 silahlı devrimci çıkışın ilk iki cephesi Mahir ve Deniz ekolü bu sakatlanmış teorik donanımla devrimciliğine devam etmiştir. Proleter devrimciliğin odak noktası önder yoldaş İbrahim Kaypakkaya bütün bu yanlışlara neşter vurmuş, cezası ise adice, düşman hukukuna dahi sığmayacak şekilde katledilmek olmuştur. 71 ve 72 devrimci kopuşundan sonra (farklı devrimcilik pratiklerinin eksikleri teorinin değil pratiğin meselesidir üç ekol olarak Deniz, Mahir ve Kaypakkaya ekolü silahlı zora dayalı devleti paramparça edip yeni yönetim modeli uğruna pratik geliştirmiştir) ülkemiz küçük burjuvazisi ve işçi sınıfı, anti-amerikancılığın devlet ideolojisi Kemalizmle bütünleştirilemeyeceğini anlamış bu uğurda içsel olgu emperyalizmi kemalist diktatörlüğe karşı savaşarak yıkmaya çalışmıştır. Bu uğurda sayısız grev ve silahlı direniş örgütlemiş kendisini Türkiye’nin ezilenlerine topraktaki tohum gibi serpiştirmiştir. Ezilen ulus ve inançtan, Rum, Yahudi devrimcilerin ruhu bu süreçte geri dönmüş, Kürt, alevi, Hemşin, Megral, Ermeni gençler bu süreçte devrimci hareketle beraber devlet tarafından bastırılan realitesini tekrar hatırlatmıştır. İşbirlikçi burjuvazi ve uşak devlet TC; gelişen sınıf mücadelesinin Marksizm ve Leninizmle buluşması sonucunda ve 1970 sonrası içine girilen emperyalizmin bunalımı ile kendisi de bunalıma girdiği için halk kitleleri ve devrimcilerin kanlarıyla kazandığı ekonomik demokratik hakları budamak adına 12 Eylül sürecini hazırlayarak cevap vermiştir.
Kürt hareketi ve Türkiye devrimci hareketi bugün meclis performansına indirgenmiş, müttefiklik hâlinin çok ötesinde tarihsel ve politik müttefiktir. Öyle ki Barzaniciler ve TC Kaypakkaya ve Çayan ekolünden etkilenmiş, sosyalist motifler barındıran, Maoizmden etkilenme bu özgün hareketin komple sosyalist olmasından ölesiye korkmaktadır. Türkiye devrimci hareketi, proletarya partisi ve Kürt ulusal hareketi, Tarihsel bir iradeyle, dağlarda, şehirlerde, zindanlarda, 12 Eylül sürecinde birbirine kenetlenmiş, bağlı yoldaşlıkla, Diyarbakır 5 nolu zindanını, Mamak askeri cezaevini ve 12 Eylül’le cisimleşen askeri faşist cuntayı, karşı devrimci güçleri büyük bir bozguna ve şaşkınlığa uğratarak aşmıştır. Bu miras bizi biz yapan özün ta kendisidir. Bizi biz yapan anlamlı anlatının göbeğindeki bu tutum, devrimci atılıma, dayanışmaya büyük bir ortam hazırlamıştır. Karşı devrime cepheden cevap olunmuş her türlü birbirinden farklı devrimci pratik anlamında yoldaşlaşmanın ta kendisini yaratmıştır. 12 Eylül Cafer Cangöz, Aydın Hanbayat, Kemal Pir, Mazlum Doğan, Mehmet Hayri Durmuş, Hıdır, İlyas, Mustafa Özenç, Mehmet Kurnaz, Apo, Hasan, Haydar, Mehmet Fatih Öktülmüş, Osman Yaşar Yoldaşcan ve sayısız devrimci kahraman ve onların politik örgütleri olan MKP, PKK, Devrimci-Sol güçler, MLSPB, TİKB, TKEP nazarında yenilgiye uğratılmış, ‘96 atılımına ülkemiz komünist ve devrimci hareketi nezdinde büyük bir karşı koyuşla, onur haysiyet, ekmek ve emeğin hakları için direnilmiş, 12 Eylül yenilmiştir.
12 Eylül Kürdistan serhıldanıyla, TC metropollerinde devrimci hareketlerin şovenizme yanıt olan pratiğiyle, işçi sınıfı ve emekçilerle buluşan dinamiğiyle yenilmiştir. 96’dan 2002’ye kadar gelişen süreçte devlet güçleri ve sermaye 12 Eylül sonrası kanımız, dişimiz, tırnağımız ve devrimci kahramanlıklarımız sonucu kazanılan mevzilere ve demokratik ortama tekrardan saldırmıştır. 19 Aralık sonrası süreç 2007’e kadar devam etmiş devrimci hareket yeniden kitleselleşmiş ancak yeterli devrimci pratiği sergileyememesi dolayısıyla 2012 sonrası gelişen süreçte tekrardan yenilmiştir. 12 Eylül yenilmedi diyenler 12 Eylüle direnemeyip tasfiye olanlardır. 19-22 Aralık süreci yenilmedi diyenler, 19-22 Aralık’ta direnemeyen ve pratik anlamda yenilenlerdir. Pratikten teori çıkaramayanlardır.
Biz komünistler ülkemiz devrimci hareketinin, Kürt ulusal hareketinin pratik devrimciliğinin mütevazi öğrencileriyiz onlardan öğrenmeye ve ögretmeye devam edecek, aldığımız suyu unutmayacağız. Kurtuluş Savaşı sürecine ilişkin önder yoldaşın halkımızın yaratıcılığı, direnişçiliği ve yeteneklerinin öğrencisi olduğumuzu söylemesi 71-72 kopuşundan bu yana halkımızın bütün devrimci hareketlerinin devrimci pratiklerinin gözlenmesi, okunması, ders alınması yönünde de bizlere uyarı niteliğindedir. Bu durumda devrimci olanın bu hakikati ıskalamayacağını ancak ve ancak bu hakikatin onun adı konmamış ilkelerinden bir tanesi olduğunu söylememizi zorunlu kılıyor.